25 Şubat 2016

Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji

ile izdihamdergi

Einstein, kâinat’ın yaratılışı mevzuunda, “zamanın öncesinde ne olup bittiğini bilmiyoruz!” der.

Hawking ise, kâinat’ın hep var kalacağını söyler. Başka bir fizikçi, insan ve muradı olmadan eşyanın hakikatinin anlaşılamayacağını, bu türlü bilginin insana marifet vermeyeceğini ve aslında eğlencelik seviyesinde kalacağına da misâl, şu hakikati belirtir: “Madde hakkında ne kadar çok şey öğreniyorsak, kâinat o kadar mânâsız görünüyor. Bu hiçlik duygusu içinde sözkonusu çaba, sadece başka insanların bilmediğini bilmekten ibaret trajik bir asaletten başka bir şey değil!”… Hani, “yaşasan ne, yaşamasan ne; yaşamayıp da ne yapacaksın?” çözümsüzlüğü. Kâinat ve insanın yaratılışı hakkında, semavî dinler bir yana, insanlık tarihi boyunca sayısız fikir ve ilim adamı, çeşitli görüşler beyân etti, edecektir. Bilgi, bilgisizlikten devşirilendir. “Bilgisizlik”; bu da bir ilim. Bunu anlamak ve bunun hakikatinin ne olduğunu sormak; işte bütün mesele… Netice’de, EZEL ve EBED arasını birleştiren İNSANÎ HAKİKAT’le ilgili bu varlık ve varoluş meselesi içine ESATİR ve MİTOLOJİ bahsini de ruhî, tarihî, ilmî, sanat ve bilhassa insanoğlunun maveraî iştiyakını gösteren diye ve bugüne hitab ve istismar niyetiyle el atarak, MÜNŞEAT usulümüzle verdik.

MUTLAK FİKRİN GEREKLİLİĞİ: Her şeyden önce bunun, her eve bir buzdolabı lâzım şeklinde anlaşılmaması lâzım. Bu, bir yönüyle “gerekli olanı” gösterirken, diğer yönüyle DİN ve MEZHEB gibi YOL mânâsını ifâde eder; ve onların ölçü ve ölçülendirmeleri ışığında, her mevzuun kendine mahsus bir usul, esas ve gaye belirtmesi hakikati çerçevesinde, bir gerçekleme ve doğrulama METOD ve USULÜ’nü gösterir. Eserimizin bir bakıma PEYGAMBERLER TARİHİ olması da, galiba bu usul ve metodun ESATİR ve MİTOLOJİ’ye hakkıyla tatbikinin neticesi… Büyük Doğu – İBDA anlayışında SİYASET, Üstadım’ın beyanı hâlinde şudur: “İslâm inkılâbında siyaset, içeriye doğru, her çizgisi ve noktası tamam bir ideolocya manzumesine dayalı bütün bir oluş işinin manivelâ dehâsıdır. Bu yüzden o, teker teker kendi aslî hamle ve hareket şubeleri içinde ifâde edilebilir; toplu ve merkezî olarak belirtilemez. İslâm inkılâbında toplu ve merkezî siyaset, ancak “harici politika” ifâdesiyle, dışarıya doğru olanıdır. Gerçekten, İslâm’ın, dışarıya doğru tek bir vâhid belirtici, tam mânâsıyla sabit ve çerçeveli bir siyaseti vardır!”… İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin, kurucu, koruyucu ve yönlendirici rolüyle FERASET’in ifâdesi olması gereken SİYASETİ, aslıyla feraset ve anlayış demek olan FIKIH’ın tatbiki, bu bakımdan da ondan üstün görmesi, dışarıya doğru toplu ve merkezî bir nitelik belirten SİYASET – FERASET – YOL’un kıymetini de gösterir. MİTOLOJİ ve ESATİR mevzuunu da içine alıcı bir şekilde ifâde etmek gerekirse, dışarı doğru tek bir vahid belirtici USUL ve METOD, aynı zamanda bir iç âlem düzeninin gerçekleşmesi malzemesi kılmaktır ki, bu zıddından aslı göstermek, hem İNSAN RUHUNUN aktığı her şeyin müntehasında ALLAH gayesinin bulunduğunu, hem de başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulmak şeklinde ifâdeli KENDİNDEN ZUHUR HİKMETİ’ni tatbik etmektir… Bakara Sûresi’nde: “Tağutu inkâr edip Allah’a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpla (İslâm’a) yapışmıştır.”… İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri: Tağuta küfür, Allah’a imân üzerine tercih edilmiştir. Çünkü, KÜFÜRDEN KURTULMADIKÇA, ALLAH TEVHİD EDİLEMEZ, BİRLENEMEZ. Tağuta küfür demek, Allah’a ortak koşmaktan temizlenmektir. Çünkü tağut, “nefs, şeytan, putlar ve benzeri olan şeylere” de şâmildir. Çünkü onun koyduğu prensiblerden başkası sapıklık ve azgınlığa birer sebeb teşkil eder. Gerçek tağut inkârcısına gelince, o en yüksek mertebe ile şereflenmiştir; imânın zirvesine ulaşmıştır. Bunu ciddi şekilde anlamalısın… Hazret-i İbrahim’de kemâlini bulan bu temizlik, tevhidin mukaddimesi olan “nefy-red” kelimesini tamama erdirmekte olup, Allah Resûlü ile birlikte İSBAT kısmı tamamlanıyor… Bu eser: ZIDDINDAN ASLI GÖSTERME NİYETİ İÇİNDE, DOĞRUDAN DOĞRUYA ASLI DA GÖSTERİYOR. İkinci hususa dikkat edenler, Âdem Aleyhisselâm’dan Son Resûl’e uzanan bir çizgide, zamanüstü buudu da görülen bir tarihi de okuyacaklardır.

