2 Ağustos 2019

Nuri Bilge Ceylan: “Meselem insan denen muammayı ve onun bağlı olduğu daha da büyük muammayı anlamlandırmaya çalışmak”

ile izdiham

Derin ilişki, şiirsel bir dilin içinde kurulmuş ilişki, fazla laf barındırmaz olsa gerek. Şiirsel dilden kasıt biraz da bu değil mi? Suskunluğun başlı başına bir kelime, cümle, hatta lehçe olduğu; oradan neşet eden bir kelimeyle bir âlem kurulduğu… Yanlış anlamaların, yüzeysel çıkarımların, yargıya varmaların, tanıdığını zannetmelerin, tahminde bulunmaların olmadığı; an’ın içinde oluşan, maziye ya da istikbâle değil de, derine ve yükseğe doğru bir hareketle son derece düşünceli ve duyarlı bir dil.

Nuri Bilge Ceylan, bu dili kendisinde var edebilmiş ve filmlerine de yansıtabilmiş işinin eri yönetmenlerden.

Bir Zamanlar Anadolu’da filminin kurgu günlüğünde yer alan, ciddi bir düşünce insanının ağzından çıkabilecek kadar güzel ve son derece haklı şu sözleri tekrar tekrar okunasıdır. Neden sürekli yavaş tempolu filmler yaptığını da burada açıklıyor:

“…Gözlerim flu kitapların üzerinde öylece dolanırken kitaplardan biri usul usul netleşti. Ne zaman aldığımı ya da oraya nasıl geldiğini bile hatırlamadığım bir kitap adeta bir vahiy gibi varlığını bana gösterdi. Yalçın Koç‘un yazmış olduğu ‘Anadolu Mayası‘. Yalçın Koç yanlış hatırlamıyorsam Boğaziçi Üniversitesi‘nde okurken kendisinden bir iki ders almış olduğum biri. Kitabı öylesine okumaya başladım. 20 sayfa kadar su gibi okudum. Algılarım o kadar açıktı ki. Bu açıklık hayattan öyle derin bir haz almamı sağlıyordu ki… Yaşadığımız hayat ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, onu algıladığımız oranda onu yaşadığımız gerçeğini derinden duyumsadım. Hayat, kendi irademiz dışında değişecek bile olsa algılama şeklimizin de ona bir şekilde ayak uyduracağını kabul etmek lazım. Hayatın bir şekilde yavaşlaması algılama gücümüzü nasıl da artırıyor. Çok hızlı yaşadığımız için yaşadığım hiçbir şeyin duygusunu gerçekten algılayamadığımı duyumsadım. Sadece haz duyulması gereken bir şeyin hazzının layıkıyla duyumsanmaması değil, aynı zamanda acı vermesi gereken bir durumun da daha doğru dürüst varlığını hissettirmeden başka bir olay tarafından unutturulması söz konusu oluyor. Algılarımızın keskinliğini arttırmak için hayatımızın temposunu düşürmemiz gerektiği aşikar. Neden yavaş tempolu filmleri sevdiğim ve böyle filmler yapmak istediğimin nedenleri de buralarda yatıyor zaten. Bugün uyandığımda varlığını hissettiren ruh hali, ancak nazlı bir yavaşlık temposu içinde ortaya çıkabilir çünkü.”

Nuri Bilge’nin filmlerine sirayet eden o ağır hava esaslı bir sessizlik aslında. Tabii zâhiren susmadan, bâtınen susmak zor. Önce arıza dili tutmak, sonra arızi sesi kısmak lazım, ki asıl ses duyulsun. Peki ne için susmak? Dinlemek için. Susmak, dinlemeye yol açmıyorsa o susmak da beyhude. Her konuşan gibi, her susan da muteber değil. Çok konuşan sussun, çok susan konuşsun. Meşrebe göre reçete. Susmaktan maksat dinlemek, dinlemekten maksat anlamak.

Yönetmenin muğlak olanı muğlak, basit olanı basit olarak bırakmak istemesinin temelinde bu esaslı susuş mevzusunun olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, tabiatına aykırı hiçbir nesne göremiyoruz filmlerinde.

“Bir yönetmen seyirciyi hesaplayarak film çekmez, çünkü seyirci zaten homojen bir topluluk değildir. Sinemacı en az kendisi kadar zeki biri için çekmelidir filmini. Ben çok fazla akla hitap eden filmler yapmıyorum. Bence seyirci gerçeğin sadece bir yanıyla yetinmeyi bilmeli.

Flu bölge bırakmayan bir sinemaya fazla alıştıklarını düşünüyorum. Oysa sinema derinleşebilmek için izleyicinin hayal gücüne ihtiyaç duyar. Romanda bu daha kolay, okur okuduklarını zihninde canlandırmak zorunda çünkü. Sinemada öyle değil. Bence biraz muğlaklık kesinlikle şart. Hayat dediğimiz şey en yakınımızın, en yakın arkadaşımızın, karımızın bile tam olarak ne düşündüğünden emin olamadığımız bir muğlaklıkta geçiyor aslında. En gerçek, en tehlikeli, en gizli duygularımızı hep sürekli saklamak zorundayız çünkü. Gerçeği tahmin etmek zorundayız.

Bence sinemada da böyle olmalı. Ben sinemamda bir çeşit muğlaklığa çok önem veriyorum. Ama tabii bu tamamen keyfi bir muğlaklık olmamalı. Yönetmenin kafasında her şeyin cevabı çok net bir şekilde olmalı muhakkak. Yoksa oyuncuyu yönetmeniz bile mümkün değil, cevabını bilmiyorsanız.”

Ozan Aziz Dilber

İZDAHAM

Sanatkaravanı