30 Kasım 2015

Karel Čapek, Yoksulların Çocuklar

ile izdihamdergi

En fazla bir çoraklığın kenarında yarı bir medeniyet olabiliriz.

Bir seferinde Kosir gecekondu semtlerinde rutin kontroller yapan bir polis devriyesine eşlik etme fırsatım olmuştu: Metruk bir tuğla fabrikası, yoksul apartmanlar, küçücük evler, derme çatma kulübeler… Eskiden bir köy olan ve şimdilerde kent çeperinin yuttuğu bu mekânlar, yerleşim yerleri sıralamasında –mağaralardan başka-  yirminci yüzyıl insanının hayatta kalma yeteneğine iyi bir örnektir.

“Kapıyı açın, polis!”  Genç bir adam kapıyı açtı. Hepitopu birkaç metrekarelik bir barınak; içerisi bomboştu, bir sandalye hatta insanın kendini –bir elbise gibi- asabileceği bir çivi bile yoktu. El fenerinin ışıkları duvarlarda dolaştıktan sonra nihayet köşede bir avuç paçavranın üzerinde durdu. Hamileliğinin son haftalarında bir kadın yavaşça ayağa kalktı. “Nerede çalışıyorsunuz?” Genç adam yutkunarak yanıtladı:”Şu anda işsizim.” Gelecek için ideal bir aile!

Yan taraftaki ev yine birkaç metrekarelik bir delik; boğucu bir hava, iki yatak, içinde uyuyan on bir kişi. Yerde yedi çocuk, iki aile, polislerin kasklarına ve düğmelerine kendinden geçerek bakan on dört göz… Ne zafer ama! Ailelerden birinin evraklarında eksiklikler vardı; bunun anlamı, onca laf ve azarlanmadır tabii.  Bu arada dört açılmış on dört göz, nefes almaksızın polis kasklarına sabitlenmişti.

Yine aynı şekilde bir delik daha, bir kadının yer mağarası ve beş yavrusu, köşede buruşuk uçları yorganın dışına taşmış bir yatak.

“Yataktaki kim?”

“Kızım ile arkadaşı” diyor anne kayıtsızca.

“Bunlar senin çocukların mı?”

“Birisi kızımın.”

“Kocan nerede?”

“Karlova Meydanında.”  Bunun anlamı şu: Tutuklu.

Nefret dolu dört göz parıldıyor yorganın altında.

“Evrakların yanında mı?”

“Evet.”

“Ver de bir bakalım, anne,” diyor genç polis memuru kibarca. Uçları kıvrılmış sayfaları çevirerek zaman geçiriyordu. Bu arada tek bir çulun altına girmiş kızlı oğlanlı beş çocuk polislerin arasındaki beyefendiye bakıyor.

Bitişikteki ev: sekiz çocuk; üçü anneanne ile yatakta içinde, beşi yerde, diğer yatakta ise anne-baba.

“Hepsi sizin çocuğunuz mu?”

“Evet, hepsi.”

Buradakilerden biri hasta olmalı çünkü içerisi iğrenç bir koku ile kaplı. Hadi çıkalım burada, çabuk!

Bir anneanne ve üç çocuk.

“Kimin bu çocuklar?”

“Oğlumun.”

“Oğlun nerede?”

“Karlova Meydanında.”

Bir başka yuvacık; bir karı-koca ve yerde üç çocuk.

“Şu kim?”

“Kız kardeşimin kızı.”

“Peki o adam?”

“Hiç… Sadece bir arkadaş”

Yerdeki çocuklardan biri on dört yaşında bir kız. Tanrım, nasıl da pis bir bluz o öyle!

Duvara oyulmuş bir in daha, bu kez tek bir leke yok, tertemiz, iki solgun, cılız çocuklu zayıf bir kadın.

“Ne iş yapıyorsun sen?”

Hizmetçilik, efendim.”

“Kocan yok mu?”

“Yok, efendim.”

Bir anneanne ve dört çocuk. Sefalet kafesi ama tümden tüme de keyifsiz değil. Anneanne gururla göstermek için yeni ayakkabıları arıyor. “Oğlana okuldan vermişler, Şükür Tanrıya. Tek isteğim hemen eskitmemesi.”

“Bu kadın bir dilenci,” diye fısıldıyor polislerden biri. Güzel, elitler grubuna doğru şimdiden küçük bir adım bu. Çiçek desenli temiz bardaklar, perdeye yakın bir örtüyle kapalı pencereler. Anneanne bizi nezaket dolu bir hareketle kapıya kadar geçiriyor.

“Tanrı sizi kutsasın beyler, bu ayakkabılar için…”

Ve böyle devam edip gidiyor: yirmi, otuz yer daha, en az yüz çocuk. Yoksulluk en bereketli şey ve katlanarak büyüyor. İnanın bana, bir kez kendi gözlerinizle gördükten sonra yoksulluğun nasıl doğup, beslendiğini anlıyorsunuz. Yapacak bir şey yok: Bu şekilde büyüyen çocuklar için bir çıkış yolu yok, bir gelişme olmayacak. Bu çocuklar acınacak, sınıfsızlaştırılmış insanlar dışında asla başka bir şey olamayacaklar ve o berbat yoksulluğun insan boyutunu çoğaltıp duracaklar. Yoksunluk hala harekete geçmek için bir itici güç olabilir ama yoksulluk bir ilenmişlik halidir, kalıtımsal bir hastalık gibidir. Eğer bu durum ortadan kaldırılacaksa bu işe çocuklardan başlamalıyız. Büyüklere yardım edilebilir ama çocuklar hala dönüştürülebilir, dünyanın onlar için bile en kötü sefaletten başka şeyler de sunabileceği gösterilebilir. Çocukların Refahı programımızda, yoksulluğa doğmuş çocukları kurtarmaya özel bir önem verilmeli. Onları yedirip içirmek, giydirmek yeterli değildir; topluma katılmaları sağlanmalı, bu yer altı dünyasından dışarı çekilmeli, yoksulluk adalarından alınıp evet acıların olduğu ama yine de tümden tüme umutsuzluğun olmadığı kıyılara getirilmeliler.

Bu mağaravari yaşamların yoksulluğu içimizde yaşadığı sürece kendimiz asla medeni bir toplum olarak göremeyiz. En fazla bir çoraklığın kenarında yarı bir medeniyet olabiliriz.

 

Karel Capek,  Çeviri: Behül Dündar

İZDİHAM