GEÇMİŞLERİN TARİHLERİ: Tefsir kitablarında, Kur’ân’da “esatirü’l evvelin” şeklinde bir tamlama olarak geçen ıstılah-kavram’ın, “geçmişlerin tarihleri” mânâsında olduğu söylenir. Kur’ân elbette bir masal kitabı değil. Kur’ân’ı tahrif edilmiş ve hükmü kalkmış semavî dinlerin kitablarıyla birlikte, şu veya bu soydan tarih, tarih öncesi, masal, hurafe sınıfı içinde bir eser gibi değerlendirerek “mitoloji” genellemesine dahil edenler, herşeyden önce “sen ne söylersen söyle, ben bildiğimi sallarım!” hesabı bir fikir ve ilim kalpazanlarıdır. İhtiva ettiği hakikatleri, masalları, hayâlleri ve yalanlarıyla mitoloji, onun ve ondan olan ölçülerle, hesaba çekilecek olandır. Nasıl ki İslâm tasavvufuyla Batı tefekkürü arasında ikinciyi hesaba çekme ve birinciye ircâ keyfiyeti olan HİKEMİYAT’ın durumu… Batı tefekküründen kasdımız da, hemen belli başlı bütün dünya kültürlerini kendine has bir aplikeyle tasarrufuna almış ve dünya hâkimiyetine ermiş olmasından: Bütün dünya diyebiliriz… Mitoloji, esatir, efsane, fesane, vesaire; aynı sırada ve içiçe, buna mukabil birbirinin yerine kullanılır yerlerde, diğer mânâlarla aynılığı ve ayrılığı dikkate alınması gereken bir mahiyet arzediyor. Antropoloji-insanbilimler, tarih, efsane, masal, hurafe, arkeoloji-atikiyyat hepsi birbirinin içinde bir yün yumağını andıran ve değişik ipuçları hâlinde görülen mitoloji, asılda bir olan semavî dinlerle bulaşık ve toplumda onun antitezini belirtirken, yumaktan çekilen ipuçları boyunca ilim ve fikir devşirilen, bizim tarafımızdan da hesaba çekilmesi gereken bir esrar mevzuudur… Burada, MUTLAK FİKRİN GEREKLİLİĞİ bahsinin temel ölçülendirmelerinden birini de görelim: Alâeddin Attar Hazretleri, müşahede hususunda “ilim tarafını tutmak ve hâlini gizlemek gerektir!” buyurmuşlardır. İnsanda İLİM ve AYN, yâni İMÂN ve HAKİKAT MÜŞÂHEDESİ bir araya gelse, o müşahede Şeriat’e uymayacak olursa, Şeriat tarafını tutmak ve başka hiçbir şeye kıymet vermemek iktiza eder. Bu makam nice ariflerin ayaklarının sürçtüğü noktadır, çünkü onlar müşahedeye erince onunla amel ederler ve imânla amel etmezler, ayaklar kayar. Buradan bize çıkacak olan kıssa şudur ki, liman görünce PUSULA gerekmez ama, her gördüğünü de liman sanma, hakikat bahsinde her zaman mihenk PUSULA-ŞERİAT’tır. Bu husus, bedahet ifâde eder açıklık niyetine hakikat kabul edilen çeşitli verilerin, “Şeriat’e aykırı hiçbir hakikat olamaz” anlayışıyla değerlendirilmesi bakımından mühimdir. Her ne soydan olursa olsun mitolojik verilerin değerlendirilmesinde de, bu esastır.

