7 Mart 2016

Korkarım Güzelim Korkarım

ile izdiham
Ahmet Kaya’nın doğumgünü haftasında OT dergisi benden bir yazı istediğinde, hem coşku hem onur payı çıkardım kendime. “Tabii, 2014 yılına az kala kim Ahmet Kaya’nın adıyla, anısıyla onurlandırılmak istemez” diyeceksiniz. Haklısınız. Hele ki biz Ahmet Kaya’yla iç içe yaşayan bir toplum olduk artık…
Sosyal medyayı kullananlar iyi bilirler (Ben Face’çi değilsem de aktif Twitter’cıyım, orayı biraz da yazı atölyem sayarım). Hakikaten her gün ve herhangi bir saatte, hatta her saatte timeline’ımızda, yani takip ettiğimiz birinin tweet’inde mutlaka bir Ahmet Kaya parçası çalar, çalacaktır… Biz o linki açarız, dinleriz, yetinmez RT’leriz, sonra Favoriteleriz (Fav’larız denir jargonumuzda). Kimi zaman linki alıp, önüne yorumumuzu da katarak şarkıyı yeniden dağıtıma süreriz. Odalarımıza ve yüreklerimize yayılan, yazın açık pencerelerden konu komşulara da ulaşan Ahmet Kaya’nın sesine birbirinden özel tepkiler gelir Twitter’da, onları da dağıtırız… “Biz” derken, her yaştan insanlar işte, her nesilden, her meslekten, her yöreden. Daha tuhafı, her siyasi geçmişten ve tabii, maddi manevi her gurbetten.

Çok hayret verici, kabul. Aradan sadece bi 14 yıl geçmiş çünkü. “Bir Kürtçe şarkı söyleyip, ona klip de çekeceğim” cümlesi üzerine, şık şıkırdım şovbiz insanlarının aniden “raydan” çıkarak, en pırlanta meslektaşlarını topluca linçe kalkıştıkları, o her anlamda “buz gibi” geceden bu yana. Almanların “kristal gecesi” vardır ya, bizdeki de işte koyu kahverengi bir “çatal bıçak gecesi”ydi. Princess gibi romantik isimli bir otelde başlayan, ana akım medyanın amirali tarafından istikrar ve inatla ve de düzmece belgeler eşliğinde adım adım büyütülen, koyu kahverengi bir ulusalcılıkta, hiçbir suç önünde gerilemeyen derin devletin derin linçi.

Sonra Ahmet Kaya’nın; dehşeti, sürgünü, kırılışı ve kalbi paramparça, çok erken ölümü.

Ama bir bireyin, hele bir sanatçının, tek şans çizgisi olmaz. Sadece gündelik hayatta ve aşkta değil, sanat ve farkındalık yolunda da ona omuzdaşlık etmiş, siyasi mücadeleden gelen bir Gülten Kaya kalmışsa arkada, giden için, yeni bir şans çizgisi bambaşka bir keskinlikle yürümeye koyulur. Gülten’in, Ahmet Kaya‘ya ölümünden sonraki eşsiz katkısı, sanatının yanı sıra o koyu kahverengi geceyi de affetmemesi ve unutturmaması, “Ya boş ver işte, çok pişmanlar, tam da öyle olmalıydı da, hafızan da yatıyordu da, bırak gitsin, hayat devam ediyor, bu kadar sert olma” gibi yıldırma teşebbüsleri karşısında milim gerilememesidir. Ve elbette bilirsiniz, Türkiye’de ne denli zordur, tek bir kadının güçlüler ve egemenler karşısında gerilemeyip ayak diremesi.

Sonuçta, bazen tek çelik kararlılık öyle bulaşıcı oluyor ki, toplumu da peşinden alıp sürüklüyor. Hele Gülten, kültleşmiş nice Ahmet Kaya şarkısının da söz yazarıysa, “Ah Ulan Rıza”nın yazarı ve bilinen şiir ve müzik insanı Yusuf Hayaloğlu’nun kız kardeşiyse. Her anlamda, her alanda bir yoldaşlık söz konusuysa.

