20 Kasım 2021

Özdemir İnce, İmge ve Serüvenleri

ile onurkorkmaz

Roger Caillois, “Şiir Sanatı” adlı kitabında bir öykü anlatıyor: New York’un Brooklyn Köprüsü’nde dilenen bir kör varmış. Köprüden gelip geçenlerden biri adamcağıza günlük kazancının ne kadar olduğu sormuş. Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş. Yabancı bunun üzerine kör dilencinin göğsünde taşıdığı ve sakatlığını belirten tabelayı almış, tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra tekrar dilencinin boynuna asmış ve şöyle demiş: “Tabelaya gelirinizi artıracak bir yazı yazdım. Bir ay sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana.” Dediği gibi bir ay sonra gelmiş: “Bayım size nasıl teşekkür etsem acaba?” demiş dilenci. “Şimdi günde on- on beş dolar kadar topluyorum. Olağanüstü bir şey. Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka vermelerini sağladınız?” “Çok basit,” diye yanıtlamış adam, “tabelanızda ‘doğuştan kör’ yazıyordu, onun yerine ‘bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim’ diye yazdım.”

“Sanırım söz sanatının, dolayısıyla yazın ve şiirin başlangıcı, kaynağı buradadır,” diyor Roger Caillois.

“Doğuştan kör” cümlesi, bir durum belirten açık seçik, kesin bir tanım, ama imgelem gizilgücünden ve duyarlıktan yoksun. Buna karşın, yabancının yazdığı cümlenin bulaşıcı ve tedirgin edici yükü, imgelem gizilgücünü ve insan duyarlığını harekete geçiriyor; kör dilencinin yitirmiş olduğu şeyleri anımsatıyor, bu anımsatmayla birlikte bir evrensellik, genellik kazanıyor: okur onun trajik gerçeğinin içine giriyor ve onunla yer değiştiriyor. Günlük yaşamda bu değişim bir “merhamet” yaratır, ama yazın ve şiir bağlamında bunun karşılığı “heyecan” oluyor. Demek ki yazın ve şiir, sözcükler aracılığıyla insanlarda bir heyecan yaratmayı amaçlıyor, gerçekler aracılığıyla heyecanlara ulaşmayı amaçlıyor.

Kör adamla yabancının yazdıkları cümlelere başka bir yörüngeden bakacak olursak: birincinin yazdığı cümle bir düzyası özelliği taşıyor, çünkü tek ve değişmez bir anlamı var tek başına. ‘Doğuştan kör.’ İkincinin yazdığı, şiir tanımının kapsamına giriyor, çünkü bir kez de okuyan kişi tarafından yazılıyor ve bir tür ‘bulaşıcılık’ kazanıyor.

Avrupa’da Rimbaud ve Lautreamont’dan, ülkemizde de en belirgin biçimde Nâzım’dan bu yana şiir artık ölçü, uyak, hece sayısı, ses yinelemesi gibi koşuklama kurallarına dayandırılmıyor. Bu kurallara uymak şiir için vazgeçilmez bir koşul değil. Buna karşın şiire varlık ve sürekliliğini kazandırıp bunu koruyan başka bir öge var: İmge. Bir ‘nesne’ olarak düşünmek gerek imgeyi. “Bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim,” cümlesi Anglo-Sakson koşuklama kitaplarında öğretilen imge kurallarına tıpatıp uygun değil, ama bence bir imge, çağdaş bir imge; çünkü bulaşıcı; bir heyecan yaratıyor ve ikinci kişiler tarafından yeniden üretilebiliyor. Öyleyse imgeyi, yeniden üretilen bir şiir birim olarak görebiliriz. Zaten Roger Caillois da, ‘İster düzyazıda, ister şiirde olsun, dilin yeni bir biçimde kullanılışıdır imge,’ diyor. Demek ki imge ögesi bir sözcüğün anlamını genişletiyor, derinleştiriyor, çoğaltıyor. İmge, sözcüğün belirtme, gösterme ve adlandırma yeteneğine bir başkasını ekliyor: Çağrışım.

