13 Ağustos 2021

İzdiham’ın 50. Sayısı Çıktı

ile izdiham

İzdiham, ellinci sayısıyla okurunu selamladı. Ön kapakta Marmaris’teki yangını söndürmek için seferber olan Şahin Akdemir’e yer veren İzdiham’ın bu sayıdaki sloganı da Akdemir’e ithafen geldi: “İnsanı Ağlatacak Kadar Güzelsin.” Arka kapakta Asaf Hâlet Çelebi var: “İbrâhîm gönlümü put sanıp da kıran kim?”

Yeni sayıda Özer Turan, J. D. Nasio, Mücahit Gündoğdu, Gökhan Özcan, Halil Ecer, Meltem Gülname Kaynar, Tuğba Karademir, Ali Ayçil, Hanife Günerigök, Bülent Parlak, Hüseyin Hakan, İbrahim Varelci, Serdar Aydın, Sulhi Ceylan, Ahmet Can, Ferhat Toka, Abdullah Harmancı, Vural Kaya, Rumeysa Kocaman, Yasin Kara, Ahmet Enis Gürcan, Akın Aksoy, Umuttan Adam, Şeyma Uğuş, Ömür Bayrak, Mustafa Toprak, H. Demet Akan, Faruk Sarıkavak, Yasin Şafak ve Dilek Kartal bu sayıda metin kaleme alan isimler.

İzdiham Maarif Takvimi, “Dün, geçmemiştir” dercesine tarihler atan ve her birisine sözler atayan takvimde yok, yok. Mesela Vladimir Mayakovski “Mutlu yaşamaya korkunç ihtiyacımız var.” diyor.

J. D. Nasio, düşündüren köşesinde yas, nefret ve acıyı ele alıyor. Yasın gidene değil kalana, acının ayakta kalmaya ve nefretin de yası geçersiz kılmaya yaradığını anlatıyor.

Robin Hood’a başka bir açıyla bakan Mücahit Gündoğdu, zenginde  alıp fakire verme ahlâkında bir problem olduğunu savunuyor. Yoksulu kendisine hayran bırakmak için talan ve yağmacıklıkla geçinen Robin Hood, yeri geldiğinde toplulukların hoşuna gidecek inançları da suiistimal etmekten çekinmez. Tıpkı politikacılar gibi.

İnsanın tenhalarında dolaşan Gökhan Özcan, iki kişilik yalnızlık ile tek kişilik kalabalık arasındaki sessizlikten sesleniyor. “Kimse kimsenin dallarına konmuyor.” deyip insanın vicdanına dokunmayı yine başarıyor.

Toplumsal analizlerine Sedat Peker videolarıyla devam eden Halil Ecer, yeni yaklaşımlar geliştiriyor. Geldiğimiz noktada haklarımızı korumamız gereken yerde onu medyatik bir özneye teslim etmemizin dezenformasyon olduğunu söyleyen Ecer için bir risk daha var: Gelecekte adaletin Pekervari bir karakterin tesis edeceğine inanma felaketi.

Karşılaştırmalarda yine iki değerli ismi ele alan Meltem Gülname Kaynar, tüm farklılıkların aynı güzelliğe hizmet ettiğini aktarıyor. Hüseyin Nihal Atsız ve Ahmet Arif’i maddeler halinde anlatan Kaynar, iki ismi de sanat potasında birleştiriyor.

Monologlarına iyice aşina olduğumuz Tuğba Karademir bu kez bir sevinç, sadakat ve yalın ayak koşma hissi veren metniyle var. Bir sesin daha ne kadar güzel olabileceğini tek tek sıralıyor: öpülmüş mektup, ucu yenmiş ekmek, taranmış saç, pişmemiş kek hamuru, radyo cızırtısı, okul harçlığı, kantin çayı gibi. ve dahası.

Her şeyin anlamından sıyrılıp sahteleşmesine karşı çıkan Ali Ayçil, fazlasıyla anlam taşıyan bir metinle okurunu karşılıyor. Genç ölmenin ne çok şeyi tadında bıraktığını, ilişkilerin, devletin, sevmenin, edebiyatın bile bir yerden sonra düzene uyup çirkinleştiğini anlatıyor Ali Ayçil. Birkaç kez okunacak kadar yer ediniyor içimizde bu metin.