Toplum bugün Ahmet Kaya’ya kavuşmuştur, ama pek de unutkan olabilen bu topluma böyle bir armağanı, büyük ölçüde Gülten vermiştir.

İllaki feminist demiyorum bakın, ama kadın erkek konularında azıcık daha eşitlikçi bir göz, muhakkak ki ileride, Gülten’e de bambaşka bir yer açan, çok yeni ve zenginleşmiş bir Ahmet Kaya portresi çizecektir bizlere.

Nicedir en berrak aynamıza dönüşmüş Twitter’a dönecek olursak, ne çalınır burada en çok Ahmet Kaya’dan? İllaki “Başım Belada”. Çok gençlerin favorisidir o. Ve tabii Şafak Türküsü: “Beni burada arama anne.” Ve hepimizi çağrışımdan çağrışıma savuran “Yüreğim Kanıyor”: “Olmasaydı sonumuz böyle.”

Bir zamanlar geceleri çok çalınırdı Ahmet Kaya. Şimdi, inanır mısınız, kahvaltıda başlıyorlar. En damardan şarkılarla hatta. Sonra biri “Ne yapayım Ahmet Kaya şarkısında bana eşlik etmeyen sevgiliyi” diye bir tweet atıyor, gülümsüyoruz, bir diğeri “28 Şubat’ta tüm aydınlar, sanatçılar sus pusken Ahmet Kaya türbanlı öğrencilere zulmeden generallere meydan okuyordu. Büyük yürekli adam” diyor ve bir Kürt şair “Bugün yaşasaydı onu da KCK’dan içeri atardınız” diye yanıtlıyor. Sonra bir başkası “Diyarbakır etrafında tanklar var’ı geçiyor, ben sevgilisinin kahvaltıya gelmediğine üzülen tweetdaşa “Saza niye gelmedin”in şahane yorumunu çalıyorum, cumartesi sabahı saat 10.15’te millet herkesi peynirli omlet derdinde sanırken, “Ne konserine gelebildik, ne Fransa’daki mezarlığına, bağışla bizi Ahmet Kaya” diye günah çıkarıyor iki genç. İşte böyle böyle geçip gidiyor bizim günlerimiz, Ahmet Kaya eşliğinde.

Barış umutları tavan yaptığında onunla coşuyor, umutlar gerilediğinde onunla kahrediyoruz. Dokuz aydır gençlerin ölmemesi, bizim de suçluluk duygularımızın azalması demek ve bunu en çok Ahmet Kaya’yla paylaşıyoruz.

Benim apayrı bir sevgim, Gülten Kaya Hayaloğlu imzalı Ahmet Kaya şarkılarınadır. “Ağladıkça”da “dağlarımız yeşerecek/ görecek/ göreceksin”, “güneşi tutacağız/ görecek/ göreceksin”i duyduğumda, nasıl diyeyim, karışık ve kuvvetli hislerden mürekkep bir kokteyl çalkalanıp dururken “Senin bu yolda çaban, katkın da hiç unutulmayacak, unutulmamalı” diye sesleniyorum Ahmet Kaya’ya.

Bakın işte yazı bitti bile. Beni en derinden vuran şarkı da en sona kalmış. Çünkü neticede, hadi dolanıp durmayalım, hepimizi yerden yere vuran bir öyküdür Ahmet Kaya’nınki. Gene Gülten Kaya Hayaloğlu’nun sözleriyle:

beni soracaklar/ beni bulacaklar/ beni yoracaklar yâr
beni tutacaklar/ beni yakacaklar/ bana kıyacaklar yâr
Sorulur karanlık sebebim/ vurulur mülteci kederim/
korkarım dönmez yüreğim/ korkarım güzelim korkarım.

Vivet Kanetti
İZDİHAM
 
Kaynak: OT