16 Haziran 2019

Seyfullah Akkuzu, Tolstoy ve Limon Küfü

ile izdiham

“Yeryüzünde acı çeken milyonlarca insan var; neden hepiniz bir tek Lev Tolstoy’la uğraşıyorsunuz?” Bu cümleyi Tolstoy’un ölüm döşeğinde çevresini sarmış insanlara hıçkırıklar içinde söylediği yazılıdır.


Bu cümlenin önemi yazarın sanatına aşina olamayanlar için cümlelerden bir cümledir; fakat Tolstoy’un kendisini hayrete gark eden şeyleri insanlar için istemiş olmasını bilenler için bu cümledeki olağanüstülük ortaya çıkar. Sanatı ve yaşamı iç içe geçmiş bir yazarın son sözleri bunlar. Bazı yazarların yaşamlarını konuşmadan sanatını konuşamayız, Tolstoy bu sınıftaki yazarların en mükemmel örneğidir. Tolstoy’un gençlik yapıtlarından başlayarak son büyük başyapıtı Diriliş’e kadar değişmeyen tek şey din bunalımıdır. O halde yazarın gençlik yapıtlarında hangi meseleleri ele aldığı bilinmeden ya da onun için neyin bilinmeye değer olduğu anlaşılmadan Tolstoy’un Savaş ve Barış, Anna Karenina, Diriliş gibi başyapıtlarında neleri sorup hangi cevapları bulduğu anlaşılamaz.


Günlüğünde içini kemiren üç hastalıktan bahseder Tolstoy: Kumar tutkusu, haz düşkünüğü, boş gurur. Gençliğinde çevresini saran bu üç hastalıkla birlikte din bunalımı ilk kriz nöbetlerini ortaya koyar. Sonrasında birçok şey aşılmış gibidir, daha ciddi meseleler kafasını meşgul eder. Bu zincirin ilk halkası Savaş ve Barış’la başlar, ardından Diriliş ve İvan İlyiç’in Ölümü’yle kusursuzluğa erişir. Daha sonraki yazılarda onun ileri evrede ortaya koyduğu sanat eserlerine yaklaşmaya çalışacağız.


Genç Tolstoy’da ilk kriz Kafkasya’da askerlik hizmetinde başlar. Bu dinsel derinlik o döneme ait bir olay olarak kalmayacak her eserinde gittikçe daha derinleşecek içe doğru açılacaktır. Duygularını ilk olarak aynı zamanda sırdaşı da olan halası Aleksandra Andreyevna Tolstoy’a açar:


“Çocukken, tutku ve duyarlıkla, düşünmeden, inanıyordum. On dört yaşıma doğru, yaşam üzerinde düşünmeye başladım; dinin kuramlarımla uzlaşmadığını görünce, onu yıkmayı bir üstünlük saydım. Her şey benim için açık, mantıklı, yerli yerindeydi; dine hiç yer yoktu. Sonra bir zaman geldi, yaşam bana hiçbir giz sunmamaya, bütün anlamını yitirmeye başladı. Bu sırada -Kafkasya’da- yalnız ve mutsuzdum. Aklımın bütün güçlerini, yaşamda yalnız bir kez yapılabilecek bir biçimde gerdim. Bir din kurbanlığı ve mutluluk zamanıydı bu. Gerek daha önce, gerekse daha sonra, hiçbir zaman böyle bir düşünce yüksekliğine ulaşmamış, bu iki yıl içinde olduğu kadar derinleri görmemiştim. Bu iki yıl içinde bulduklarımın hepsi de kanım olarak kalacaktır. Israrlı bir ruhsal çalışmayla dolu geçen bu iki yılda, eski, basit, ama şimdi herkesten daha iyi bildiğim bir gerçeği keşfettim: bir ölümsüzlük, bir aşk bulunduğunu, sonsuzca mutlu olmak için başkaları için yaşamak gerektiğini anladım. Bu buluşlar, Hıristiyan dinine benzeyişleriyle şaşkınlığa gömdü beni; bunun üzerinde, daha gerisini keşfetmeye çalışacak yerde, İncil’i araştırmaya başladım. Ama pek bir şey bulamadım. Ne Tanrı’yı, ne Kurtarıcı’yı bulabildim, ne dinsel eylemleri, ne başka bir şeyi… ama yüreğimin bütün, bütün, bütün gücüyle arıyordum, ağlıyordum, kendime işkence ediyordum, yalnızca gerçeği istiyordum… Böylece, dinimle yapayalnız kaldım. İyi anlayın beni! Bence din olmayınca, insan ne iyi, ne mutlu olabilir; dünyada her şeyden önce dindar bir insan olmak isterdim; din olmayınca yüreğimin kuruduğunu duyuyorum… Ama inanmıyorum. Bende yaşam uyandırıyor dini, din yaşamı değil. Şu sırada yüreğimde öyle bir kuruluk duyuyorum ki, bir dinim olsun istiyorum. Tanrı yardım edecek bana. Bu da olacak. Benim için, doğa insanı dine götüren bir öncüdür. her ruhun kendi yolu vardır, ayrı, bilinmedik; ancak onun derinliklerinde bulunur yol.”


Bundan sonrası kimi zaman acı ve endişe, kimi zaman da huzur ve sükunetle geçen bir ömürdür. O farklı yolların tek tek tecrübe edildiği, bütün zihinsel dolambaçların arasında zihnin en kuytu yerlerinin bile ziyaret edildiği, hiçbir sorunun es geçilmediği, hatta hiçbir insanın göz ardı edilmediği bir sanat ortaya koyulacaktır bu ömürde. Genç Tolstoy, dinimle yapayalnız kaldım, diyor; yirmi beşli yaşlarında söylüyor bunu, ömrünün sonuna kadar da bu cümlesine asla ihanet etmeyecektir.

Seyfullah Akkuzu

İZDİHAM