22 Haziran 2020

Sevme Sanatı Kitabı Üzerine Bir İnceleme

ile alef

“Hiç kimse sevginin önemsizliğine ilişkin bir düşünce taşımaz. Birçok kişi onun açlığını çeker, mutlu ve mutsuz aşk öyküleri anlatan bir dolu film izler, yüzlerce ucuz aşk şarkıları dinler. Buna karşın insanların pek azı sevgiye ilişkin bir şeyler öğrenmenin gerekli olduğunu düşünür.” Peki, bu kadar önemli olduğuna inandığımız sevgiyi öğrenmek için neden çaba sarf etmiyoruz?

Sevgi, insanlığın daima ilgi alanında olmuş; üzerine destanlar, şiirler yazılmış, filmler yapılmış, uğruna canlar verilmiş bir kavram. Kimi için ulaşılınca mutlu olunacak bir hedef, kimi için yokluğunda çekilen acı, kimisi içinse bir umut. Peki ya daima dillerde olan sevgi zannettiğimiz gibi yolda çarpışılan kişiyle göz göze gelindiğinde bir anda filizlenen o duygu değilse? Ya yıllardır beklenen beyaz atlı prens hiç gelmeyecekse? Ya şimdiye kadar bildiğimiz çoğu şey yanlışsa ve sevgi yalnızca şanslı insanların başına gelen hoş bir duygudan ibaret değilse? Ya kişiliğimizi değiştirip, olgunluğa erişmeden ulaşamayacağımız bir olguysa? En önemlisi de ya sevmek başlı başına bir sanatsa?

Erich Fromm kitaba işte bu en can alıcı soruyla girer: “Sevmek bir sanat mıdır?” Ve evet der, sevmek yaşamak gibi bir sanattır. Eğer sevmek bir sanatsa, öyleyse bilgi ve çabaya gereksinimi vardır. Tıpkı diğer sanatlardaki gibi sevgiyi de öğrenmemiz, onu öğrenmek için çaba harcamamız ve disiplinle çalışmamız gerekir. Dolayısıyla, aslında sevmeyi öğrenmenin hazır bir reçetesi yoktur. Fromm, önsözünde de bunu okuyucusuna açık açık söyler:

“Bu kitabı okuyarak sevme sanatına ilişkin hazır bilgiler edinmek isteyenler düş kırıklığına uğrayacaklardır. Tam tersine bu kitap, belli bir olgunluk düzeyine erişmeden kişinin sevgiye ulaşamayacağını göstermeyi amaçlamaktadır.”

Fromm, aslında yıllar öncesinden, tüketim toplumunun çabucak bir şeylere ulaşma gayretinin karşılığı olarak, yedi adımda aşkı bulmak, üç hamlede sevgiye ulaşmak gibi tariflerle sevgiyi bulacağı konusunda okuyucuları aldatacak kitapları görür gibi olmuştur. Nitekim, kendisini değiştirmeyi düşünmeden sadece cevabı öğrenmeyi isteyen, umut verici hikayeler ve örnek bir reçeteyle sevgiyi bulmayı düşünen okuyucu kitlesini net bir şekilde uyarmıştır.

Sevme Sanatı

Yaşamanın sanat olduğu konusuna değindikten sonra, yazının başındaki soruya da cevap verir Fromm. Ona göre insanların hayatlarında sevgiye önem vermelerine rağmen, bunu öğrenilecek bir şey olarak düşünmemelerinin üç sebebi vardır:

İlki, insanların sevgiyi, kendini ya da başkasını sevmekten çok, kendilerini sevdirme olarak görmesidir. Dolayısıyla birey sevgiyi öğrenmekle değil; nasıl sevimli olacağını keşfetmekle ilgilenir.

İkinci sebep ise, sevmenin kolay olduğu ancak sevilecek nesneyi bulmanın zor olduğu şeklindeki yanılgıdır. Tüketmenin üretimin önüne geçtiği, satın alma açlığının yükselen trend olduğu bu dönemde, sevgi de yalnızca emek vermeden bulunması ve harcanması gereken bir nesnedir.

Üçüncü ve son sebep, aşık olma gibi geçici bir duyguyla, uzun süreli sevginin birbirine karıştırılmasıdır. Kişiler birbirini tanıdıkça, birbirlerinin olumsuz yanlarını görmekle beraber hayal kırıklıkları yaşayarak ilk heyecanlarını kaybetmektedir. Yani birini uzun süreli sevmek için sevme sanatı öğrenilmek zorundadır.

