24 Aralık 2018

Mehmet Sabri Genç-Bir Asrın Şahidi: Mitat Enç

ile izdiham

Mitat Enç yeri doldurulamaz, mümtaz bir şahsiyettir. Bir bilim adamı, bir edebiyatçı, kendisini vatanının iyiliği için vakfetmiş biri. 1909 yılında Gaziantep’te dünyaya gelmiştir. Dünyadaki belli başlı şehirler o mümtaz şahsiyetleri sayesinde şehirdir ya da medinedir ya da medeniyettir. Eğer Oscar Wilde olmasaydı Dublin olmazdı. Mozart olmasaydı Salzburg olmazdı. Ahmet Hamdi Tanpınar olmasaydı, İstanbul’un ruhuna kim elbise giydirecekti? İşte bu şekilde şehirler için sayacağımız nice şahsiyetler vardır. Bir medeniyet, medeniyet olma iddiasını, geçmişiyle rabıta kurduğu sürece sürdürebilir. Felsefede, biz şöyle bir ayrım yaparız: İletişim bütün canlılar arasında olur. Ancak insanlar arasındaki iletişime “bildirişim” deriz. Bildirişimi de ikiye ayırırız: Yatay Bildirişim, Dikey Bildirişim. İşte dikey bildirişim geçmişle yazı yoluyla kuruduğumuz bir iletişim çeşididir. Bununla beraber bir de insanın geçmişi vardır. Hayvanların geçmişi olmaz, geleceği de olmaz. İnsanların geçmişi vardır, şimdisi vardır, geleceği vardır, bir zaman boyutu algısı vardır. Dolayısıyla insanlar geçmişleriyle de iletişime daha doğru bir deyişle bildirişime geçmek zorundadırlar. Dikey bildirişimin aracı yazıdır. Bir medeniyet, medeniyet olma iddiasını sürdürmek istiyorsa dikey bildirişimini diri tutmak zorundadır. Dikey bildirişimi kopmuş bir millet hüviyetini diri tutamayacağından, bir kimlik sorunu yaşar. Yani geçmişiyle rabıtasını her zaman diri tutmak zorundadır. Dikey bildirişimi olmayan, yani o yazı aracılığıyla geçmişinden haber alamayan medeniyetler önünde sonunda çökmeye mahkûmdurlar. Dünyada nerede bir medeniyet bir hüviyet idrakine sahipse, bunlar dikey bildirişimini koruyabilmiş medeniyetlerdir. Dolayısıyla Gaziantep şehri, evrensel veya yerli kültürüyle bütünleşmiş bir şehir olma iddiasını korumak istiyorsa mümtaz şahsiyetlerine sahip çıkarak, bunları gün yüzüne çıkarmak, onlarla dikey bildirişime geçmek zorundadır.

