2 Mart 2016

Roger Garaudy, Gerçekcilik Açısından Kafka 5. Bölüm

ile izdiham

Kafka “Edebiyatı kötü bir anlamda, bir kaçış sanatı olarak anlıyordu. Ona göre edebiyat, “gerçe­kten bir kaçış” tır.
Janouch:
“- O halde “yapıntıyı” (fiction-tasni) yalanla bir mi tutacağız?” diye sorar.

“- Hayır. Yapıntı, özde bir yoğunlaşma, bir de­ğişmedir. Edebiyat ise tersine, erimedir, bu bilinçsiz hayatın yükünü azaltan bir zevk aracıdır, bir uyuş­turucu maddedir.”

“- Ya şiir?”

“- Şiir, tamamen karşıtı bunun. Şiir, uyandırır.”

“- Yani şiir dine mi dönüktür?”

“- Dine demiyeceğim ama duaya, muhakkak” (95)

Bu, Kafka’da, derinlemesine kök salmış bir tema. “Dua edercesine yazmak” (96) Ve Duanın gerçek di­li, “aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir.” (97)

Kafka’ya göre sanat, Flaubert için olduğu gibi amacı kendinde bir çaba değildir, daha yüksek bir gerçeğin emrindedir. Soy varlığa, gerçeğe katılmadan ve insanlar topluluğuna gönderilen bir bildiri olmak­tan başka anlamı yoktur.

Sanatın görevi, hayatın alışılagelmiş çevresini çatlatmak ve çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısnı ve umudunu göster­mektir. Özdeyişler’inde “Bizim sanatımız, gerçeğin aydınlığında insanın gözlerinin kamaşmasıdır; yalnızca, irkilen gülünç yüzdeki ışıktır gerçek olan, baş­ka hiçbir şey değil… Sanat, gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama kendini yakmamağa kararlı bir pervane. Sanat yeteneği, karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık huzmelerinin kuvvetle tutulahilece­ği bir yer bulmaktan ibarettir” diye yazıyordu.

Böyle anlaşılınca sanat, çok sıkı çalışmaları ge­rektirir: “Önce kendini mükemmelleştirmek için da­ha sonra da insanı buna zorlayan alışkanlığın etkisiyle ileri atılan” (98) bir trapezci gibi: “Ben aç durmak zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden … hoşuma gidecek besini bulamadım çünkü” (99) diyen açlık şampiyonu gibi; Şarkıcı Josephine gibi: “onda, şarkının hizmetinde olmayan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı, kayboldu … O yalnız şarkıda var şimdi” (100)

Bu yaratış, bu sanat yaratışı, kendi içine kapan­ma değildir. Tersine, bıkıp usanmadan ve boşuna yer­altı galerileri kazmaktır. İç dünyanın nesnelleştirilmesidir. Bir yandan da başka insanlarla karşılaşmadır.

“Kafamda taşıdığım dünyanın sınırsız genişliği. Nasıl kurtulmalı bundan, parçalamadan nasıl kurtarmalı onu? Belki de, onu ezip kendime gömmekten­se bin parça etmek daha da iyidir. Çünkü benim bu­rada bulunuşumun nedeni bu, en ufak bir şüphem yok bunda.” (101)

Sanat, apaçık bir bildiri sunamazdı; ama insan­ları uyandırabilir ve onları gerçeğin görünür imaj­ları haline getirerek harekete zorlayablirdi. Sadece olan değil fakat onun hareketini, hala yoksunu oldu­ğu şeyi, özlemini de dile getiren mit’in gücü burada­dır işte.

