2 Mart 2016

Juan Rulfo, Pedro Paramo

ile izdihamdergi

Yıllar önce bu romanın önemini, büyüklüğünü okuduğumda ‘nasıl olur da bu kadar ince bir yapıt böylesine önemli olabilir,’ diye sorup durmuştum kendime. Sanırım herkes sormuştur. Ama iki kez okuduktan sonra sormuyorsunuz artık.

Pedro Paramo’yu –boyut olarak- küçük bir göle benzetirsek, hakkında yazılanlar okyanusa benzetilmeli.

Kimi yazarlar içinse adeta bir İncil gibidir bu roman. Gabriel Garcia Marquez bir yerde gençlik yıllarında tüm kitabı ezbere bildiğini, satır satır okuyabildiğini söyler. Türkçe çevirisinin arka kapağına yazılan ‘İspanyolcanın Don Kişot’tan sonraki en büyük başyapıtı’ sözü de sanırım Marquez’e ait.

Romanın kısaca anlattığı şudur: Juan Preciado ölüm döşeğindeki annesinin elini tutar ve annesi ona Comala’ya gitmesini ve babası Pedro Paramo’yu bulmasını söyler. Annesi öldükten sonra Comala’ya gelir Juan. Zaten kitap “Comala’ya geldim, çünkü bana babamın burada yaşadığı söylendi…” cümlesiyle başlar. Odysseus’dan beri devam eden dönüş metaforu ile Milton’un Kayıp Cennet’i, Dante’nin Cehennemi gibi dev yapıtları bambaşka bir biçimde harmanlıyor. Fark şu: Rulfo’nun kahramanı diğerleri gibi cennete değil bir cehenneme döner ve bunu gidene kadar bilmez.

Romandaki hiçbir isim tesadüfen konmuş değildir.

Pedro: Kaya, taş anlamına gelir ve (Petros, Peter, Pierre…) Hıristiyanlıkta Havari Pedro cennetin anahtarını elinde tutar. Burada Pedro cehennemin anahtarına sahiptir. Zaten romanın son cümlesi şöyledir: “Sert bir şekilde yere çarptı ve sanki bir taş yığınıymış gibi dağılıp gitti.” Bu şu demektir: İki Pedro vardır dünyada. Cennetin anahtarını tutan Aziz Pedro ve Cehennemin anahtarını tutan Pedro Paramo. İkinci Pedro dağılıp gidecektir. (Onu da bir başka öz oğlu gerçekleştirir.)

Paramo: Bozkır, çorak yer demektir. T.S.Eliot’ın Waste Land’ine gönderme gibidir. İlginçtir Eliot’un yapıtı İspanyolcada La Tierra Baldia adıyla çıkarken Meksika’da El Paramo adıyla basılır. Yaşadığı yeri ve insanları yerle bir edip, hayalet bir çorak ülkeye çevirir.

Comala: Fırın, daha doğrusu üzerinde ekmek, tortilla pişirilen sac demektir. Bir anlamda öyküde adeta ‘cehennemi’ temsil eden köy ve üstünde kavrulan ruhlar…

Dolores Preciado: Juan’ın annesi, “kıymetli acılar, dertler,” demek. Onca çekilen acıdan sonra başka değerli bir şey olamaz zaten.

Ama kitabı asıl ilginç, zor ve büyülü kılan anlatım tekniğidir. Adeta bir hayalet öyküsüdür- Ama hiç bu kadar gerçek ve insanın içine işleyecek kadar anlatılmamış bir hayalet öyküsü. Kaldı ki Meksika yerlileri miti ölülerin yaşadığını, yaşayanların ölü olduğunu söyler durur.- Bölümlere ayrılmadan, iç içe geçmiş sahneler ve konuşmalardan oluşur bu teknik. Kısa ve basit gibi görünen kitap bir anda çetrefil bir hal alıyor.

Sonra birden her şeyin birer hayalet, birer dolaşan ruhlar dünyası olduğunu görüyoruz. Ebedi konulardan olan babayı arayış ile başlayan, adaleti arayış ile açımlanan ve bu sayede cennete dönüşecek olan macera gerçekte bir cehenneme dönüş haline gelir.

İkilem şudur: Eğer Comala cehennem ise, cehennem bu dünyadır. O halde cennet ölümden sonra gelendir; zaten Katolik kilisenin de söylediği budur. Ama ölü ruhları duyduğumuz bu romanda bu kişilerin ruhu neden hala burada dolaşıyor? Eğer günahkar oldukları içinse bu günahların kefareti zaten ödenmemiş miydi? Juan hiçbir günahı olmamasına rağmen –tıpkı İsa peygamberin dünyaya gelişi gibi- bu cehenneme iner ve orada ölür bir kefaret gibi.

Babası Pedro Paramo korkunç cinayetler ve suçlar işleyen biridir ve bu cehennemin sahibidir. Ama bu haline rağmen bile o bir şeytan değildir çünkü Comala’yı cehenneme çevirecek kadar karşılıksız bir aşkı vardır: Susana San Juan. “Pedro Paramo onu o kadar çok sevdi ki, ömrünün geri kalan yıllarını bir koltuğa oturup onu mezarlığa götürdükleri yolu seyrederek geçirdi.” Gizliden gizliye İsa Peygamberin cümlesi gelir aklımıza: “Affet onu, çünkü sevmişti.” Peki Pedro Paramo da affedilecek mi? Tabii Rulfo bir İncil yorumcusu değil, ama alttan alta sanki pek söylenenlere inanmıyormuş gibi hissettiriyor bize. Bunu adaletli bulmuyor.

Comala’da konuşanlar artık sadece hayaletlerdir. O kadar günahkar bir yerdir ki, papaz günah çıkartmaya gelen birine “sen artık istesen de hiçbir günah işleyemezsin…” der. Zaten günahkar bir yer olmasını konuşanların hep hayaletler olmasından da anlıyoruz; tıpkı Dante’nin Cehenneminde durmadan konuşan günahkarlar gibi.

Roman aynı zamanda bir düzyazı şiir. ”O zamanlar onun yanında uyuyordum, kollarının altında benim için açtığı küçük boşlukta”

Tekniği ve atmosferi ile Marquez, Llosa, Cortazar, Fuentes’e ilham verirken, cümleleri, tasvirleri ile Bolano, Cercas, Ribeyro gibilerine ilham olmuştur. “İşin tuhafı, Dorotea, buraya kadar gelip gökyüzünü bile göremedim. En azından o belki annemin tanımış olduğu haliyle kalmıştır.”

Tabii birçok eleştirmen bu kitaptan bahsederken toprak ağalığı, Meksika Devrim ve ayaklanmalarından söz açar. Kuşkusuz bu açıdan da isabetli ve ilginç yorumlar yapılabiliyor. Rulfo’nun ailesi de bu olaylardan nasibini fazlasıyla aldığı için –küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmiştir- bu toplumsal olayları arka plan olarak kullanması çok normal.

Başta Latin Amerika olmak üzere tek başına dünya edebiyatını etkilemiş, damgasını vurmuş bu kitabın ilk çevirisi İngilizceden yapılmıştı (Tomris Uyar) ve baskısı yoktu. Şimdi ise orijinal dilinden, İspanyolcadan çevrilip (Süleyman Doğru) tekrar yayınlanması çok sevindirici. Kıymeti bilinsin istedim.

Behlül Dündar
İzdiham