3 Mart 2016

Mehmet Taşdemir, Huzursuz

ile izdiham

Belge Yayınları’ndan çıkan Huzursuz adlı kitapla ilgilidir.

Huzursuzluk, düşüncenin ve edebiyatın bereketli toprağıdır. Bu tekinsiz topraklarda yazmaya ve okumaya koyulanlar bazı riskleri de göze almalıdır.

Tedirgin adımlarla sürecek olan bu yolculuğun insanın yolunu nereye çıkaracağını hiç kimse kestiremez. Bu topraklardaki serüven, bazen bizi vicdanımızla karşı karşıya getirir, bazen korkularımızla yüzleştirir bizi, bazen de varoluşun onulmaz sancılarına çıkarır yolumuzu. Bu yüzden tehlikelidir bu yolculuk. Zaten yaşamından memnun olanların, her şeyin yolunda olduğuna inananların, dünyalarından serüveni çıkaranların, düşlerinin çalınmasına sessiz kalanların göze alamayacağı bir yolculuktur bu. Böyle bir yerden bakıldığında edebiyatın bir tür huzursuzluk bilgisi olduğu söylenebilir.

Düşünce ve edebiyat dünyamızın huzursuzları bu gerçeğin farkında olarak, bizi ruhumuzun örtülerinin altına saklanmış karanlık ve korkutucu yanlarımızla yüzleştirir, bizim “huzur” yanılsamamızda gedikler açarlar. Daha önce üç öykü kitabıyla edebiyat sahnesinde gördüğümüz Mehmet Taşdemir’in ‘Huzursuz’u da edebiyatın bu damarından besleniyor ve okuru kendi iç dünyasında tuhaf bir yolculuğa çıkarıyor. Bir kar fırtınasının ortasındaki sakin bir otel odasında başlıyor hikâye ve edebiyat dünyasına aşina olan okurlar Yusuf Atılgan’a ve ‘Anayurt Oteli’ne yapılan göndermeleri hemen fark ediyor.

Romanın insanı kendi içinin fırtınalarıyla yüzleştiren karakterleri de okuyana hiç yabancı gelmeyen insanlar. Tedirgin cümlelerle başlayan romanın ilk sayfalarından itibaren ismiyle vaat ettiği huzursuzluğu okuyucusuna hissettirmeyi başarıyor Mehmet Taşdemir. Okuyanın ilgisini kışkırtan bir başlangıçla açılan roman, daha ilk cümlelerinde sıkı ve katılım isteyen bir metinle yüz yüze olduğumuzu gösteriyor. Sayfalar ilerledikçe okuyanı sarmalayan bir atmosferin içinde buluyoruz kendimizi.

Kar fırtınasında kaybolmuş otelin buğulu pencerelerinden dünyaya bakarken, birdenbire bir devrim duruşmasının ortasına düşüyoruz. Orwelyen bir sahnenin içine düşen okur, neye uğradığını şaşırır. Hikâyeler arasındaki bu geçişler ustaca kotarılmış; mekanik ve anlatıma sentetik bir tat veren eklektik bir kurgu değil, aksine ilgiyi kışkırtıyor. Bunun nedeni hem roman karakterlerinin sahici olması, hem de yaşanan trajediler ile yakın tarihimiz arasında hemen bağ kurabilmemiz.
Çocuklarını yemeyen devrim 

Bir tür şok etkisi yaratan devrim mahkemesi sahnesi, devrim kavramına dair bütün bildiklerimizi yeniden gözden geçirmeye davet niteliğinde. Bu sahnede gördüklerimiz “devrim kendi çocuklarını yer” gerçeğini tersyüz ederek “kendi çocuklarını yemeyen bir devrimi hayal etmek mümkün müdür?” sorusunu sorduruyor.

Nietzsche’nin “canavarla savaşırken canavarlaşmamaya dikkat et” sözü geliyor akla. Büyük idealler için yola çıkmışların sistemle mücadele ederken, bir tür zihinsel burkulmayla karşı çıktıkları şeylere benzemeye başlaması büyük bir trajedidir ve tarih bunun korkunç örnekleriyle doludur. Başka ülkelerde yaşanmış benzer deneyimlerin bizim coğrafyamızda da tekrar tekrar yaşanması, bizi, kendi çocuklarını yemeyen bir devrim tahayyülüne zorlamalıdır. Mehmet Taşdemir’in ‘Huzursuz’u bir de bu açıdan okunabilecek bir romandır.

Sahiden, devrim kendi çocuklarını yemek zorunda mıdır? Bu soru romanda çınlayıp duruyor.

 

 

Kaleme Alan: Şehmus Ay

Mehmet Taşdemir, Belge Yayınları, 2012, 199 sayfa, 12 TL

İzdiham