İnsan olarak Kafka, doğumu itibariyle, bir sür­gündür. Onun gerçek varlığı, eserinin yaratılışı ile, bütün başarısızlıklara, bütün dışa itilimlere rağmen mutlak’a doğru gerilimini sürdürdüğü yenilmez hare­ketle başlar. Yaşanılan dünyadan iç dünyaya, iç dünyadan kurduğu mitler dünyasına geçiş, ruhların vü­cut değiştirme (métempsychose) serüvenlerine ben­zer : “Doğum karşısında tereddüt Eğer ruhların vü­cuttan vücuda göçü diye brşey varsa, henüz en alçak basamakta değilim demektir ben; benim hayatım, do­ğum karşısında tereddüttür.” (102)

Sanat eseri sadece kendikendinin nesnelleştiril­mesi, yabancılaşma dünyasının düpedüz karşıtı ve panzehiri olabilecek bir yaratıcılık dünyasının dışlaş­tırılması değildir. Sanatçının seslendiği ve uyandırmakla görevli bulunduğu halka ulaşmakla tam anla­mını bulabilecek olan bir bildiridir sanat. “Köy Dok­toru” gibi çalışmalar, geçici de olsa, doyurur beni… fakat gerçek mutluluğu, bütün insanları, gerçeğin, katıksızın, değişmezin alanına sokmak için ayaklan­dırabilirsem duyabileceğim ancak.” (103)

Sanat eserinin. bildilrisine tam anlamını veren, sa­natçı ile halkın bu içten ilişkisidir: “Halk ile birey arasındaki güç farkı sonsuzdur; yeter ki halk, koru­duğunu, çevresinin sıcaklığı ile sarsın, barınak olsun ona.” (104)

Şato’daki Yerölçücü, Şarkıcı Josephine’in yüzü­nü ışıtan haleye benzer bir “hale ile çevrilidir. Or­taya koyduğu soru herkeste yankı uyandırır, çünkü herkes bilmeden kafasında bu soruyu taşıyordu: “Belki de ondan becerip dile getiremedikleri birşeyi isti­yorlardı.” (105)

Kafka’ya göre, sanatçı anlatış, iç dünyanın bir dışa vurumu, bir nesnelleşmesidir. Bu, görünmez, evre­ni görünür kılmaktır. Her yazı, yaşanmış anı, düş ya da masal olsun kafasında dönüp duran hayaller­den bu yolla kurtulan yazarın gerçek hayatını ters bir yansımasıdır. “Babama Mektup” ta Kafka, eserleri­, içe gömülmüş bir duygululuğun nesnelleşmesi olara­k gösterir: “Kitaplarımda, senden söz ediyordum; senin göğsüne yaslanıp sızlanamadığım şeylerden anca­k orada sızlanabiliyordum.” (106) Bu içten dışa hareketin çok daha genel bir anlamı vardır: “İç hareketi ­dışarıya doğru itebilmek, büyük bir mutluluk … Yazı­lanlar, yaşanmış şeylerin köpüğünden başka birşey değil !…. Henüz sanat değildir bu. Bu izlenimlerin ve duyguların dışa vurumu, gerçekte, yalnızca, dünyayı ­ denemenin, yoklamanın korkakça bir yoludur. Gözler, hala düşün karanlığı içindedir … Sanat daima, ta­mamen kişiliği ilgilendiren bir iştir. Bunun içindir ki, derininde trajiktir o.” (107)

Böylece her sanat eseri bir ‘belgedir, bir tanıktır. Bir ruh halinin ya da bir olayın kopyası, kelime­kelimesine bir kopyası değil, hayatın ortaya çıkar­dığı soruya bir cevap, dünyanın: yabancılaşma dün sının gereçleriyle fakat başka kanunlara uyarak ku­rulmuş bir dünyanın yabancılaşmasına bir başkaldır­madır.

İnsanın bu tüm tepkisi, yazmak tasarısının sınırlarını aşar: “Bugün, yazarak, bu kederli hali bü­tünüyle üzerimden atmak istiyorum; bu sıkıntıyı, ne kadar derinden geliyorsa o kadar kağıdın derinlikle­rine gömmek ya da onu, yazılan şey bütünüyle içime işleyecek gibi yazıya dökmek istiyorum … Bu bir sa­natçı arzusu değildir …” (108)

 

Roger Garaudy
İzdiham