Mitat Enç, Cumhuriyet sonrası Türkiye’sine büyük katkıları olmuş önemli münevverlerimizden. Bana göre Mitat Enç 20. yüzyılın büyük müşahitlerindendir. Sadece Gaziantep’i değil, İstanbul’u, o devrin Türkiye’sini ve dahi Avrupa’sını ve Amerika’sını müthiş derecede gözlemlemiş bir şahittir. Görme duyusunu genç yaşta kaybetmiş olmasına rağmen kalbiyle, aklıyla görmüş ve işitmiştir. 20. asrın Avrupa’sını -Birinci Dünya Savaş’ı sonrası Avrupa ile İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’yı- çok derinlemesine incelemiş, tenkit etmiş bir şahsiyettir. Mitat Enç 20. yüzyılda, 1909’la 1991 arasında yaşam sürmüştür. Dünyaya geldiği yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir çöküş sürecine girdiği buhranlı zamanlardır. Artık büyük bir medeniyetin, yaklaşık 600 yıllık bir medeniyetin sonuna gelinmiştir. Mitat Enç, çökmeye başlamış bir medeniyetin gölgesinde dünyaya gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1918’den sonraki Antep kuşatmalarının ve Antep Harbi’nin şahidi olmuş ve belki de kimsenin aktarmadığı, hiç kimseden okuyamayacağımız bilgileri onun “Selâmlık Sohbetleri” adlı eserinden öğreniyoruz. Bu kitapta yer alan şahitliklerin bir kısmını peyderpey Gaziantep’te neşredilen bazı dergilerde yayınlamış ve ölümünden çok sonra da bu şahitlikler, kızları Zeynep Enç Hanımefendi tarafından derlenip yayınlanmıştır. Bu gözlemler, şahitlikler Selamlık Sohbetleri adlı eserinde bizlerle paylaşılmıştır. O devirde, benim en çok dikkatimi çeken gözlemlerinden biri de, dedesiyle arasındaki dikey bildirişimin yani geçmişle rabıtasının yavaştan kopuyor olmasını gözlemlemesidir. Dedesi Mecelle okurken, devrim olduktan sonra artık Mecelle okumayı bırakır. Çünkü İsviçre Medenî Hukuku Türkiye’de geçerli olmaya başlamıştır. Tabii avukatlık ya da kadılık da yapamaz olur. Mitat Enç ’in dünyaya geldiği dönemi çok iyi tenkit etmek lazım. Mitat Enç pedagoji alanında neşrettiği kitapların yanı sıra Selamlık Sohbetleri, Bitmeyen Gece, Uzun Çarşının Uluları bu üç müstesna eser Gaziantep ve Türkiye için çok mühimdir. Antep kuşatmalarının ve harbinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş süreciyle beraber ortaya çıkan toplumsal sorunların, Ermeni meselesinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinin, dolayısıyla Osmanlı’nın son döneminin ve Cumhuriyet sonrası yeni Türkiye’nin müşahididir… Sadece bunların değil Birinci Dünya Savaşı sonrası ve İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’sının, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’sının da müşahididir. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Hukuk Fakültesi’nde okumak için İstanbul’a gitmesi ve daha sonra göz ameliyatı olmak için gittiği Viyana’ya 1932 yılında yerleşmesi, onun Birinci Dünya Savaşı sonrası ve İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’sını çok yakından tetkik edebilmesini sağlamıştır. Bitmeyen Gece adlı kitabında o dönemin Viyana’sı hakkında müthiş gözlemlerini yine bizlerle paylaşmıştır. Aynı zamanda yine Türkiye, Avrupa ve Amerika hakkındaki derin gözlemlerinin ekseriyetini bu kitapta paylaşmıştır.

