9 Mart 2016

Mustafa Kutlu, Fikir ve şiir

ile izdiham

Şamanların, kâhinlerin şair olduğunu söylerler. Bu nedir? Bu sözü etkili kullanmanın avantajıdır. Öyle konuş ki karşındakiler büyülensin. Bu anlayış kırpıla kırpıla günümüze kadar gelmiş, hayatın her yanına sızmıştır. Şiir gibi gol, şiir gibi kız, şiir gibi dans vb.

Şarkta söze çok değer verildiğinden uzatılması, israf edilmesi, gevezeliğe dönüşmesi istenmez. Arzu edilen mısra-i bercestedir. Öyle bir laf et ki asırlarca dilden dile dolaşsın ‘kelam-ı kibar’ olsun.

Şiirin elbette ki günlük dilden ve nesirden ayrı bir dili vardır. Hatta bu dil şairden şaire değişir, dilini bulan şair kişiliğini bulur. Şiir geçmişte sosyal fayda yanında aynı zamanda bir ‘hüner’ sayılıyordu.

Nesir vazıh, şiir muğlaktır. Büyüsü, bilmecesi oradan geliyor. Adamın sözlerine karşı bir beyit söylersiniz, mâna pek açık olmasa da kıç üstü oturur. Malum ‘Mâna Şairin Karnındadır’ veya ‘Aldanma ki şair sözü elbette yalandır’. Bu yalan sanatın aslında ‘uydurma’ bir şey olduğuna işaret eder. Ancak insanoğlu yalana da muhtaçtır. Adamı menfaat için översiniz, adam ‘Söyle söyle, yalan olsa da hoşuma gidiyor’ der. Bu nedir? Bu nefsin hayır ve şerri birlikte taşımasıdır. Şiirin ideolojiyi veya bir fikri taşıması –eğer o gerçek bir şiir ise– değerini düşürmez. Taşıyamazsa çuvallar, kötü şiir olur.

Toplumu yönetenler, siyasiler, ulema, meşayih sözlerinin etkili ve inandırıcı olması için, ve bilhassa ‘akılda kalması’ için şairaneliğe başvurur. Fikriyatı şiirle hafızaya kazırlar. Dini metinler dahi bu sebeple ezberlenir. Ezberci eğitime karşı çıkanlar aldanıyor. Eğitimin esası ezberdir. Çarpım tablosunu ezberlemek şart olduğu gibi, formüller de ezber ister.

Eski nesir şiirin gücünden yararlanmak için bir âhenge ihtiyaç duymuş, secili ifadelere başvurmuştur. Menakıbnameler, Nasihatnâmeler, Fetihnameler, Gazavatnameler, Şehnameler hatta lügatler dahi şiirle yazılmıştır. Burada şiirin en kaba tarifi işler: Vezinli ve kafiyeli söz. Bu vezin musiki ile birleşmiş, güfteler makam ve bestelere güç katmış, klasik ifade vücut bulmuştur. (Aruz’un ritmi gibi serbest şiirin de bir ritmi olmalı) Bir nevi hikâye sayılacak mesnevîleri, kasideleri, mersiyeleri saymıyorum.

Meselenin en temelinde ‘hikmet’ vardır. Onun muhtevası biçime bürününce ‘âhenk’ doğar. Şarkın edebiyatı ‘hikmet ve âhenge’ dayanır. Bunun da temelinde ‘ilahî kelam’ vardır.

İletişim açısından asırlarca kalabalığa hitap eden bu ifade, bizde Batılı fikirlerin halka izahı için uzun süre kullanıldı.

Biz ‘vatan’, ‘hürriyet’ kavramlarını Namık Kemal’in şiirlerinden aldık. Şiir eskiden olduğu gibi fikri yüklenmişti. Tevfik Fikret aynı yolu takip etti. ‘Vatanım rûy-i zemin, milletim nev-i beşer’ derken şairliğini konuşturuyordu.

Fikriyata pek meyletmeyen Cenap Şahabettin, bizde belki de modern mânada fikrin ağırlığından sıyrılıp ‘Haşim’in görüşü ile musikiye yaklaşan ilk şairdir.

‘Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma’ mısraı neredeyse II. Yeni’yi hatırlatır. Ama bu istisnalar dışında Ziya Gökalp Turancılık ve Türkçülüğü, Mehmet Emin Yurdakul Türkçülüğü, Mehmet Âkif İslamcılığı, Nazım Hikmet sosyalizmi şiire yükleyerek halka taşımak istemişlerdir. Ve bu çaba sonuç vermiştir. Çoğu insan sosyalizmi Nazım’ın şiirleri ile benimsedi. Hutbelerde hâlâ Âkif’in şiirleri okunur.

İletişim-eğitim alanında Cumhuriyet dönemi de devrimleri halka maletmek için şiire başvurmuş, pek çok şair rejimi öven, lideri öven eserler kaleme almıştır.

Karşı cephede yer alan Necip Fazıl ve Sezai Karakoç aynı yolun yolcusudur. Sosyalizme bağlanan şairler bu ideolojinin propagandasını yapmıştır. Son büyük şair İsmet Özel ise hem sosyalist iken, hem İslam’ı benimsediğinde aynı tutumu sürdürdü.

II. Yeni şairlerine ayrı bir bahis açmam lazım ama yerim dar. Bu arkadaşlar II. Dünya Savaşı (Medenî denilen ülkeler nasıl böyle bir vahşeti oluşturdu?) sonunda hayatın anlamını kaybederek (resim dahil) absürde, saçmaya sarıldıklarında, esasen batılı sanatçıların bunalımını taklit ediyor (Biz savaşa girmedik ama), onların vicdan azabı ile dili dahi bozuyorlardı. Sezai Karakoç inancı ile bu vartayı atlattı. Ötekilerden Turgut Uyar işin farkına vardı ve 1963’de ‘Şiir çıkmazda, çünkü insan çıkmazda’ sözünü söyledi. Bu bizim değil Batı’nın çıkmazıdır.

İletişim araçları, radyo, televizyon, görsel medya, şimdilerde sosyal medya devreye girip dünya küçük bir köy olunca şiirin pabucu dama atıldı. O artık sadece meraklısına hitap edebilir.

Çünkü öteden beri dünyayı teknolojik medeniyet ve küresel sermaye yönetiyor. Tüketim toplumunun şiire değil âletlere eğilimi var. Söz itibardan düşmüştür. Göz kulağın önüne geçmiştir. Aslına bakarsanız dünyada kayda değer fikir de yok.

Televizyon çıkınca radyonun önemi kalmadı demiştik; yine de radyo âşıkları yaşıyor. Tıpkı şiir âşıkları gibi.

Bir avuç.

Şiir fikri taşıyamayınca (veya taşıyacak fikir bulamayınca) kabuğuna çekilip orada atıp-tutmaya başladı. Fikre ihtiyacım yok diyor.

Tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok.

Mustafa Kutlu
İZDİHAM