3 Mart 2016

Mehmet Eroğlu’nun 9,75 Santimetrekare Kitabını Seda Bilici Değerlendirdi

ile izdiham

2 Ağustos 1948 tarihinde İzmir’de doğan Mehmet Eroğlu, 1984 yılında Issızlığın Ortasında ve Geç kalmış Ölü; 1986′da Yarım Kalan Yürüyüş; 1989′da Adını Unutan Adam adlı kitaplarını yayımladı. Milliyet Roman Ödülü’nün ardından Orhan Kemal Roman Armağanı ile Madaralı Roman Ödülleri’ni kazandı. Mehmet Eroğlu’nun sinema çalışmaları TRT de yayınlanan Sızı (1994, 4 Bölüm), Issızlığın Ortası (1998, 4 Bölüm) ve Tutku Çemberi (2000, 13 Bölüm) adlı televizyon dizilerinin yanı sıra, 1996 yılında İstanbul Film Festivalinde En İyi Türk filmi ve Uluslararası Sinema Yazarları ve Eleştirmenleri -Fibresci- ödüllerini kazanan 80. Adım ve 1997 Antalya Altın Portakal Jüri Özel Ödülüyle, 1997 Adana Altın Koza En İyi 3. film ödüllerini kazanan Solgun Bir Sarı Gül gibi, sinema filmi senaryolarını da içermektedir. Halen Ankara’da yaşamakta olan yazar, 1999 yılından bu yana Ankara’da, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı bünyesinde sürdürülen Yazma Seminerleri kapsamında yaratma cesareti, kurgu ve senaryo yazım teknikleri dersleri vermekte, Uygulamalı Yazma İşlikleri düzenlemektedir. Zamanın Manzarası adlı yedinci romanı 2002 Ekiminde, sekizinci romanı Kusma Kulübü Şubat 2004′de, Düş Kırgınları 2005 Eylül’ünde, Belleğin Kış uykusu ise 2006 yılında yayınlanan yazar, daha sonra sırasıyla: 2009 yılında Fay Kırığı Üçlemesinin ilk kitabı Mehmet’i, 2011 yılında serinin ikinci romanı Emine’yi ve Üçlemenin son kitabı olan Rojin’iyse 2013 yılında yayımladı. Eroğlu’nun ayrıca öğrencilerinin kitaplarından seçtiği cümlelerden meydana gelen Edebi Aforizmalar adlı bir kitabı daha vardır.

Yazarın son romanı 9,75 Santimertekare Ekim 2014’te İletişim Yayınları’ndan çıktı. 279 sayfa ve 6 bölümden oluşan kitap, 4 günlük bir zaman dilimi içinde zihinsel geri dönüşlerle Ahmet’in 42 senelik hikayesini anlatıyor.

Yazar, süregelen siyasi ve sosyal olayların yanı sıra bugünün olaylarını, marjinal, toplumca dışlanmış, azınlık ve de sapkın olarak nitelendirilen insanları “bereli” diye tanımladığı karakteri Ahmet’in travmaları üzerinden anlatıyor. Ahmet’in ilk travması babasının, o henüz bir yaşındayken yüzünü cam ile çizip tekmelerle koltuğun altına itmesiyle başlar. Tabi bu olayı yaşadığını ancak aynada yanağındaki uzun ve derin bir yarayla karşısında duranın kendisi olduğunu fark edince anlayacaktır. Yetiştirme yurdunda büyümüştür, Vasfiye, ona erken yaşlarda yoksun kaldığı dokunulma hissini, yaptığı çocuk istismarını hiç umursamayarak tattıracaktır. Aradığı güzellik Vasfiye’de değil Ayşın’dadır. Bu sosyetik güzel kendi yüzü dahil bütün güzelliklerden yoksun kalan kahramana etkileyici sözler karşısında güzelliğini bütün çıplaklığıyla sunacaktır. Serap ise onu mutlu edebilecek yaralarını sevgisiyle sarabilecek tek kadındır. Serap, gezi eylemi sırasında alt komşu Marliyn’in gazdan korumak için Ahmet’in evine alıp getirdiği, misafir ettiği bir akademisyendir. İstanbul keşmekeşinde birbirine değen bu hayatlar, Ahmet’in yine bilinç düzeyine çıkaramadığı bir başka travmasının etkisiyle ortak bir acıya şahit olur.

Zinar, Ahmet’in Güneydoğu’da askerlik yaptığı sırada bir dağ köyünü bastıkları günden beri Ahmet’le birlikte yaşayıp hayallerinde büyüttüğü çocuktur. Romanın kahramanı asıl onu anlatmak için kurgulanmıştı. Ahmet, Zinar’ı köyünden alıp İstanbul’a getirmiş, üniversite okutmuş, kim bilir belki bir kıza âşık edeceği sırada travmasıyla birlikte oluşup büyüyen tümör Ahmet’i iyice yoklamaya başlamıştır. Dağ köyü baskınıyla ilgili hafızasında kaybolan komuta ettiği bir erin yardımıyla 16 sene sonra tekrar canlanan anı Ahmet’i tümörüyle mücadele etmekten vazgeçirip intihara sürükler. Zinar aslında 4 ya da 5 yaşından sonra hiç yaşamamıştır. Gölgeden bir an için irkilen bir komutan, annesinin siper olduğu çocuğu öldürmüştür. Hayatını bu olayı anımsamaya çalışmakla sürdüren Ahmet ise tam mutlu olma olasılığını Serap ile denemeye çalışacağı sırada tüm düğümleri çözmüş ve erken gelen ölümü karşılamak için doğup büyüdüğü Bornova’ya, Vasfiye’nin iki katlı evinin üst katına kendini terk eder.

Yazar, günlük yaşamdan ziyade, değindiği birçok çarpıcı olay ve çarpıcı karakterlerle okuyucuyu romana çabuk adapte edip kısa sürede olup biten bu olayların tam içine çekiyor. Okuyucu kendini olup bitene vakıf hissettiği anda ise vurucu sonla oluşturduğu ilginç kurguyu tamamlıyor.

Kitaptan bir bölüm
Ne talihsizim: mutlu olma olasılığı onca yıl derin uçurumların, ulaşılmaz dağların tepelerinde bir hayalet gibi gizlendikten sonra ölümümün eşiğinde birdenbire ortaya çıktı. Önce beynimdeki o mercimeksi kütle, sonra da karanlığı aydınlatan şeytan: Şeref! Kim dediyse haklı: mutluluğun ömrü ancak bir kelebeğinki kadar. – önümde uyumadan ve uyanık olduğumu gizleyerek- geçireceğim bir gece var. Oysa bir dalabilsem: Uyku en çok her şeyi inkar etmeye yaramaz mı? İnsan belki unutkan bir bellekle yaşayabilir. Ama ya lekeli bir bellekle? (sayfa 271)

Seda Bilici
İZDİHAM