Erich Fromm, 1900’lü yıllarda Almanya’da doğmuş Amerikalı bir psikanalist, filozof ve sosyologdur. Ruh bilimine Marksist-sosyalist ve insancıl yaklaşımın dünyadaki en büyük temsilcilerindendir. Karl Marx ve Sigmund Freud büyük ölçüde etkilendiği iki insan olmasına rağmen kitapta okuyucuya karamsar değil; tam tersi hümanist bir bakış açısıyla seslenmektedir. Yer yer Freud’a eleştiriler de göndermiş olan Fromm; insanı, kendini geliştirme potansiyeli olan bir varlık olarak görmüştür. Aslında kendisi, gençlik dönemine denk gelen Birinci Dünya Savaşı’nın hayatını etkileyen en önemli olay olduğunu söylemiştir. Çünkü bu dönemde milliyetçilik, nefret ve ayrılık gibi kavramlarla tanışmıştır. Değerlerin ve ilkelerin nasıl ayaklar altına alındığını gözlemlemiştir. Buna rağmen, yine de umuttan ve sevgiden bahsetmesi biz okuyucular için düşündürücü bir noktadır.

Fromm’a göre birey, anne rahmine düştüğü andan başlayarak doğal bir birliktelik süreci içinde dünyaya gelir ve bunu devam ettirme eğilimindedir. Ayrı kalmak, dışlanmak, ait olamamak birey için huzursuzluk sebebidir. Fakat insanlar bu ihtiyaçla sırf yalnız hissetmemek için, sevginin öğrenilmediği bencilce birliktelikler kurarlarsa, bu ilişkiler iki insanın yalnızlıktan kaçıp sığınacağı bir limana dönüşmektedir. Böyle kurulan evliliklerde de iki kişi, dünyaya karşı bir tür ortaklık kurar ve bu “iki kişilik bencilliğin” sevgi olduğu yanılgısına düşülür. Çiftler arasında sevgi ve ilgi olmadan, başkaları tarafından uygun görülerek kurulmuş olan, kısa zaman içinde de çocukların ebeveyni olma sıfatıyla sürdürülmeye devam eden; ancak sevgi, tahammül ve paylaşımın olmadığı evlilikler iki kişilik bencilliğin toplumdaki yansımasıdır.

Fromm sevgi kavramını yalnızca çiftler arası ilişki bazında değerlendirmemiştir. Ona göre 5 tür sevgi vardır: Anne ile Baba Sevgisi, Kardeşlik Sevgisi, Kendini Sevme, Cinsel Sevgi ve Tanrı Sevgisi. Anne ve babanın koşulsuz sevgisinin bireyin gelecekte kuracağı ilişkilerin kalitesinde ne kadar önemli olduğundan ve bu tarz sevginin eksikliğinde bireyde görülecek nevrozlardan bahsetmiştir. Kardeş sevgisinin ise herkesin eşit olduğu düşüncesine dayanarak, kendi kanından olmayanı, mesela bir yoksulu, kardeş gibi sevmek olduğunu söylemiştir. Çünkü insanın yakınına sevgisini vermesi kolay olanıdır, tam tersi bir amaca hizmet etmeyen kişiyi sevmek ise en zorudur. En başta “vermek” zaten zordur, insan bir şeye emek verirse ancak o zaman gerçekten sevebilir.

Fromm sevginin almak, ilgi görmek, sevilmek zannedildiği bir ortamda kendinden vermenin önemiyle sevginin mahiyetini de değiştirmeye çalışmıştır. Fakat bu verme ifadesiyle daima fedakarlık içinde bulunmayı, kendinden vazgeçmeyi kastetmemiştir. Aksine Fromm’a göre insan en çok kendini sevmelidir, insan kendini ne kadar tanır ve severse, karşısındakilere vereceği sevginin kalitesi de o ölçüde artmaktadır. Çünkü kendisini tam anlamıyla sevmeyen insan, aslında sevdiğini sandığı kişilerden yalnızca kendisini sevmelerini ve içindeki boşluğu doldurmalarını bekler.

Kitabın son kısmında bize bir uygulama bölümü sunuyor Fromm. Aslında sevme sanatını uygulamanın taktikleri ve adımları yok. Onu da tıpkı diğer sanatlar gibi çalışarak, üstüne düşerek, disiplinle, sabır ve ilgiyle öğrenmemiz gerektiğini söylüyor. Nihai amaç olan sevme sanatına ulaşma yolunda; narsisizmden arınmak, kendimize yol arkadaşı olarak ise alçak gönüllük, akıl ve nesnelliği almak gerekiyor.

Yazının sonunda, kitabın kısa bir özeti mahiyetinde olan cümleler Fromm’un da yer yer alıntı yaptığı Meister Eckhart’tan:

“Eğer kendinizi severseniz, başkalarını da kendiniz kadar seversiniz. Bir başkasını, kendinizi sevdiğinizden daha az seviyorsanız, kendinizi sevmekte gerçek bir başarı sağlayamazsınız. Fakat kendiniz de dahil herkesi bir severseniz, onları tek bir kişi gibi severseniz, bu kişi hem tanrı hem insandır. Böylece, kendini ve diğerlerini aynı şekilde seven kişi yüce ve dürüst bir kişidir.”

Berra Işık, griboyut.com
“İZDİHAM