26 Şubat 2016

Özer Turan, Mide Hacimli Merhametlere

ile izdihamdergi

Yanı başındaki ilçeye gitmek için giyindiği kıyafetleri en parlağından seçen ve geride kalanlara birer pisliklermiş gibi bakarak minibüse binen beyinler minibüs boşluğunda sallanırken tadıyorlar özgürlüklerin en büyüğünü.

Hayatları kadar boş olan kasis sarsıntılarında en büyük padişah selamlarını veriyorlar geride kalan bir diğer boşluğa. Gördüm, kaba etimin biçimiyle uyum zıtlığı yaşayan taşlarla bir bütün olmaya çalıştığı saatlerde. Biçimsiz olması, telaşından sakladığı için iyiydi, çorapsız ayaklarımı, istilayı meziyet sanan buzlu çamurdan. Botlarım ki, ilk alındıkları zaman görünüşleri tam olarak buydu, yarılarına kadar batsalar da çamura, biliyordum ki başımın dışarıda olması yeterli bir sebepti yaşamam için.

Gösteriş budalası, minibüs gidiş gelişlerinde şehirliden çok şehirli olan köylülerin tatmin mücadelesine el sallayarak alet olduktan sonra sopamı tekrar havaya kaldırıp koyunları önüme kattım. Henüz hiç kimsenin parseline girmemiş bir dünya parçasına geldiğimizde defterimi açtım dizlerim üstüne. Öğretmen ödev vermişti. Çünkü hiç bir şey yapamıyordu, eksikleri tespit edip, cellât soğukluğuyla eksi vermenin guruyla tatmin olmaktan başka.

Koyunların karınlarının açlığı sonunda şahit olduğum baba şefkatini aratmıyordu, defterimin boş sayfalarını gören öğretmenim. Boyum kadar olan sopayı bir kenarına bıraktığım kara parçasında bu kez boyumdan büyük bir tahta parçasını aldım parmaklarımın arasına. Rüzgâra yalvardım, sayfalarımı rahat bırak, nasıl olsa güneş şimdi nöbet devrine girer, sen de rahat edersin ben de. Hareketlenen her sayfa, üzerime çakılan bir tahta parçası gibi saklıyordu gözlerimi kaderin küreğinden atılan topraktan.

Başımı kaldırdığımda onunla göz göze geldik. Bakışları dişlerinden keskin olan o devle. Yavaş yavaş koyunlara yaklaşıyordu, eminim beni umursadığından değil, koyunları ürkütmemek içindi sürünerek gelmesi. Elime sopayı alıp ayağa kalktım. Bir koyunu kaybetmek, kurttan daha fazla acıktığına emin olduğum mideme iki gün katıksız nezaret getirmek ve babamın yorulmasına bağlı zaman sürecek dayağa ismimi yazdırmak demekti.

Gözlerime baktı ve bırak dedi; o sopayı, bırak dedi; sana ait olmayan bütün dertleri ve bırak koyunlar için yaşamayı.

Uzaklaş dedim, başımın yaşadığı bu coğrafyanın emirlerini yerine getireyim, başıma yüklenen, coğrafya sahiplerinin isteklerini başımla birlikte yerine getireyim.

Ne başın ne de coğrafya sahiplerinin her sevişme sonunda yeni bir hayata sahip olup sahip olduklarıyla kurdukları imparatorluklar umurumda midemin sesi kadar dedi.

Yaklaşmaya başladı, açlığıma… dayağıma… koyunuma. Kendimi koyunun önüne attığımda açık ağzı koluma denk düştü. Son hatırladığım bu, bu olayın bu kadarı için. Gözlerimi açtığımda yıldızlar her zamanki şefkatleriyle beni çağırıyorlardı. Ayağa kalkar kalkmaz koyunları saydım. Ayın nöbeti devir almasından daha fazla sevindim sayılarının tam olmasına. Anlaşılan bütün hayvanların çocuklara ilişen acımasızlıkları sınırsız değilmiş. Karanlığından anladım saatin bir hayli geç olduğunu gecenin. Geç kalmakta en az bir gün yatırırdı, yazılı olmayan baba kanunnamesinde. Telaşla koyunları toparlayıp köyün yolunu tuttum. Benden daha fazla telaşlanmış babam köyü ayağa kaldırmıştı ve karanlığın içini ateş böcekleri sarmıştı. Açıkçası köyü ilk kez bu kadar güzel görüyordum. Koyunları gören babam hazinesi tek tek sayarken zevkten ağzı kulaklarına eriyordu. Sonra bana döndü ve büyük bir merhametle(!), bu kez bana saydırdı parmaklarını, saydım bende tek tek, öğretmenim haklıymış, tam beşkardeş… Eve girdiğimizde; senin koluna ne oldu diye annem birden bağırmaya başladı. O zaman fark ettim; bütün hayvanların merhameti midelerinin hacmi kadarmış…

Birkaç gün sonra tedavim bitti ve öğrenci maskemi yüzüme geçirdiğim gibi yoklama defterindeki yerimi aldım. Öğretmen defterimde ödev aramaya koyuldu. Aslında ellerim donmadan önce, rüzgârın izin verdiği kadar yapmıştım fakat kurt geldiğinde çamura battı diyecektim, sormadı. Yüzündeki kızgınlık ifadesi altında, liderlik tatminiyle memnuniyeti fark edince sustum.

Ömrümün teneffüs araları sahibi tahtaya bir yazı yazdı, sol elimle yazmaya alışık olmadığımdan geç kaldım, sildi. Ama ben daha yazamadım… diyemedim.

Hayat ne çıkardıysa karşıma, ben daha yazmadan sildi. Silinmenin siniri sindi sineme, kimseye kızamadım, kendimden başka.

Günümün en bana kalan kısmı bir zille kesildi ve bir dört duvar arsına bir isim daha koyup eve gittim. Benim isim koyduğum her yerin sahibi omuzlarıma görev yükledi. Taktım bu kez ismi hizmetli olan bir diğer maskemi ve yemek yapmaya koyuldum, merhameti midesinin hacmi kadar olan hayvana.

Özer Turan

İzdiham