5 Şubat 2021

Nurbanu Kablan, Minari Filmi Hakkında

ile izdiham

Sinema bir bakıma hayatımızın aynası! Ve o aynaya baktığımızda mutsuz yüzlerimizi görüyoruz genellikle. O an Louis aragon’un şiirindeki “mutlu aşk yoktur” dizesi “mutlu insan yoktur” çevirisiyle geri dönüyor. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren başlayan hayat gailesi bir ömür sürüyor; gerek toplumsal, gerek ailesel, gerek bireysel…

Savaşlarla, göçlerle, salgınlarla, hastalıklarla, açlıkla… Hiçbir şey yoksa kendimize yarattığımız problemlerle… Bir debelenmedir gidiyor. Devinimiyle…

“Minari” de böyle bir film işte. 

Kore’deki hayat şartlarının zorluğundan şikayetçi olan bir çift bu şartlardan kurtulmak ve rüyalarını gerçekleştirmek için geldikleri Amerika’da yaşadıkları farklı bir şey değildir. Yine hayatın zorlukları ile karşı karşıyadırlar. Kalbi zayıf altı yaşlarında bir erkek çocuğu ve on yaşlarında kız çocuklarıyla var olmaya çalışan ailede karı-koca birbirlerini yemeye devam ederken hayat da ağzını açmış onları yemeye çalışmaktadır…

Jacob (Steven Yeun) ailenin babası olarak  eşine  ve çocuklarına daha iyi yaşam koşulları oluşturmak için  Arkansas’ta bir araziye çiftlik kurmak üzere onları peşinden sürükler; ev olarak karavanda hayatlarını sürdürmeye başlarlar. Jacob ve karısı Monica (Han Ye-ri) bir yandan da eski işlerini;( civcivleri erkek ve dişi olarak ayırma işlerini) devam ettirirler. İşe gittiklerinde karavanda yalnız kalan çocukların başına Kore’de yaşayan büyük anne getirtilir. Kalbi delik olan David (Alan S. Kim) önceleri büyükanneyi kabullenmez. Monika’nın annesi olan Soonja (Yoon Yeo-Jeong) sonraları torunuyla kurduğu sıcak ilişki sayesinde kendini kabul ettirir, ailenin aklı başında  sağduyulu kızı Anne (Noel Cho) ise en tarafsız kişi olarak ailede, seyirci tarafında bile hissedilmeyen köprü görevi görür. Jacob olağanüstü çabalarıyla bahçesinin sulaması için kuyudan su çıkarır, bahçesinde Amerika’da yaşayan Korelileri gözönüne alarak kore sebzeleri yetiştir. Ne ki işler umduğu gibi gitmez gene sıkıntılarla boğuşmaya devam ederken büyükanne felç geçirir, bundan sonra artık olayların seyri değişir…

Minari; kendiliğinden doğada yetişen ebegümeci, ısırgan, telce gibi şifalı bir bitkidir. Büyük anne o bitkinin tohumunu Kore’den getirerek  bulundukları arazinin biraz ilerisindeki sulak yere torunları ile   ekmiştir. Aradan geçen kısa süre içinde bitki yetişerek epeyce alan kaplamıştır…

Bu arada minarinin ekildiği alanın  suyundan olsa gerek David’i kalbi de iyileşmeye başlamıştır. Ancak buna bile sevinemezler, onları başka bir felaket beklemektedir…

Filmde elbette mucizeler olmuyor, esaslı bir şaşırtma da yok ama seyircinin beklediği gibi de yürümüyor hikaye. Çocuğun ne zaman öleceğini düşünüp kendini başından bu acıya hazırlayan izleyici çocuğun iyileşmeye başlamasıyla beklentisinin gerçek olmadığına seviniyor; öte yandan bu kadar çabaya bahçeden iyi bir ürün elde edip o ürünleri satarak ailenin bir parça rahata kavuşması beklentileri de boşa çıkıyor…

İşte burada başka bir şey oluyor. Minari, o kendiliğinden biten sıradan ot ailenin yeniden umudu oluyor. Herşey sil baştan yeniden yazılmaya başlanıyor. Sonunu bilmiyoruz tabii… (Modern anlatım da budur zaten) Bildiğimiz, ipleri kopup parçalanacak ailenin ipi yine o arazide çocuklara salıncak olarak kalıyor.

Prömiyerini Sundance Film Festivalinde yapan; Jüri Büyük Ödülü ve Seyirci ödülü alan Minari’nin prodüktörlüğünü de Brad Pitt, yapımcılığı ise Amerika’da kaliteli filmlerin  markası haline gelmiş A24 yapmış. Harika bir müzik (Emile mosseri) ve çocuklar da dahil iyi oyunculukların sergilendiği 2020 yapımı film kesinlikle izlenmeli.

Nurbanu Kablan, Kaynak: Ortakoltuk

İZDİHAM