Sözcükler, belirtiyorlar; adlandırıyorlar. Ama sözcüklerin belirtme ve adlandırma güçleri, nesnel gerçekleri duygu, düşünce ve heyecanlarımızı karşılayacak, taşıyacak kapsam ve güçte olamazlar her zaman, eksik kalabilirler. Ara ve artı anlamlar vardır. Sözcüklerin karşılıklı etkileşiminden doğan yeni anlamlar, erden anlamlar, karanlıktan gelen, karanlıkta oturan anlamları vardır. Ve bunları karşılamaya sözcüklerin sözlüksel anlamları yeterli değildir; başka bir nesnenin özelliklerinden yararlanarak, bu nesnenin özelliklerini ilgilendiğimiz nesneye taşıyarak ve yaklaşık olarak tanımlayabiliriz bunları; başka bir deyişle: A’nın özellik ya da özelliklerini B’ye çağırarak. İşte bu çağırdığımız şeye imge diyebiliriz. Artık şiirimizde birer kalıp imgeye, birer simgeye dönüşmüş olmalarına karşın ‘fidan boylu sevgili’ ve ‘servi salınışlı güzel’i yaptığımız işe örnek gösterebiliriz. Böyle, tamlamaya başvurmadan, sözcükleri yan yana koyarak da sağlayabiliriz bu sonucu: ‘Servi sevgilim’ ya da ‘Sevgilim, servi’ gibi. Artık bayağı sayılması gerekli ve zorunlu bir imge, ama olsun, biçimsel olarak iyi bir örnek. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi; servi’ye ait olan salınma, sallanma ve narinlik özelliklerini sevgili’ye taşıyıp başka bir şey çağırıyoruz. Çağırdığımız şey, ‘sevgili’ ile örtüşüyor ve bir imge oluşturuyor. İmgenin mekanizması en basit düzeyde işte böyle çalışıyor.

Dilin bütün anlatım boyutlarını kapsar şiir, bu boyutların sınırlarını zorlar. Öğretmeyi ya da anlatmayı yadsır. Çağrışım yapmayı seçer özellikle, sözcüklerin sözlük anlamlarının söylemediği şeyleri söyler. Kimilerinin, belki karşı çıkmayı düşünebilecekleri bir şiir tanımı. Ama ne yapalım ki önsel olarak ‘seçkin’dir şiir. İmgeye pek az başvuran Brecht gibi ozanlar şiirlerini imgelerle kurmasalar bile, şiirlerinin oluşturuğu bütünsel bir imgeyle yeni bir şey çağrıştırırlar. Özetleyecek olursak: çağdaş şiirin ayrılmaz, oluşturucu parçasıdır çağrışım; ve çağrışımın bulunduğu yerde de ister kurallı, ister kuralsız üretilmiş olsun imge vardır. Roger Caillois üstada göre şiir, ‘bir dize ve imge sanatıdır.’ Hemen karşı çıkmaya kalkışmayalım: Şiiri henüz koşuklama sanatı bağlamında konuşuyoruz, dolayısıyla imgeyi bu bağlam içinde ele alıyoruz; sırası gelince onu içerik bağlamında, yansıma bağlamında ele alıp, şiirin bir bilgi türü ve imgenin de bir bilgi taşıyıcısı (hem de en dile ve ele gelmez ölgelerde) olduğunu söyleyeceğiz. Ama sırası gelince.

“Şiire inanmak, Homeros ile Mallarme arasında her şeye karşın, ortak bir şeylerin bulunduğunu düşünmektir,” diyor Roger Caillois. Aşağı yukarı böyle söylüyor.

Hemen belirtmem gerek: benim bu yazım Homeros ile Mallarme’nin akrabalıklarına inanmayanlara seslenmiyor. Ben kendi payıma ne Homeros’tan ne Mallarme’den, ne Mayakovski’den ne Saint-John Perse’ten, ne Behçet Necatigil’den, ne Ahmet Arif’ten vazgeçebilirim; Nâzım’ı okurken, Neruda ve Ritsos’u okurken duyduğum derin estetik ürpermeyi Rene Char’ı, Yves Bonnefoy’yı, T.S. Eliot’ı, Dağlarca’yı, Necatigil’i, M.C. Anday’ı, A.H. Çelebi’yi okurken de duyarım. Yeter ki şiir bir ‘has şair’in elinden çıkmış olsun.

İmge’yi çok önemsiyorum. Çünkü şiirin bütün sorunlarıyla (biçimsel, biçemsel, içeriksel vb.) çok yakın ve sıcak bağları bulunduğu, bir ozanın şiirine olduğu kadar, bir ülkenin şiirine damgasını vuran en önemli şiirsel etkenlerden birinin imge düzeni olduğunu, şiirsel kimlik ve kişiliğin en vazgeçilmez öğesi sayılması gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı bir yemeğe katılan baharatın onun tadını yaratması gibi: ne fazla, ne eksik; gerektiği yerde, gerektiği kadar.

Özdemir İnce

İZDİHAM