31 Ekim 2017

Mustafa Kutlu, Günler Gelip Geçerken

ile izdiham

Aziz Mahmut Hüdai (Hz).:

“Günler geçip gitmekteler

Kuşlar gibi uçmaktalar.” diyor. O dönem için ne kadar veciz, ne kadar sade, ne kadar derin, ne kadar Türkçe bir beyit. Bunlar bizi etkiliyor.

Rivayete göre Yahya Kemal’in de bulunduğu bir mecliste (işin aslını öğrenmek için Yahya Kemal uzmanı olan sevgili Beşir Ayvazoğlu’na sormak lazım), ki bu mecliste bulunanların çoğu belli bir şiir zevkine, birikimine sahiptir; Divan Edebiyatımız’dan binlerce gazel, binlerce beyit ezberlemişlerdir, şöyle bir karara varılıyor:

Meclistekilere bir hafta izin. Bu zaman zarfında her fert edebiyatımızdan en güzel, en mânalı, en derin, en âhenkli mısrayı seçip getirecekler. Böylece koca Divan Edebiyatımız’ın “şah mısra”sı bulunacak. Bir hafta sonra meclis toplanıyor ve bulunan mısralar okunuyor. Gariptir; meclisin çoğunluğu şu mısrayı tercih etmiş:

“Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur”. Üstad Yahya Kemal dahi bu neticeye katılıyor. Serapa Türkçe, saflık ve sadelik ile âdeta kristal hale gelmiş bir mısra. Doğrusu ben de bu mısraya vurgunum.

Biz acımızı içimize atarız. Gözyaşları içimize akar. Derdimizi demek için ciltler dolusu kitap yazmayız. Hele “itiraf” biz de hiç âdet olmamıştır. Şikâyet yiğide yaraşmaz. Ben sabah yediğini unutanlardanım. Ezberimde hiçbir şiirin tamamı yoktur. Geriye dönüp bakmayı, hatıralarla avunmayı, nostalji denizinde yüzmeyi sevmem. Gelecek için projeler, planlar yapmak istemem.

Benim tavrım mutasavvıfların “dem bu demdir” sözüne uyar. Şimdi’yi önemserim. Şu an ne yapıyorum, aslolan budur.

Şair Refik Durbaş “Geçti mi geçen günler?” demiş. Herhalde şunu kastetmiş: Geçti ama delip de geçti. Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür. Şairin yarası kanamaktadır. Öyleyse gün geçmemiştir. Ya ne olmuştur?

Gün uzamış yüz yıl olmuştur.

Gökkubbenin altından gelip geçerken şunu düşünelim. “Ben ne yapıyorum?” Çünkü zaman Hz. Aziz Mahmud’un dediği gibi kuş uçumu geçiyor.

Dünyaya gelen her fert dünya hayatının şartlarının mahkumudur. Ancak Cenab-ı Hak bize ahireti müjdeliyor, sonsuz hayatı.

Dünya işleri ile ilgileniyoruz. İnsanoğlunun acz içinde uğraştığı, bazen nefsine yenilip hırsla, heyecanla saldırdığı işlerdir bunlar. Başarırsak sevinir, başaramazsak üzülürüz. Oysa hepsi fani. Öte dünya için ufak da olsa bir eylemde bulunmak bunların hepsinden daha değerlidir.

Sultan Süleyman’a kalmayan dünya hangimize kalacak. Efendim “biz gideriz namımız kalır”. Doğru. İnşallah bu nam iyilikle, güzellikle, şefkatle, merhametle, feragatle, cesaretle, cömertlikle, mertlikle doludur.

Ardımızdan bir Fatiha okunur.

Yahut sadaka-i cariye olarak bir şeyler bırakırız, dünya durdukça dua alırız.

Bu sebeple geçen günler geçmemiştir. Biz bu “gam yükünü” omuzlayıp hesap verilecek meydana kadar taşıyacağız. Bunu akıldan hiç çıkarmayalım. Ömür, dünya hayatı, insanlara Cenab-ı Hakk’ın bir lütfudur. Onun değerini bilelim. İyilikleri ertelemeyelim. Şurası malumdur ki: “Kötülerin gölgesi olmaz”.

Çile varsa, sabır da vardır, dert varsa mutlaka dermanı vardır. Bazı dertler bizi uyanık tutmak için Hakk tarafından ihsan edilmiştir. Derdimizin dahi bir kıymeti vardır.

Günlerin geçmediğini ama kuşlar gibi uçtuğunu söyledik. İşte bu “yekpare bir an”dır. Hani eskilere dersiniz “ömrün nasıl geçti” diye. “Göz açıp kapayıncaya kadar” cevabını verirler.

Bunda elbette bir ders vardır. Zaman budur. Çarşambalı Deli Ziya bunu mezar taşına yazdırmıştır: “Hayat bir gündür, o da bugündür”.

Kendisini kimse tanımıyor. Ama derin mânaları taşıyan mezar taşı duruyor.

Meramım vaaz vermek değildir. Belki kendimle konuşuyor-dertleşiyorum. Yoksa gönlün çektiklerini anlatmaya kalksam “şikâyet” olur.

Biz şikâyeti bir yana bırakalım.

“Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilecek mertebeye ulaşmaya bakalım. Şu fani dünyada gönül yapmaya çalışalım, gönül yıkmaktan kaçınalım.

Bütün bunları yapacak, dünyayı bir kalemde silecek kuvvet ve manevi kudret kimde var. Az kişide. Çoğunluk bizim gibi evsatu’n-nas. Yani “Kıl beşi, kurtar başı” diyenler.

Peki biz ne yapacağız? Dua. Duadan gayrısı yalan.

 

 

 

Mustafa Kutlu, Yeni Şafak

İZDİHAM