BU ESERDE USUL: Pierre Grimal isimli bir Fransız Akademisi azasının “Mitoloji Lûgatı” isimli eserinin girişinde şu cümle: “Sürekli ilerleyen araştırmalar, kritik görüş noktasını kuşaktan kuşağa değiştirmektedir. Sistemler eskir, hem de bazen büyük bir hızla eskir, yalnız metinlerdeki veriler kalır!”… Yazarın bu ifâdelerdeki muradı, mitolojideki eşya ve metin hâlindeki verilerden, eşyanın değerlendirilmesinin bulunan zamana nisbetle değişebileceği yönünden onların bir kısmının dilsiz ve bu bakımdan onları konuşturmanın, değişen devirler boyunca ele alana nisbetle değişebilmesi bakımından. Biz MİTOLOJİYİ, bütünüyle bu mevzuya âit sistemler içinde bir sistem ifâde eder tarzda değil de, sağlam bir GUSTO’ya sahib olarak bulunduğumuz zaman dilimindeki fikrimizi besleyici bir TEDAÎ ve KAPMA usulüyle ele alıyoruz; mitoloji mevzularının verileri kadar, doğrudan doğruya mitoloji ilminin de değerlendirilmesi şeklinde… GUST: Rüzgârın şiddetle esmesi, ruh, ruhî, topalak otu, sevda, arzu, iştiyak… GUSTO: Zevk alma, haz, şahsî istek, tatma, hususî tarz… İLİM erkektir, YAPABİLME ise dişi; ve bu eser doğdu!

İSTİKBÂL İSLÂMINDIR: Kendisinden evvel hangi peygambere ne tür mucize verilmişse, mutlaka bir misli Resûlullah Efendimiz’e verilmiştir. Zirâ Adem Aleyhisselâm ruhla cesed arasında iken, O peygamberdi. Madem ki Adem Aleyhisselâm yaratılmadan evvel nübüvvet makamı Peygamberimiz’e ihsan edildi, o zaman biz O’nun kendinden sonra gönderilen bütün kâmil insanlara yardımcı olduğunu anlamış olduk. Böylece geçmiş peygamberlerin gösterdiği bütün mucizeler de, Resûlullah Efendimiz’den alınmadır… Devri geçmiş ve aslı tahrif olmuş semavî dinlerin, aslı ve tamamı Kur’ân’da ve onun tefsir, tâbir, tevil ve fiil hâlinde YAPABİLMESİNİ gösteren de, MUTLAK MÂNÂSIYLA, Allah Sevgilisi; bütün peygamberlerde tecelli eden hikmetler de, O’nda ve O’ndan, O’na bağlı velayette bilinen izler hâlinde veli hususiyetlerinde bilinen ve görülen… O hâlde, İSLÂM TARİHİ – PEYGAMBERLER TARİHİ – İNSANLIK TARİHİ, kronolojik olarak belirtilemeyen bir sırayla Adem Aleyhisselâm’dan Resûlullah Efendimiz’e doğru klâsik bir usûlle onların dış yüzden hayat ve devirlerinin hâdiseleri hâlinde örnekleri mevcut şekilde anlatıldığı ve anlatılabileceği gibi, sondan başa doğru ve onlarda tecelli eden hikmetler şeklinde iç yüzden de anlatılabilir. Bu ikinci usûl, doğrudan doğruya Peygamberler’de tecelli eden bir hikmetler manzumesi olur; Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin, öncelik sonralık sıratı gözetmeksizin vücuda getirdiği Füsus-ül Hikem isimli eseri gibi. Bizim eserimizin mahiyeti ise, insan ve toplum meselelerinin hâlline yönelik bir ideolocya manzumesine bağlı olarak ESATİR ve MİTOLOJİ’ye el atarken, onun Peygamberler tarihinin salkım saçak görünümlerinin usaresi olduğunu ve hurafeye karışmış dinî ve mistik motiflerin, tarih, ilim, sanat vesaireye âit verilerin aslı İslâm’da gösterilmesine âit, seçmeler niteliğinde; merkezde tecelli eden Peygamberlere âit hikmetler olmak üzere, niyeti çevreden merkeze bir usûl… Eserimizin ismi, hâliyle ESATİR ve MİTOLOJİ… Üstadım’ın, tarihçi Tonbe’ye atfen “İstikbâl İslâmındır, denenmemiş bir o var!” sözüne işaret ederek, NE GÜZEL BİR MEVZUUN VAR diye bana hazırlattığı İSTİKBÂL İSLÂMINDIR isimli eserim için, buna nisbetle bir İSLÂM TARİHİ’ne yer vermem istenmişti. O eserin benden istenişinin mânâsı, ne olduğu ve onun tarafından nasıl değerlendirildiği malûm… Bu eseri, Peygamberlerde tecelli eden hikmetler şeklinde ve sıra kaydında olmaksızın, İSLÂM TARİHİ, ama Allah Sevgilisi’nden bugüne uzanan çizgide değil de, Adem Aleyhisselâm’dan bugüne, zıtların onları hatırlatıcı ilgisi içinde, seçme ve tedaî usûlüyle verdik; İSTİKBÂL İSLÂMINDIR’ın mahiyetine bitişik addediyorum.

