7 Mart 2016

Sıddık Akbayır, Şiir Yazarı Şair Manisa Kırkağaçlı Muharrem Coşkun

ile izdiham

Üniversite kaydımı yaptırdıktan sonra, 1987 Eylül’ünde İstanbul’a geçmiştim. Galata Köprüsünün altındaki Erzurum Çayevi’nde çayımı içip gelen geçen vapurlara bakarken yanımdaki sandalyeye bir adam oturmuştu.

Beyaz yağlı boyayla ve son derece düzgün harflerle ‘Şiir Yazarı Şair’ yazan siyah çantası dikkatimi çekmişti. Siyah fötr bir şapka, siyah bir ceket ve siyah bir gömlek, ağzının kenarından sarkan filtresiz bir sigara, muhtemelen ‘birinci cigarası’…

Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’ne kaydını iki gün önce yaptırmış bir edebiyat öğrencisi olarak, bir an şiirden para kazanılabileceğini düşünmüştüm.

Garson, ‘Merhaba Muharrem Amca’ deyip adamın çayını getirmişti. Çayını bitirdikten sonra, ne işle iştigal ettiğini gösteren çantadan, teksir makinesiyle çoğaltılmış silik maniler çıkarmıştı. Üçüncü hamur kâğıtlara çeşitli renklerde basılmış mani şiirler vardı. Hiç konuşmadan, her masaya birkaç tane bırakıp tekrar yerine oturmuştu.

Daha önceden hazırlanmış ve konularına göre tasnif edilmiş bu mani şiirlerden az bir ücret karşılığı edinmek mümkündü. Her kopyanın altında da ‘Hediyesi takdirinize bırakılmıştır’ notu vardı.

Şiire sahip olacak kişinin gönlünden ne koparsa! Yedi sekiz masadan sadece iki kişi müşteri olmuştu şiire. Biri ben, diğeri izinli bir asker… İzinli asker, sevgilisi için özel bir şiir istemişti. ‘Ismarlama şiir, zor iştir evlat! Paraya kıyarsan yazarım. Nişanlının ismi çıkacak ilk harflerde. Zeynep, altı harf hem… ’ demişti. Böyle bir durumda, şiir müşterisinin gönlünden yüklüce bir hediye kopması gerekirdi! İzinli askerin masasına oturmuştu ve şiirini yazmaya başlamıştı. Ben, üç beş bardak çay içirebilecek bir para bırakmıştım masaya ve kalkmıştım. Konuşmak, tanışmak istedimse de ya fırsatım olmamıştı ya da buna cesaret edememiştim. Beyoğlu’ndaki sahaflara doğru yürümeye başlamıştım.

Bir yıl sonra; Refik Durbaş’ın, Boyut Yayınları’ndan çıkan ‘Yazılmaz Bir İstanbul’ kitabı elime geçmişti. Bir yıl önce, şiirini satın aldığım Muharrem Amca’yı anlatıyordu.

Manisa Kırkağaçlı Muharrem Coşkun’la ilgili 21 Haziran 1987’de Cumhuriyet gazetesinde çıkan yazısını bu kitaba da almıştı Refik Durbaş. Muharrem Bey, ilkokulu üçe kadar okuduktan yıllar sonra, ilkokul diplomasını dışarıdan sınavlara girerek almış. Çiftçilik yaparken içine şiir ateşi düşmüş. İki kez yaptığı evliliklerinde çocuğu da olmayınca memleketini terk etmiş, Türkiye’yi gezerek şiir satmaya başlamış. Hatta, bazı yerlerde de epeyce bir tanınır olmuş. En sonunda yolu İstanbul’a düşmüş.

20 yıl sonra, Cengiz Kahraman’ın Kitap-lık dergisindeki yazısını okuyunca, Muharrem Amca’yı yeniden hatırladım. Kahraman, ‘Şiir Yazarı Şair’den şöyle söz ediyordu: “1980’li yılların ortasında, daha çok bahar ve yaz aylarında, Sultanahmet’teki çay bahçelerinde, Beyazıt Çınaraltı’nda, Çemberlitaş’taki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin avlusunda, Galata Köprüsü’nün altındaki Erzurum Çayevi, Arzu Birahanesi, Kemancı gibi mekânlarda rastlardım bu ilginç adama.

Bu tuhaf görünüşlü ilginç adam bir süre sonra o mekânların alışıldık simalarından biri olup çıkmıştı.

Bir akşamüstü, Sultanahmet’teki havuzlu parkın duvarında oturup arkadaşlarımla aylaklık ederken, önümüzden geçen adam dikkatimizi çekti. Kılığı kıyafeti ilginçti, elindeki tuhaf çantada yazan şeyin ne olduğunu merak ettik. Yanımda fotoğraf makinem vardı ve bu ‘nev’i şahsına münhasır’ tipin peşinden giderek tek bir kare fotoğrafını çektim. Arkadaşlarımın yanına döndüğümde, ‘Şiir Yazarı Şair’ dedim.

Aramızda şiir satarak, para kazanılıp kazanılamayacağını konuştuk. Bu, ona ilk rastlayışımdı. Sanırım 1985 yılının Nisan ya da Mayıs ayıydı. Zaten o sene yaz bitene kadar sürekli karşımıza çıkmıştı; ancak nedense başka bir fotoğrafını çekmemişim. O senenin dışında da bir daha tesadüf etmedim. Aradan geçen zaman bu ilginç karakteri unutmama neden oldu. Yıllar sonra, negatiflerin arasında bir şey ararken, fark ettim bir kareyi. Fotoğrafı bastırdıktan sonra, birkaç arkadaşıma hediye ettim. İstanbul’da da belirli yerlerde tanınan bir adam olmuştu ki, aradan yıllar geçtikten sonra bazı mizah dergilerinde kendisine bir çizgi karakter olarak rastladım. Sanki, 1980’li yıllarda şehrin bir noktasında takılıp kalmış ve o yılların ruhunu temsil eden bir ikon gibi…”

Cengiz Kahraman’ın çektiği fotoğraflar, çok net değildi. Yine, Kitap-lık dergisinin eski sayılarından birinden kesip dosyama koyduğum bir fotoğrafı Samih Rifat çekmişti. Fotoğrafın altında da küçük İskender’in bir şiiri vardı.

2010’da yayımlanan ‘Şiir Adımlı Bir Yolcu: Haydar Ergülen’ kitabımı hazırlarken en sevdiğiniz şairi sormuştum size. Akrostiş yazan birini hatırlamıştınız. 20 yıl kadar önce, eski Galata Köprüsü’nün altında ve üstünde, öğrenci kahvelerinde, biracılarda şiir satan birini… Elindeki Bond çantanın üstünde ‘Şiir Yazarı Şair’ yazan Manisa Kırkağaçlı Muharrem Coşkun’u…

Muharrem Coşkun’un, kendini önce ‘şiir yazarı’ olarak adlandırmasından çok etkilendiğinizi söylemiştiniz. 50-55 yaşlarında, ucuzundan bir takım elbise, incesinden bir kravat, temizinden bir beyaz gömlekle gezen bu adamda, ‘şiire saygı’nın samimiyetini görmüştünüz.

Eski dosyalardan birinden çıkarıp bana uzattığınız şiiri ezbere biliyordum; çünkü, 23 yıl önce ben de aynı şiiri satın almıştım Muharrem Coşkun’dan: ‘Güzel Kızlar İçin Hatıra Şiiri’

Sıddık Akbayır
İZDİHAM