Toplumsal dönüşümü ya da o devrin cemiyetini otobiyografik bir biçimde yazmış olduğu Bitmeyen Gece adlı eserinin yanı sıra 20. Asrın ilk çeyreğinde Antep’teki günlük yaşamı ve o devrin insanlarını tüm hâlleriyle öyküleştirerek anlattığı bir eseri daha var: Uzun Çarşının Uluları. Bana göre Mitat Enç’in Uzun Çarşının Uluları adlı eseri Türk edebiyatının şaheserlerindendir. “Uzun çarşı nerede?” diye sorduğumuzda yerini tam olarak gösterebiliriz Gaziantep’te. Ama o esnaflar veya hikâyede geçen o dükkânlar artık yok. Mekân olarak yerleri gösteremediğimiz için, bütün o hikâyeler hayalde kalıyor. Mekânlarımızı yitirmiş olmamız, sürekliliği sağlayamamış olmamız yine dikey bildirişim sorununa işaret ediyor. Bu da şu ândaki iletişimimize yani yatay bildirişimimize etki ediyor. Ancak Viyana’da böyle bir sorun bizdeki gibi olmadığından, ben Mitat Enç’ in Viyana ile ilgili yazdığı bütün caddeleri tekrar gidip gezebilir ya da bahsettiği binaları gidip bulabilirim. Bu anlamda ben Viyana’da yaşarken, Mitat Enç’in “Bitmeyen Gece” adlı eserini okuduktan sonra oradaki havayı teneffüs etmek için öğrenim gördüğü Pedagoji Enstitüsü’ne gitmiştim. Hâlâ aynı yerdedir. Gittiği parklarda ben de oturdum. Orada Bayan Strauss’un yanında kaldığı evi araştırdım. Kitapta Tıp Fakültesi’nin karşısı diye bir ibare var, adresi yok, onu bulmaya çalışmıştım. O bina da hâlen duruyor. Dolayısıyla muhafaza edilmiş bir medeniyette, mekânsal olarak da tarihle rabıtanızı kurabilirsiniz. 1932 ile 1935 yılları arasında Viyana’da yaşıyor. Daha evvelinde İstanbul Darülfünun Hukuk Fakültesi’ni kazanıyor ve birinci sınıfta aşırı göz ağrılarından ötürü okulu yarıda bırakmak zorunda kalıyor. Ameliyat için Viyana’ya gitmek zorunda kalıyor. Orada ameliyat başarısız oluyor. Tekrar Türkiye’ye dönüyor ve bir müddet sonra tekrar Avusturya’ya gidip Yüksek Pedagoji Enstitüsü’nde öğrenimine başlayıp tamamlıyor. İstanbul’daki hukuk fakültesine devam etmiyor. Orada yanında, onun pansiyonunda kaldığı bir karakter var: Frau Strauss (Bayan Strauss). Yahudi bir kadındır. Frau Strauss’u, onun iyimserliğini, Mitat Enç’e zamanında gösterdiği ilgiyi, şefkati okuduğunuzda bu sefer İkinci Dünya Savaşı hakkında okuduğunuz kitaplara bakış açınız değişebilir. Orada toplumsal bir sorunun gittikçe ayyuka çıkmasını, Nazi sempatisi taşıyan gençlerin hâl ve hareketlerini gözlemleme şansı buluyor. Dolayısıyla bize, Bitmeyen Gece adlı eserinde İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’sını derinlemesine anlatıyor. Diğer iki kitabında Avrupa’yı yazmaz. İzmir ve Gaziantep günleri, tekrardan Viyana ve sonra Gaziantep derken İkinci Dünya Savaşı öncesi yükseköğrenim için bu sefer de Amerika’ya gidiyor. O sırada İkinci Dünya Savaşı’na ramak kalmış Avrupa’da, Amerika’da sermayeciliğin yani kapitalizmin yükselişini gözlemliyor. Bu konuda da müthiş tespitleri vardır. Örneğin Amerikalı bir aile yapısını son derece çarpıcı bir şekilde anlatır. Belki de birçok sosyoloji, psikoloji kitabında bulamayacağınız ince bilgiler vardır, ince şahitlikler vardır. Örneğin, Rahmetli Mitat Enç’in çok önemsediğim “Bitmeyen Gece” adlı otobiyografik kitabında 40lı yıllarda üniversite öğretimi için gittiği Amerika’daki gözlemleri bugün çok tartıştığımız küreselleşmenin, toplumumuzda oluşturduğu sıkıntıları daha anlaşılır kılacaktır. Mitat Enç, Viyana’da üç yıl kaldıktan sonra Amerika’ya gider ve İkinci Dünya Savaşı esnasında Amerika’da hızla yükselen kapitalizmin (sermayecilik), Amerikan toplumuna yansımalarını ayrıntılı anlatır. Bunun yanı sıra onu şaşırtan temel şeylerden biri de Amerikan aile yapısıdır. Mitat Enç “Bitmeyen Gece” adlı kitabında bu yapıyı şöyle dile getirir: “Aile yapısı ilişkileri, burada hem Avrupa’dan hem de bizim ülkedekinden oldukça farklıydı. Evin komutanının kadın olduğu hemen fark ediliyordu. Onların peşinden hükümdarlık galiba çocuklarla evin köpeğindeydi. Çoğu evlerde yemeklerden sonra erkeğin önlüğü takıp bulaşığa yumulması oldukça şaşırtmıştı beni. (…) Göçtükleri eski dünya ülkelerinin çoğunda, ailenin güdümü öncelikle babanın elinde sayılabilirdi. Acaba bu gelenek Okyanusları aşarken nasıl olup da değişivermişti? Belki de bu, ülkenin ilk göçmenlerinin çoğunlukla erkeklerden oluşması ve bir eş elde edebilmek için yarışmanın erkekler aleyhine işlemesinden ileri gelse gerek. Böylece bulaşık yatağının başına sıkıştırılan erkek de kurtuluşu, yeteneklerinin bir kesimini ev işlerinde emeği azaltıcı araç ve gereçlerin keşif ve geliştirilmesinde kullanmak gereği görmüştür. Elektrik süpürgesi, çamaşır ve bulaşık makinesi, buzdolabı gibi araçlardan birçoğunun bu ülkede geliştirilmesi ve hızla yayılma olanağı bulabilmesi bir ölçüde bu tutsaklığın ürünü olsa gerek. (…) Gerçekten de bu ülkenin aile ocakları her yönü ile önce ev hanımının sonra da tüm ailenin rahatını sağlamak için düzenlenmişti.”[1] Bu müthiş şahitliği dile getiren Mitat Enç ayrıca Amerikan aile yapısında çocuğun durumunu da şöyle dile getirir: “Bir de çocuklara karşı tutumları çok etkilemişti beni. Yaşı ne olursa olsun çoğu yerlerde onlara yetişkin muamelesi yapılıyordu sanki. Görüş ve tercihleri soruluyor, istekleri önemsenerek dinleniyordu. Önce bu bana güdümsüzlük gibi gelmişti. Fakat çok geçmeden, düzen ve kuralları öğrenip uyum sağlamalarında ne kadar önemsendiğini kavradım.”[2]

