4 Mart 2022

Reyhan Yılmaz, “Sonra Konuşuruz” Üzerine Yazdı

ile izdiham

Parmak uçlarından damlayan kan, bıçağın parlak ucu, hatelin altında sararan yar yüzü, soğuk toprak, sıcak ceset… Pelin’in cebindeki harçlık, güçlüğüyle cem i cümle havuz problemlerine rahmet okutan katsayı problemleri, bodrum katların havasız, ter ve ayak kokan mescid halıları… Evrim’in boynumda gezinen elleri, sigara kokan nefesi, devletin soğuk yüzü, bir devrin duru ve çarpıcı anatomisi…

İbrahim Varelci’nin İzdiham yayınlarından çıkan, kısa öykülerinden oluşan kitabı Sonra Konuşuruz; aklıma gerdiğim iplere böyle sayısız not tutturdu. Hiçbir iddiaya girmeden, “bir derdim var” siteminden bile azade, öyle basit ama su gibi cümleler. Suçlamak, sorgulamak ve sorabilmek üçgeninde hangi köşeye gitse bir değerin kestiği ellerle yazılmış hepsi. Ne bir dönem güzellemesi yapmış ne fazladan acıklı bir sos gezdirmiş hikâyelerinde. Zaman zaman acıyı nimet bilip rızkına katık eden Stoacı bir derviş teslimiyeti bizi felsefenin bir ucu yar olan toprak zemininden alıp fikrin ve teslimiyetin güvenli zeminine bırakıyor. Zaman zaman çağın kulakları sağır, insanı deli eden, yoran, tüketen kalabalığından kaçmaya çalışıyoruz. Peki nereye? Dünyanın en dibine mi yoksa gökleri delen bir zirveye mi gitmeli? İnsan kendinden nereye kadar kaçabilir ki? Deliyle ölüye aynı gömleği giydirip varlıktan soyutlayan insan, yaşadığına ve akıllı olduğuna nasıl hükmedebilir ki?

Muhafazakâr ailelerin muhafazakâr olması öngörülen çocuklarının önce kendilerini anlamayan ebeveyninden, ardından devletten yetim hissetmesi, okuyan kaç kişide daha “bencileyin” hissini uyandıracak kim bilir… Üzerine dakikalarca konuşulup asırlarca susulacak anıları, bir delikanlı gözünden ve samimiyetinden; akıcı, dupduru bir Türkçe ile kaleme almış.

Selahattin Yusuf’un dediği gibi klasik düşüncesi ve klasik zevki olmayan bir ülkeyiz. O paydadan beslenip zevkine göre şekillenmek yerine çürük ideolojisine göre şekillenmiş, köksüz tarafgirliğiyle parçalanmış insanlar, dinleyecekleri kaseti seçerken bile açıklama yapmak zorunda hisseder. “Bizim bir ülkücü ağabey vardı, arabasında hep Ahmet Kaya dinlerdi.” Pekiyi söyler misiniz? Ahmet Kaya’nın dağları niçin Kaçkar olmasın?

Kapağı kapatıp tuttuğum nefesi bıraktığımda, delikanlı yanımda oturuyordu. Hiç konuşmadan, epey karşıya baktık. Ona “peki sonra ne oldu?” diye sormak istedim. Ama ne desem benim tahayyülüm olacaktı. Onun yerine yazarına sordum:

“Söylesene İbrahim, dede o karalahanaları mezarın içinde unuttu mu, sevdiğinin koynuna can olsun diye bilerek mi koydu?”

Yazan: Reyhan Yılmaz

İZDİHAM