5 Nisan 2017

Merve Boyraz, Bana ne Sonbahar

ile izdiham

 

Derdini öykülerle anlatacak kadar sabırlı değil kalemim. Bu sabah erken uyandı, hiç görmediği bir rüyada bilmem neler buldu lakırdılarıyla laf kalabalığında boğamam kendimi. Bunu becerebilen sabır şahsiyetlere de saygım sonsuz her daim. Ben toplumun, mutlu olma çabasıyla ömrünü tüketen bir ferdeyim, her şeyi kendine dert edenlerden hani. Belki de toplum kelimesini zihnim de her duyduğumda ki sızısı sebep bu yazılara. Ben toplumla arama perde çekemedim. Kendi dünyamla yetinemedim hiç.

Yüzyıllardır felsefe üstüne felsefe yapılmasına rağmen bu toplum da halledemediğimiz şey ne? Ne biliyor musunuz? Ya da biliyorsunuz da toplumu başkalarının yaptıklarının kurtaracağına dair inancınız o kadar güçlü ki beklemeye ve bi gün birilerinin bir şeyler yapacak olduğuna inanmaya müthiş ikna oluyorsunuz. O birileri siz olmadıkça hiçbir şey düzelmeyecek. 21. y.y fedaileri bekleme afyonunuyla vedalaşın artık. Geldik en elem yaralarımızdan birine, tahammülsüzlüğe. Çok farklı ırklardan insan tanıdım, sohbet ettim ordan burdan, zaman denilen kaçak sevgiliyi harcadım. Ve tanıdıkça ötekileri, milletimi sevmelere doyamadım. Ama sevmek aksaklıklara kör olmak değil benim dünyamda. Ülkemi bir tahammülsüzlük sevdası boğmuş, ‘ben’ olgusu zihinleri sarmış tüm zehirli ağlarıyla. Kimse kimsenin umrunda değil ama bu söz de anlatmaya yetmiyor insanların umursamazlığını.

Kalp kırmak, adım atmakla eş değer zamanla gerçekleşiyor, ne yazık ki. İnsanlar fedakârlığı zihinlerinin kuytu köşelerinde kaybetmiş. ‘Banane’ kelimesinin unutulmasını öyle çok diliyorum ki. Herkes herkesin derdini dert edinsin, ne olur yani? Bir çocuk ağladığında annesine iğneleyici bakışlar, oflar, poflar yerine o çocuğun derdini anlamaya çalışsak ya. Sıra beklerken acelesi olduğunu söyleyen insanlara yer versek ve o insanın gerçekten acelesi olsa. Biliyorum, tüm temiz duygularımız çıkarlara feda edildikçe, vazgeçtik biz kendimizden vermekten. Kalkanlara büründük kırılmamak için. Peki, mutlu muyuz? Sürekli savunma halinde olmaktan yorulmadık mı? Bu koruma bizi tedirginliğin temelinde bir yaşama mahkûm etmiyor mu?

Bırakın kırılalım, insanlar bizi çıkarları için kullansın, körü körüne olmasın bu ama toplumun temeli birey ve biz bireyler olarak bu değişime bürünürsek belki topluma mal edemesek de kitlesel değişimlerim yolunu açabiliriz. İnsanları kullanmayı huy edinmiş çirkin kalpler uğruna iyiliğin ışıltısını söndürmeyelim. Toplu taşıma araçlarında oturabilmek için yaşlılara, hamilelere, kucağında bebeği, çocuğu olanlara, ya da kucak dolusu kitap taşıyan öğrencilere yer vermemek için türlü hallere girmesek. Sizin fedakârlık yaptığınız kişide bırakacağınız etki, eninde sonunda başka bir fedakârlığın meyvesidir emin olun.

Çünkü biz hala değerleri topyekûn kazınarak silinmiş bir toplum değiliz. Ve tüm gücümüzle sarılmalıyız bizi ayakta tutan, bir kılan ne varsa. Ben’e değil, biz’e tutkuyla bağlandıkça, güzelleşir ülkemiz. Zaten oluk oluk öldük, ölüyoruz ve ne yazık ki öleceğiz. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yok, olmayacakta. Dayanışma, tüm kötülüklere en güzel kalkandır. Bir iyilik yapın, bi çiçeğe su verin, düşen bi çocuğu kaldırın, sonsuz örnek verilebilecek ender bir terim iyilik. Sonsuzluğuna katkıda bulunun. Yapmasanız olur ama yaparsanız bambaşka olur.

Bir iyilik furyası başlatın yüreğiniz yeşersin, su yürüsün dalınıza budağınıza. Bahar mevsim olarak kalmasın… Ve meslektaşlarım, kolaya büründürülen ama en ağır yükü taşıyan öğretmenlerim, fedakarlık ve tahammülsüzlük olgusuna yolunuzu düşürürseniz, dilerim ki sonu değişim olur. Çocuklar bizim tek vatanımız. Bahar en çok onlarda, bahar en çok onlarla güzel.

 

 

 

 

Merve Boyraz

İZDİHAM