O zaman, tabi bunu okuduğumuz zaman, o yazdıklarıyla rabıtaya geçtiğimiz zaman; “demek ki Avusturya’da yaşarken henüz Orta Avrupa’da böyle bir aile yapısı yokmuş,” diyorsunuz. Benim yaşamış olduğum Avusturya’da böyle bir aile yapısı vardı, benzeri vardı. Şimdi de Gaziantep’te ve Türkiye’de, küreselleşmeyle beraber aynı yapı, böyle bir yapı, ithal edildi. Görüldüğü üzere bir halkın; hulkunu, cibilliyetini, karakterini ve hatta teknolojisini dahi aile yapısı belirliyor. Küreselleşmeyle beraber, Mitat Enç’in ileri sürdüğü tespitlerden dolayı ortaya çıkan Amerikan aile yapısının tüm dünyaya yavaş yavaş yayılması belki de bazı buhranları ve bozulmaları ortaya çıkarmıştır. Örneğin bahsi geçen hiyerarşide bizde eksik olan evcil hayvan kültürü de artık diğer ülkelerdeki gibi yayılmaya başlamıştır. Bugün Fransa’da neredeyse kendi nüfusu kadar evcil hayvan nüfusu mevcuttur.

Bir başka müthiş gözlemi de, yine sermayecilikle ilgilidir. Amerika’yla ilgili belki hiçbir kitapta rastlayamayacağımız şahitliği de şu: Amerika’daki insanların herhangi bir şey anlatırken rakamlarla konuşmaları. Biz bunu şu an belki algılamakta zorluk çekiyoruz. Çünkü artık biz de rakamlarla konuşur olduk. Mesela; “Bir Amerikalı bir gemiyle seyahat edeceği zaman o seyahatin güzelliklerinden, içeriğinden, manasından bahsetmiyor,” diyor kitabında. Bu çok dikkatimi çekmiştir. Demek ki yine Avusturya’da yani Orta Avrupa’da da Almanya ya da Fransa’da da böyle bir şey yoktu. İlk defa bunu Amerika’da görüyor. Bu ilginç. Şu an Avrupa’da da var. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nın galibi şirketlerdir, kapitalizmdir, Amerika’dır. Amerikalılar bir seyahate çıktıklarında dahi örneğin 300 metre uzunluğunda bir gemiye bindik, 3000 Dolar verdik, 14 gün 20000 mil yol gittik, şu kadar kompartımanı vardı, şu kadar insan taşıdı diye anlatırlar seyahatlerini diyor. Sürekli rakamlarla bir şeyleri izah ediyorlar, tasvir ediyorlar. Ben bunu ilk okuduğumda bu beni çarpmıştı. Ben bu durumu her zaman dairesinde ve her toplumda var sanıyordum çünkü. Benim dünyaya geldiğim yıl itibariyle biz doğup kapmışız bu anlayışı demek ki. Dolayısıyla orada ben uyandım. Meğer bu bize kapitalizmin, tüketim toplumunun yutturduğu bir numaraymış. O gün bugün böyle şeyler anlatırken çok fazla rakam kullanmamaya dikkat ederim. Mevzubahis seyahat ise o seyahatten öğrendiklerime, gördüğüm güzelliklere daha derinlemesine odaklanırım. Bu anlamda, ben henüz böyle bir şahitliğe ya da böyle bir bilgiye henüz hiçbir kitapta rastlamadım. Bunu çok önemsiyorum. Orda Amerika’yla Avrupa’yı da birbirinden ayırıyor.