Elma Kent başlıklı şiiriyle Hanife Günerigök, altını ısrarla çizeceğimiz duyguları yazmış. Bir bilinmeyeni ortaya çıkaracak kadar hisli itiraflar.

Şair Bülent Parlak, şairliğin kılcal damarlarında gezinen şiirlerinden bir yenisini daha kaleme aldı. Sözü yormadan, anlamı incitmeden anlatılan hisler var şiirlerinde. “Sorma,” diyor, “anlatırım.” Çünkü yine kendi tabiriyle o, elinde beklediği gelmeyen bir çiçeğin dalgınlığıyla yaşıyor.

Hüseyin Hakan, bu kez de köleliğin tarihine eğiliyor. Çocukluğumuzun masum tekerlemesini yazan Hakan, camdan bakmaya mecbur edilen Arap kızlarından birisinin Gambiya’dan İzmir’e uzanan öyküsünü aktarıyor.

İbrahim Varelci, Bim üzerinden insan ve insan ilişkilerini kaleme alıyor. Toplumsal birçok kodun kendisine yer bulduğu metinde insanı tebessüm ettiren ya da oldukça üzen detaylar da var. Varelci, Bim’deki kasanın anahtarı bile karşı kasadayken insanın kendisini tam olarak bulmasının boşunalığını anlatıyor.

Halk müziğinin az bilinen isimlerini yazmayı şiar edinen Serdar Aydın, görünürdeki isimler kadar görünmeyenlerin müzikal kalitesine de ısrarla değiniyor. Hakkında çok az bilginin olduğu fakat halk müziğinin alaylı isimlerinden Muşlu Fette’yi anlatan metninde Aydın, müzikal bilginin okullarında anlatılmasının yanında bazı sanatçıların yürekleriyle bu işi sürdürdüğünü hatırlatıyor. Muşlu Fette de onlardan birisi.

On beşer nedenlik metinleriyle bildiğimiz Sulhi Ceylan, konuştukça insanın başına gelenleri maddeliyor. Her birisi aforizma olan maddelerin kapsamı tartışmaya yine açık, fakat hem kendisini hem de iddiasını oldukça temellendirip anlatıyor. Sükûtu dilin iffeti ilan ediyor.

Yalnızlık ve arayış temasını Ahmet Can da işliyor. Kısa bir anlatı türüyle peşine düştüğü benlik ve imgeyi Hayal karakteriyle aktardığı metinde Ahmet Can, kaçışı “ihtiyacınız olan şey ait olmadığınız yerde bir yabancı olmaktır.” diyerek tanımlıyor.

Ferhat Toka, tencere dizdiği övgülerin ardından bu kez Pencereye Övgü metniyle okurunun karşısına çıkıyor. Pencerenin sadece bir araç olmadığını, olsa bile hayatımızın merkezinde sayılabilecek bir araç olduğunu hem örnekleyerek hem de temellendirerek yeniden anlatan bu metinle birlikte pencereye artık “yeni bir pencereyle” bakmaya başlayacaksınız.

Abdullah Harmancı, Kurşuni Dağ ile savaşlara ve dünyayı yaşanmaz kılan “büyüklere” karşı duruyor. Hem de elleri temiz, kalpleri temiz olan dünya çocuklarıyla. Önde Mehmet’in olduğu milyarlarca çocuk, her ülkeden, kurşundan bir dağı yok etmek için yola koyuluyorlar. Savaşlar olmasın, ölüp öldürmeler olmasın diye. Bakabilmesini bilen için bir kez daha değerli mesajlar veriyor Harmancı.

Vural Kaya, her biri kendi içerisinde başka anlamlar taşıyan kısa anlatılar kaleme aldı. Yaşamdan kesitler, anektotlar, bakış açılarıyla demlenen anlatılarda okuru bekleyen mesajlar var.

Rumeysa Kocaman, testi kırma geleneğini ele aldığı metinde bu geleneğin tarihsel geçmişine ışık tutuyor. Samimi bir üslupla anlattığı testi kırma geleneğinin saraydan evlerimize gelişini ve başka ülkelerin geleneklerini de bir çırpıda okumamıza önayak oluyor.

