15 Ekim 2019

İbrahim Varelci, Joker’in Kahkahasında Boğulan Kimdir?

ile izdiham

“Zengin ve güçlü olanlara hayranlık duyup onlara neredeyse taparken, fakir ve muhtaç durumdakileri hor görme veya en azından görmezden gelme eğilimi ahlak anlayışımızı çökerten en büyük ve en yaygın nedendir.” [Adam Smith]

“Çünkü kimde varsa, ona daha çok verilecek, bolluğa kavuşturulacak. Ama kimde yoksa elindeki de alınacak.” [Matta 13:12]

 “Tüm hayatım boyunca bir dakika bile mutlu olmadım.” diyor Arthur. Annesinin ona happy demesi, onun mutsuzluğunun üzerine çekilmiş bir örtü gibi.

Arthur’un söylediği bu söz filmin merkezi bir noktasında konumlanıyor. “Umarım ölümüm hayatımdan mantıklı olur.” Yaşıyor oluşuna mantıklı bir izah getiremeyen bir kişinin ölümüne bir mantık araması ne kadar isabetli bir tutum? Üzerine düşünülmeli. Ölümü, herkes için mantıklı bir hale getirmeye çalışması, hayatı yaşanılmaz kılmasından ileri gelmiyor mu? Yaptığı bundan başka nedir ki? ABD’nin ve İsrail’in tutumu bundan başka nedir?

“Artık kendimi kötü hissetmek istemiyorum.” diye yakınıyor Arthur. Çocuklukta yaşanılan yıkımlar ruhu kemirir. İnsanın kendini inşa süreci sekteye uğrar. İnsan ruhunu aşama aşama yükseğe taşımasının önü kesilir. Kendini gerçekleştirmesi şöyle dursun, tutunacak dalın olmadığı, var olanların da insanı uçuruma sürüklediği çok aşikârdır.

Akıl hastalığının en kötü yanı, sizin öyle bir şey yokmuş gibi davranmanızı beklemeleridir.

JOKER ile ilgili görsel sonucu

Arthur, insanları öldürdükten sonra dans etmeyi bir çeşit ritüele dönüştürüyor. Ruhunda oluşan uçuruma düşme eylemi gibi. Kısa bir süreliğine kendini bıraktığı ve mutlu olmaya çalıştığı bir an. Don’t forget Smile’dan Don’t Smile’a geçiş filmin en mühim kırılma anlarından biri. Gülmemek için güldürmemek gerekiyor çünkü.

Cinayette maddi durumları kötü olanların katili savunması, toplumda beklenen şiddetin dip dalgasını hissettirdiği ilk düşüncelerden biri. Başarılı olanlar başarılı olamayanlara hep palyaço gözüyle bakacaklar.

Arthur’un ağzından dinliyoruz: “Dünya nereye gidiyor.” Fakat gün geçtikçe eleştirdiği, hatta iğrendiği dünyanın bir parçası oluyor. Aslında o dünyayı yok ediyor, yerine ikame ettiği dünya ise yaşanılası bir yer değil. Toplumun her kesiminde çürüme başlamış ve artık geri dönülmesi imkânsız bir yola girilmiştir.

Arthur’un zamansız ve önlenemeyen kahkahaları içinde bulunduğu trajikomik durumun bir tezahürü. Anlamların ters yüz olduğu, ahlaki davranış kalıpların şiddetli sarsıntılar geçirdiği ve tüm sosyo kültürel dinamiklerin bertaraf edildiği bir düzlemde, Arthur’un gülme eylemini yerli yerinde gerçekleştirmesi beklenemezdi zaten. Arthur devam ediyor: “Bana öyle geliyor ki, her şey zıvanadan mı çıkıyor?”

Hayat hiçbir dönemde bu kadar hızla akmamıştı. Hiçbir şey bu kadar çabucak tükenmemişti ve değersiz olmamıştı. Artık yaşanılan her duygu geçici, her fikir uçucu. Oysa hayat, sadece ölmemiş olmaktan ibaret olmamalı. Yaşıyor gibi yaparak kendini canlılığın donuk bir kalıbına koymak ve ölümü çok ötelerde görmek, insanın hayatı anlamasına mani oluyor.

Şiddet uygulayan birey önce kendisini görünmez kılar, saklar. Bu durum, esasında sadece topluma karşı bir gizlenme refleksi değildir. Böyle insanların kendilerinden kaçışı da böyle mümkün olur. Kendiyle yüzleşmekten korkma durumu. İçinde yapabileceği kötülüklerin tüm haklı gerekçeleri mevcuttur. Bunun bilinciyle yaşarlar. Şiddet artık çığırından çıkmış ve hedefini giderek şaşırmaya başlamıştır. En sonunda tüm benliğini kuşatacak ve içinde bulunduğu dünyaya sirayet edecektir. Önceden kestirilemez bir gücü olması da şiddetin hızla yayılabilme özelliğinden ileri gelir.

Şiddet sürekli kendini yeniden üretir. Yaşanılan bir şiddet eylemi bir öncekinin taklidi gibidir. Şiddet gören veya şiddete maruz kalan için de durum aynıdır. Zamanla insan şiddeti zihninde meşrulaştırınca onu hayatının merkezine koyabilir ve şiddeti, hayatı yaşanılır kılmak için kullanabilir. Oysa yaşamla şiddet bir araya gelmesi mümkün olmayan iki unsur. Zorbalığa ve aşağılanmaya karşı koymak için, bunlardan daha büyük bir şiddet üretilir. Belki de en kestirme yoldan bu iş çözülür: Sana kim bunları yaşatıyorsa öldür gitsin onları. Tüm bu kötü yaşanmışlıkların üstesinden öldürmekle gelineceği sanılır. Öldürerek yaşanılacağı…

Son sahne: “Kaybedecek bir şey kalmadı, artık hiçbir şey bana zarar veremez.” Bu düşünce oluşmaya başladığında artık her birey zarar görmeye başlamıştır. Toplumun gittiği yer tam da burası. Bu film çok uzak bir ihtimalden de bahsetmiyor. Toplumda kaybedecek şeyleri azalan insanların tehlikelerini büyüttüklerini göreceğiz. Değerler azalınca değersizlik hissi de azalacağından kişinin şiddete başvurması da kolaylaşacaktır. Herhangi bir değer tecrübesi yaşamayan bireyler değersizliğin hafifliğine kapılır. Oysa buradaki hafiflik olumlu bir manada değildir.

Şiddet kendini iyice açığa vurmaya başlayınca artık o farklı bir boyuta geçmiştir. Şahsi olmaktan çıkmış toplumu büyük bir felakete sürükleyen yok edici bir virüse dönüşmüştür. Böyle bir ortamı arınık hale getirmek oldukça güçtür. Haklıyla haksızın ayrılması imkânsızlaşmış, sosyal ve kültürel yapı ciddi hasar görmüştür. Ahlaki değerler işlemez hale gelmeye başlamıştır. Şiddet, onu kullanan insanların elinde bir çeşit kendileri ispat nesnesi olarak kullanılır olmuştur. Daha çok şiddet daha çok gücü beraberinde getireceği inancıyla her yer kana bulanır, ortalık yakılır yıkılır ve yağmalanır. Böyle kaotik bir dünyada herkes bundan nasibini er ya da geç alır. Şiddeti oluşturan, ondan nemalan ve onu bir silah olarak kullananlar da dâhil olmak üzere herkesi alaşağı eder. Kısacası şiddeti pompalayanlar kendi sonlarını getirdiklerinden haberleri bile olmadan yaşarlar.

İbrahim Varelci

İZDİHAM