Mitat Enç’in “Aile Yapısı” ile alakalı şahitliğinde dikkatimi çeken husus, evin erkeğinin kendi ‘varoluşsal erk’ini koruma içgüdüsüyle hareket ederek, mecbur bırakıldığı ev işlerinden kurtulma ve eşinin de yükünü azaltmak için teknolojik araçlar üretme mücadelesine, savaşımına girişmesidir. Nihai olarak geldiğimiz nokta, bir parça kendisine yüklenen ev işinden kurtulma pahasına da olsa erkeğin, kadının varoluşsal konumunu koruma içgüdüsüyle mücadeleye girişmesidir. Ancak ailedeki ‘iç erk’in evvela kadında, sonra çocukta, daha sonra evcil hayvanda ve en son erkekte olması şaşırtıcıdır. Nitekim günümüzde çocuklarımıza izlettiğimiz birçok yabancı menşeli çizgi filmlerde, yetişkinlerin izlediği yabancı film ve dizilerde aynı hiyerarşiyi görürüz. Örneğin “Caillou” adlı çizgi filmi izleyen bir Türk çocuğu, “Caillou’nun babası neden hiç işe gitmiyor?” diye soru sorabiliyor. Genelde de bu türden yapımlarda evin büyük çocuğu bir erkek olup, bu çocuk dolaylı olarak babayla hep dalga geçiyor. Aynı durum Türk yapımı bazı dizilerde de görülüyor.

Mitat Enç’in yaşadığı zamanın Amerika’sı da artık eskisi gibi olmasa gerek. Nitekim eski Amerikan filmlerinde aptal sarışın kadının resmedilmesi artık aptal erkeğin resmedilmesine yerini bırakmıştır. Tüm dünyanın aynileştiği hele de ekonomik durumun ya da sermayeciliğin çok belirleyici olduğu ve karantina altına alınamadığı bir çağda, kapitalist ahlâk daha belirleyici olacaktır. İşte bu yeni düzen yeni bir erkek ve kadın anlayışını ortaya çıkararak, varoluşsal özü bozguna uğratmaktadır. Erkeklerin kadınlaştırıldığı, kadınların erkekleştirildiği bir düzende çocuğun da karakter bozukluğuna sürüklenmesi olağanlaşmaktadır. Erkeğin ‘erk’ini yitirmesi, mücadelecilik ruhunu zedeleyecektir. Kendi varoluşsallığını yitirmeye başlayan erkek evvela kendine karşı vahşileşecek sonra da çevresindekilere zarar vermeye başlayacaktır. Kendi varoluşsallığını yitirmeye başlayan kadınsa cinsel objeye dönüşecektir.

Sadece Avrupa ve Amerika hakkındaki gözlemlerini değil, Türkiye’deki gözlemlerini de otobiyografi kitabı Bitmeyen Gece’de bulursunuz. 1940-1956 arası, 16 yıl Türkiye’de çalışmaları oluyor. Minyatür Üniversite diye bir bölüm var Bitmeyen Gece’de. Orada Gazi Üniversitesi ve Antep Üniversitesindeki çalışmalarını anlatır. Ankara’ya Körler Okulu’nun kurulmasını sağlar. Sonradan Amerika’ya ikinci kez gider ve Illionois Üniversitesinde 1956-58 yılları arasında doktora çalışmalarını yürütür. Daha sonra 1958’le 1977 yılları arasında Türkiye’de hizmetlerine devam eder.