Yol kenarına park eden kırmızı bir traktörle zihninde uzun bir yola çıkan Yasin Kara, varabileceği en güzel noktaya ulaşıyor. Çocukluğuna. Traktörden sebep bozkıra, kurak iklimlere, yaşam ağaçlarına, buğday ve dostluklarına değinen Kara’nın büyüdükçe özlem duyduğu çocukluğu metnine konu oluyor.

Ahmet Enis Gürcan, yine değerli bir ismi konuk ediyor. Yaptığı resimleriyle gönlümüzde yer edinen Şafak Tavkul’un yaşam öyküsünü çizerek aktaran Gürcan, köşesini Şafak Tavkul’un çizimleriyle de zenginleştiriyor.

Akın Aksoy, Yeşilçam’ın değerinin bilinmesi mesajını yineliyor. Bu kez argümanlarına dönemindeki kısıtlı imkanlara ve sansüre rağmen başardığı işler ve dünyaya tanıttığı isimleri ekleye  Aksoy, sanatın ve sanatçının gücü halktan geldiği ölçüde layığını bulacağına da güçlü şekilde inanıyor.

Bir dosta yazılan mektupta açığa vurulan arada kalmışlık hissi, Umuttan Adam’ın kalemiyle okura sunuluyor. Yaşamdan tat almanın içsel bir dürtüyle mümkün olduğu kadar insanın kendisiyle arada kalmamasıyla da doğrudan ilgisinin olduğunu anlatan bir mektup. Zamana karşı bir şikayeti de barındıran değerli bir metin.

Farklı metinlerden derlenen 21 soruyla okurunu zihin açıcı bir egzersize de davet eden Şeyma Uğuş, bir süre sonra sayfayı notlarla dolduracağınız bir işe kalkışıyor. Kesin cevapları olmadığı gibi ikili cevaplara da açık soruları düşünürken pasif bir okurdan aktif bir okura dönüşeceksiniz.

Kelimelere yeni anlamlar kazandıran Onur Bayrak, seçtiği dokuz kelimeye hayatın tam içinden bakıyor. Sürgün, yol ve herkes gibi kelimelerin de olduğu sözlüğünde yeni ve içimize işleyen anlamlar var.

Mustafa Torpak, zaman yolculuğuna bu kez Anna Karenina’yla çıkıyor.  Fakat gerilere doğru değil, bugüne, içimize, kendimize doğru. Pişmanlık ve yanlış yerde doğru hatayı yapanların buluştuğu metinde Mustafa Toprak, asla alamayacağı cevaplar için Anna Karenina’ya sorular soruyor: insan teselli bulmak için sığındığı insanda yaşadığı yıkıntıyı neyle toparlayabilir?

Kendisini okutan, konuyu bilsek de anlatımdaki tattan mahrum kalmak istemeyeceğimiz bir metin kaleme almış H. Demet Akan. Aşk-ı Memnû üzerinden aşk, ihanet, ihtiras ve bunları temsil eden karakterlere değinen Demet Akan, insanın tabiata bıraktığı zararlı atıklardan birisinin de aşk kurbanı hisler olduğu görüşünde.

Faruk Sarıkavak, müdavimi olduğu çay ocağında iki dostuyla geçirdiği vakti anlatıyor. Zaman ve mekana dair notlarla derlenen bir metin olmuş.

Yasin Şafak, iki yaşındaki Mina’yı öylesine içten anlatıyor ki Mina’nın fotoğrafına tebessüm ede ede bakmamak elde değil. Yine de onu gerçekten görememek hayli üzücü. Okurken hepimizin Minacık bir kuşu oluyor. Sevimli mi sevimli, öğrenmeye açık mı açık.

Dilek Kartal, yaşamın zor yanlarına sağlı sollu darbeler indirmeye devam ediyor. Bu kez hayata tutunmaya çalışanları konu ediniyor: atama bekleyenleri, hayatta kalabilmek için çalışan ufakları, huzur bulmak yerine farkları arayıp huzursuz olanları ince ince işlemiş Dilek Kartal. Üstelik yeri gelince çözüm önerileri de sunmuş. İlgilisine.

İzdiham dergisini tüm gazete bayileri, D&R, Migros, Carrefour, kitabevleri, Mim Kahve ve izdihambakkal.com’dan edinebilirsiniz.

İZDİHAM