KENDİNDEN ZUHUR HİKMETİ: Fütuhî Hikmet… Beklenmedik zamanda tecelli… Başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulmak: Zıddından aslı göstermek ve İLİM ile YAPABİLME ilgisi içinde bahsi geçti. Burada, Muhammed Parisa Hazretleri’nin eserinden, KUTUB sahibleri ve onların Peygamberlere ilgileri ve sûrelerle olan alâkalarından, birkaç işaret: “Bu ümmetin kutubları 12 kişidir. Şu gördüğünüz âlemin burçları da 12’dir. Müfred-tek olanlar çoktur, zaman boyunca devam ederler. İki HATM de onlardandır… Onbirinci Kutub: Salih Aleyhisselâmın kademi üzredir, sûresi TAHA’dır, tam şeref sahibidir. Menzilleri bu sûrenin âyetleri sayısınca, yâni 135’dir. Bu sûrenin şerefi çok büyüktür; Allah’ın Cennet’te kullarına vasıtasız olarak bizzat okuyacağı rivâyet olunur. Bu kutbun sahib olduğu ilimler çoktur, Allah’ın kullarına Allah’ın NAİBİ’dir”… Tahâ Sûresi: “İbni Abbas ve Cabir bin Zeyd’den gelen rivayete göre Meryem Sûresi’nden sonra inmiştir. Sûre’nin bir isminin de El-Kelîm Sûresi olduğunu Alûsî, Sehavî’nin Cemalü’l-Kurra isimli kitabından aktararak yazmıştır”… KELÎM, bilindiği üzere Hazret-i Musa’nın lâkabıdır… TA-HÂ, hurufu mukattaa’dan ve Allah Sevgilisi’nin isimlerindendir… Taha: 14… Salih Mirzabeyoğlu: 1013= 14… B.D-İBDA: 15= 1014… Musa Aleyhisselâm deyince, hâliyle hemen ÇOCUK hikmeti hatırlanmalı… Taha Sûresi’nin son âyeti. (Allah, Hazret-i Musa’ya): De ki, “Herkes beklemekte. Siz de bekleyin bakalım, çünkü yakında bileceksiniz; doğru yol sahibleri kimler ve doğru giden kim?”

İSLÂM VE MİTOLOJİ: İyi veya kötü olarak nitelemeksizin veya nitelemeden önce, ruhun tezahürü ve delili hâlinde bütün insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir yumağı andıran MİTOLOJİ, bu görünüşü ile dişi bir ilim olan psikolojinin, adeta en genel ifâdesidir… Şeriat, zahiri akıl-ruhtur, tarikat ise bâtınî Şeriat; dolayısıyla İslâm’da YAPMA’yı gösteren RUHÎ oluş ve işler, hiçbir şekilde mitoloji verileri ile ayniyet içine girmezler. Mitoloji, DOĞRU YOL’un gösterilmesinde sadece toprak seviyeli bir vesile rolü oynar; yer yer BERZAH’ın bu âleme âit görünüşünde bile ki, TEVHİD’e zıddından işaret ederek.

ÜSTADIM VE BEN: Eserin içinde BİLGEM diye geçen o ve ben… Mitolojinin en çok geçen mevzularından birini, ÜSTADIM’a nisbetim mevzuuna vesile kılarak, aslıyla uyarmak istiyorum ki, TENASÜH bahsi… Yeniden dirilme, yâni TENASÜH, İslâm’da yoktur; olan TENASUH ve TENASSUH’tur. Birincisi, akıl ve ruh alışverişi hâlinde birbirine nasihat etme; ikincisi ise, nasihat almak, aklı başına gelmek, başkası hakkında iyilik istemek… Başta, “Peygamber ruhaniyetine gark olmak ne ki?” diye, yerine ve mevzuuna göre sayısız örnek verilebilir. Biri de şu: Mansur’un ruhu, yüzelli sene sonra Ferideddin-i Attar’ın ruhunda tecelli ederek ona yol gösterdi.

        Salih Mirzabeyoğlu

İZDİHAM