Emekli olduktan sonra Yalova’ya yerleşir. Vefat edene kadar da, Yalova’da ikamet eder. Toplam 11 eseri ve bir tercüme kitabı var. Bu eserlerden bilimsel olmayanlar şunlardır. Uzun Çarşının Uluları, 22 farklı öyküden oluşur. O zamanda baskısı yoktu Uzun Çarşının Uluları nın ne yazık ki. Bir ara bu kitabın baskısı yoktu. Nihat Genç bir zamanlar Akşam Gazetesi’ndeki köşe yazısında sitemde bulunarak; “Birçok yönetmenimiz senaryo sıkıntısından dert yanıyor; senaryo yok ki çekelim diye. Alsınlar Uzun Çarşının Uluları nı senaryo mu hikâye mi görürler,” demişti. İlk baskısı 1972’de yapılıyor. İkinci baskısı Meteksan tarafından yapılıyor. Bu baskısı Altı Nokta Körler Derneği’nin, yine Mitat Enç Beyefendi’nin kurmuş olduğu körler derneğinin bursları için basılmıştır. Üçüncü baskısı Ötüken Yayınları’ndan yapılıyor. Bitmeyen Gece’nin baskısı kendisi Yalova’dayken 1983’te yapılıyor. Yirmi bir bölümden oluşuyor. Selamlık Sohbetleri adlı kitabının ilk baskısıysa, kendisi rahmetli olduktan çok sonra 2007 yılında kızları Sayın Zeynep Enç Hanımefendi’nin çabalarıyla çıkarılmıştır. Üç bölümden oluşuyor: çocukluk, gençlik ve Antep Harbi dönemi. Harp döneminden bizlere eşi bulunmaz bilgiler, şahitlikler sunuyor. Mesela o kitabı okuyana kadar Fransız lejyoner askerlerin ben Antep Harbi’nde olduklarını pek bilmiyordum. Onları çok ilginç bir şekilde anlatır. Onların Müslüman olanlarının Anteplilere daha şefkatli davrandıklarına dair gözlemleri var. Mitat Enç’ in hayatında önemli yere sahip bazı kişiler var kuşkusuz. Tabii ki en önemli yere sahip kişilerden biri dedesidir, ailesidir. Dedesinin kütüphanesinden çok bahseder Mitat Enç.

Mitat Enç’in hayatında önemli bir yere sahip kişilerden biri de Mr. Isely’dir. Antep’te Mister Ayizli diye bilinir. Gaziantep’in Kavaklık semtinde Mister Ayizli sokağı var. Örneğin Mitat Enç’e söylemiş olduğu bir cümle var, hayatını değiştiren cümleler. Mitat Enç bunu şöyle anlatıyor; “Mr. Isely’nin yaşamıma en önemli katkısı ise edindiğim yeni beceriyle geleceğim arasında bir bağlantı kurabilmeme yardımcı oluşuydu. Karşı karşıya geldiğimiz her fırsatta şu sözleri tekrarlayıp duruyordu ‘Belki de hastalığın yolu ile Tanrı sana yeni bir görev veriy. (Antep ağzıyla konuşan birisiymiş. Çok güzel Antep ağzı konuşurmuş) Memlekette binlerce kör var. Yoksulluk içinde yaşıylar. Sen onlara aydınlığın yolunu gösterebiling,’”. Tabi bunu daha sonra Viyana’da Yüksek Pedagoji Enstitüsüne girmesinde bu cümle bu söz çok etkili oluyor.

1920’de eşiyle beraber Amerika’dan Türkiye’ye gönderilen bir misyonerdir Isely. Gaziantep’e gelen ilk misyoner de değildir. Ondan çok evvel başka misyonerler de gelmiştir. Isely’den evvel Antep’ gelmiş meşhur misyonerlerden biri de Mr. Shepard’tır. O zamanlar misyonerlerin gelme sebebi Gaziantep’te yaşayan Ortodoks mezhebine mensup Ermenileri Protestanlaştırmaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Protestan kilisesi de Gaziantep’te inşa edilmiştir. Gaziantep o zamanlar ticari ve jeopolitik açıdan önemli bir kenttir (hâlâ öyledir) ve bu kentte Protestanlaştırdıkları Ermeniler arasında bir iş ve meslek tasnifine gidiyorlar. Her esnaf grubu kendi aralarında buluşuyor. Örneğin eczacılar kendi arasında, zahireciler kendi arasında. Daha sonra Amerika’ya ihracat da başlıyor. Zenginleştiriyorlar Protestan olan Ermenileri. Dolayısıyla hâlâ Ortodoks olan Ermeniler de bunu görüyorlar. Onlar da, Amerikalı misyonerlerin haftalık sohbetlerine katılıyorlar. Onlar da ister istemez ihracat yapmak, zengin olmak istiyorlar. Antep’e kolej açmalarının, hastane açmalarının bir sebebi de budur.

