3 Mayıs 2019

Seyfullah Akkuzu, Tarkovski Ve Dünyası -6

ile izdiham

“İz Sürücü’nün umut kırıcı bir film olduğunu söyleyenlere ne diyorsunuz?” sorusuna Tarkovski’nin verdiği yanıt dikkate değerdir, “Bilmiyorum. Öyle olduğuna inanmıyorum. Bir sanat eserinin bu tür bir duyguya dayanabileceğine inanmıyorum. Olumlu bir manevi anlamı olmalı, umut, inanç taşımalı. Filmimin umut kırıcı olduğunu sanmıyorum, öyleyse sanat eseri değildir. Umutsuzluk anları içerse de, onların üstüne çıkan bir film. Bir tür katarsis. Bir trajedi, ama trajedi umut kırıcı değildir. Bir yıkım hikâyesi, izleyicide bir umut hissi bırakıyor, Aristoteles’in tarif ettiği katarsisten ötürü. Trajedi, insanı arındırır.”


Katarsis kavramı etrafında Stalker filminin izini sürmeye devam edeceğiz. Katarsis kelime anlamı olarak arınma, boşalma, rahatlama anlamlarına gelir. Aristoteles, Poetika adlı eserinde tragedyanın gücünü vurgulamak için kullanmıştır bu kavramı ve o günden bu zamana kadar tüm sanat kuramlarının anahtar sözcüğü olmuştur. Peki, katarsis kavramı bir sanat eserini nasıl güçlü kılar? Bir önceki yazımızda Stalker için “insanın umutsuzluğu iliklerine kadar hissetmeden, yüreğinde iman kıvılcımını yakamayacağını öğretiyor.” demiştik. Bir anlamda katarsisin görevi budur. Aristoteles tragedya ve komedya ayrımı yaparken, tragedyanın, sıradan insanlardan daha iyilerini canlandırdığını; komedyanın ise aşağı karakterli insanları canlandırdığını söyler. “Çünkü gülünç olmak kusurdur, çirkinliktir, ama ne acı ne de zarar getirir insana. Komedya maskesi bunu çok iyi simgeler: Çirkin ve biçimsizdir, ama herhangi bir acı belirtisi yoktur bu yüzde.” der, Aristoteles; tragedya ve komedya ayrımından sonra tragedyayı güçlü kılan katarsis kavramını dile getirir. Korku ve acıma duygusu uyandıran olayların yoğunluğu, öyküde beklenmedik biçimde karşımıza çıkıyorsa seyirci için o kadar etkili olacaktır. Tabi ki sanat eseri sahiciliğinden bir şey kaybetmeyecek bu arada. Aristoteles’in katarsis kavramıyla sanat eserine yüklediği görev Stalker’da başarıyla yerine getirilir. Bu görevin nasıl yerine getirildiğine bir bakalım.


Tam bu noktada filmin durgun olduğunu söyleyenlere bir itiraz da geliştirebiliriz. Stalker, durgun bir film değil, ağır akan bir film. Bu ikisi arasında ciddi fark var. Ama bu ağırlığın içinde, beklenmedik dönüşümler, inanç krizleri hep var. Karakterlerin içlerindeki endişeyi seyirci fazlasıyla duyumsar. Aristoteles’e göre bu başarılabiliyorsa ortada gerçek bir tragedya vardır. Tarkovski’nin yıllar öncesinden bu anlayışa sahip olduğunu kanıtlayan bir cümlesi: “Değişim göstermeyen, neredeyse durgun diyebileceğimiz karakterlerde tutkular azami keskinlik kazanarak, yavaş, aşamalı bir değişimden geçen tiplerinkinden çok daha görünür, çok daha inandırıcı bir nitelik alır. Dostoyevski’yi de bu tür tutkuları anlatmasından dolayı severim. Dıştan durgun görünen ama iç dünyalarında tutkularının cehennemi gerilimini yaşayan karakterler her zaman ilgimi daha fazla çekmiştir.” Aristoteles’e göre de seyircinin sarsılması durumunu sahnede kan akıtarak değil; aksine tragedya, durgunluğun içinde sarsıcı etkisini sağlayabilmişse gerçek bir sanat eseri olabilmiştir. Endişe ve korkunun seyirciyi sarsması bir tragedyanın kalitesini gösterir. Katarsis ancak bu şekilde arındırıcı etkisini gösterebilir. Seyirci, neyden uzak durması ya da neye yaklaşması gerektiğini hissedebilmişse sanat eseri görevini icra edebilmiştir. Stalker tam olarak bu hissiyatı seyirciye aktarabilme başarısına ermiş bir filmdir. Tarkovski hareketsizliğin içinde bu dinamizmi sağlar.


Görünen dünya baskısının karşısına öte dünya imgesini yerleştirir ve bunu duyumsatır Tarkovski. Durgunluğun içinde hareket, sükûtun içinde çığlık, inançsızlığa karşı inanç demektir Stalker.

Seyfullah Akkuzu

İZDİHAM