Mr. Isely ve eşi, 1920 yılında Amerika’dan İstanbul’a gelirler ve sekiz ay İstanbul’da kalırlar. Orada Osmanlıcayı ve Arapça alfabeyi öğrenirler. Sekiz ay sonra Gaziantep’teki o zamanların üniversitesi Amerikan Koleji’ni (Central Turkey College) yönetmek ve devamlılığını sağlamak için Gaziantep’e gönderilirler. O dönemde Antep kuşatma altında olduğu için, Antep Harbi sürdüğü için işleri zordur. Antep’e yerleştikten bir buçuk yıl sonra Hıristiyanların yani çoğunluğu Ermeni olan gençlerin ve kolej öğretmenlerinin Gaziantep’i terk etmesinden ötürü öğrenci sayısındaki azalma ve Antep Harbi sonrasında oluşan sosyokültürel ortamdan ötürü kolej kapanır. Amerikan Hastanesi’yle ilgilenmeye başlarlar. Mr. Isely kırk bir yıl, 1920’yle 1961 yılları arasında Gaziantep’te yaşamıştır. Dolayısıyla tafsilatlı araştırılması gereken bir şahsiyettir. Isely 1894 doğumlu ve 1973’te Amerika’da vefat ediyor. Eğer o olmasaydı Mitat Enç’ in belki de Bitmeyen Gece’deki hatıraları olmayacaktı. Hatta Bitmeyen Gecede “Isely” diye bir bölüm var. Onun öğretim hayatının zenginleşmesine vesile olmuştur, inanılmaz yardımları olmuştur. Enç Avusturya’dan döndükten sonra onun İngilizce hocalığını da yapmıştır Mr. Isely. Mr. Isely sadece Mitat Enç’e değil; Gaziantep’in Yemen’de ve Antep Harbi’nde savaşmış bir başka karakteri olan Mehmet Emin Kılıçkale’nin de başta Robert Koleji ve daha sonra da Yale Üniversitesi’ne gitmesine vesile olmuştur. Mehmet Emin Kılıçkale otuz yaşında Robert Koleji’ne kayıt olmuştur. Bu çok istisnai bir durumdur. Mr. Isely’nin çok özel bir mektubu aracılığıyla oraya kaydını yaptırmıştır. Daha sonra da Yale Üniversitesi’ne tıp okumaya gider. Tekrar döner ve tıbbiye okur. Daha sonra Gaziantep’e yerleşir. Esas amacının Amerikan Hastanesi’ne karşılık Türk Hastanesi kurmak olduğu söylenir. Bunu başaramamıştır, Amerikan Hastanesi’nde çalışır. Onunla da hem Mr. Isely’nin hem de eşinin hukuku vardı.

Bir başka karakter, Mitat Enç’ in hayatında çok etkileri sahip Frau Strauss. Viyana’da yanında uzun yıllar kalmış, dediğimiz gibi bir anne şefkati göstermiş, her türlü yardımına koşmuş pansiyon sahibi, ev sahibi. Avrupa’da insanlar örneğin evin üç odası varsa, bir odası boşsa bu odayı kiraya verirler. Bu ekseriyetle hâlâ böyledir. Kitapta pansiyon diye bahsediliyor. O dönemde Frau Strauss yalnız yaşadığından Viyana’daki evini pansiyon şeklinde kullanmış ve kiracıları için yemek de yapmıştır. Frau Strauss’la yolları yıllar sonra tekrar kesişiyor. Nazi zulmünden kaçıp Amerika’ya yerleşmiştir ve Amerika’da bir ziyaretleri olmuş Mitat Beylerin. Bir başka karakter Gefner. Gefner Viyanalı bir genç, felsefe okuyor. O da görme özürlü. Bir gün Frau Strauss ile Mitat Enç Viyana’nın merkezi bir caddesinde dolaşırken karşıdan karşıya geçecekler ama Frau Strauss Mitat Enç’in kolunu birdenbire bırakır ve hiçbir şey demeden gider. O sırada haberi de yok Mitat Enç’ in ve en sinirlendiği şeylerden bir de habersiz bir şekilde onu bırakıp gitmesi. Ne olduğunu kestiremiyor, tedirgin oluyor. Biraz uzun sürüyor, beş dakika mı on dakika mı, normalin üstünde süren bir zaman diliminden sonra Frau Strauss tekrar geliyor. Kızıyor Mitat Enç ve “Ne oldu?” diyor. Başka bir görme özürlü genci görmüş Frau Strauss, karşıdan karşıya geçerken sıkıntı yaşadığı için hemen ona koşmuş “Sen bekle” deyip ve o gencin kolundan tutarak karşıya geçiriyor. O sırada onunla konuşuyor. İşte bu kişi Gefner. Frau Strauss ona; “Benim de yanımda kalan bir başka genç var. O da görme özürlü. Burada okuyacak, hukuk fakültesini bıraktı. Ne yapabiliriz? Siz ne okuyorsunuz?” diye soruyor. O da “Ben felsefe okuyorum,” diyor. Onun ev telefonu numarasını ve adresini alıyor. “Yardımcı olabilir misiniz?” diye soruyor ve o da kabul ediyor. Ertesi gün Gefner ile buluşup Mitat Enç’in Yüksek Pedagoji Enstitüsü’ne kaydolması için bir istişareye girişiyorlar. “Hukuk fakültesi mi olur bu uygun mu olur?” derken Gefner’in düşünceleri sayesinde Yüksek Pedagoji Enstitüsü’ne kaydını yaptırıyor. Yalnız, Mitat Enç, Gefner’i pek sevmez. Bunu itiraf eder Bitmeyen Gecede. Pek hazlanmaz ama ondan belli konularda ders almak için de mecbur olur ona.

Onun hayatına katkıda bulunan bir de Mather Ailesi vardır. Karı kocalar bunlar. Yine Mr. Isely dediğimiz kişinin yazmış olduğu bir mektupla Viyana’da çok zor günler geçirirken kaldığı pansiyona birden bir telefon gelir. Bu arayan kişi karı-koca Mather ailesidir. Çok zengin bir aile ve Lighthouse denilen bir dernek var. Pansiyona gelen telefonda onunla görüşmek istediklerini söylerler. Tabii büyük bir heyecan sarar Mitat Enç’i. İlk başta tam olarak ne olduğunu bilmiyordur. Ertesi gün zil çalar ve gelirler. Büyük heyecanla karşılanırlar. En zor durumda olduğu bir dönemde Mather Ailesi yardımına koşar ve Amerika için burs teklifinde bulunurlar. Enç, düşünmek istediğini söyler. Bir gün sonra kaldıkları otele giderler. Otele Frau Strauss’la beraber giderler ve Frau Strauss bu ailenin çok güçlü ve itibarlı olduklarını orada görür. Çünkü Avusturya’nın başbakanı dahi o iki kişi için oradadır, oteldedir. Muhtemelen Mr. Isely bir mektup göndermiş Mather Ailesi’ne. Onlar da bu mektubu ciddiye almış. Daha sonra bir yıllık bir İzmir vakası var. Yabancılar bu kadar ilgi alaka gösterirken Türkiye onun bursunu erteliyor. Bu ertelemenin müsebbibiyse İzmir’de çalıştığı lisenin okul müdürüdür. Ondan da Bitmeyen Gecede uzun uzadıya bahseder. Ama sonunda Amerika’ya gider. Evvela New York Columbia Üniversitesi’ne, sonra da Boston’daki Harvard Üniversitesi’ne yüksek lisans yapmak için gider.

Mitat Enç’in; 20. Asrın Türkiye’sine, Avrupa’sına ve Amerika’sına dair şahitlikleri için eserlerini derinlemesine okumanızı salık veririm. Hatta kendisi ve eserleri hakkında üniversitelerde tezlerin yazılması gerekir. Ümit edilir ki onu ve eserlerini anlayabilmek için çabalar artar ve bu çabalar sonucu ortaya çıkacak bilgiler geleceğimize müspet bir yön verir.

[1] Enç, Mitat: Bitmeyen Gece, Ötüken Yayınları, İstanbul, S.155-156
[2] A.g.e: S.155

Mehmet Sabri Genç, Berhava 2. sayı
İZDİHAM