4 Ekim 2021

Hüseyin Hakan, Kalabalık ama Çok Yalnızsınız

ile izdiham

Hatırı sayılır bir kalabalıkta muhabbet almış başını giderken söz yeniden ikiye bölünüyor. Demin de araya giren Spinoza, şimdi Heidegger’e dönüşerek söze başlıyor. Konudan uzak şekilde, “Heidegger’e göre diğer varlıklar sadece vardır,” diyor, “Oysa ki insan var olandır.” Spinoza iken varlığın kaynağını öncenin öncesine, onların da öncesine götürüp Tanrı’ya bağladığında da benzer bir atıf yapmıştı. “Varlığı kendisinden olan şey Tanrı’dır,” demiş ve eklemişti: “Spinoza için nedenlerin de nedeni budur.”

Kim diyor? Spinoza.

Öncekini kim demişti? Heidegger. 

Kendi çoğunluk kültüründe yalnızca iki isim yoktu. Pythagorasçılar, Stoacılar, Kindî, Hume, Berkeley, Yeni-Platoncular, Schiller, Gadamer, Derrida, Foucault… Yok, yoktu. Bizim azınlık kültürümüz ne söylerse söylesin, hangi konuyu açarsa açsın karşısındaki görünmez orduya yeniliyordu. Yenilginin zarafeti üzerimize sindiğinde başkasının ağzıyla konuştuğundan habersiz hazret için korkunç son hazırdı bile: kalabalıktı, ama çok yalnızdı! Kendi zihnindeki kapıları kapattığında, arada sıkışacak ilk şey kendi elleriydi.

Bir şeyler hakkında konuşurken başkalarını şahit tutmanın cazibesi ortadadır. Söyleriz, iddia ederiz ve arkasında sapasağlam durmak isteriz. Çünkü söylediklerimiz bir başkasının da konuştuğu, iddia ve ispat yoluna gittiği varsayımlardır. Üstelik o başkaları öyle sıradan kimseler de değil, isimleri duyulduğunda birer adım geriye gidilecek kimselerdir. Onlardan aldığımız güvenle, dünyanın eften püften şeylerin ardında koşmasına yumruğumuzu masaya vurarak karşı çıkarız. Herkesin ağzını açıkta bırakacak cümleler savurduğumuzda gezegenimizin uydusu şaşar. Başka cızırtılar kesilir. Söylediklerimizi falancılar da söylemiş, o falancılar da tarihe altın harflerle yazılmıştır nasıl olsa. Kolay mı?

İddia ve ispat makamında oturmak güzeldir, doğru. Fakat söylediklerimizin bir kısmının bize ait olması da önemlidir. Nutuk ve hitabımızın yine kendi zihinsel mahsulümüz olması, arkasına geçtiğimiz kalabalığın içerisinde görünür kalmak da şarttır. Bütün bildiklerimizin başkalarına ait olduğu gerçeğinin canımızı yakması, dilimize batıp çıkan kıymıklara dönüşmesi gerekir. Herhangi bir coğrafyada beliren asırlık düşüncelerin revize edilmeden, üstüne eklenmeden veya eksiltilmeden, olduğu gibi bugüne ipoteklenmesi bir fikir erozyonudur. Sürekli bir başkasının ayak izlerine basarak yürümek kendi ayak izlerini unutmaya, yolu kayba ve değersiz bir toprak parçasında yapayalnız kalmaya itebilir. İsmini zikrettiğimiz düşünürlerin, evet Foucault’un, Derrida’nın, Wittgenstein’in, Ryle’nin ve diğerlerinin söyledikleri değerlidir fakat üzerine kendimizden menkul fikirlerin de katılmadığı beyanlar boşlukta yokluğu bir hiçliğe çevirme girişimidir.

Çözümün bir parçası olacağımız yerde kaşla göz arasında ahlâk vaizine döneriz.

Okuduklarımız ve bildiklerimiz eğer zihnimizi olgunlaştırıp kâmil bir kıvama yaklaştırmıyorsa başkalarının kanaatleri sarsılmaz birer puta dönüşmeye başlar. Yani herhangi bir konuda bize ait tasavvurlar olmazsa giderek daha güçlü şekilde kendi çıkarlarımızı koruma eğilimine gideriz. Kendimize dönük bir kahraman ve canavar olma eğilimi. Şurası önemli, kendimize ait kavramlarımız olmadığı zaman varlığımıza ilişkin bir emare de bulunmuyor demektir. Yaşayanların, var olanların tasavvurları olur ve bu tasavvurlar mitoslardan, efsanelerden, mış’lı söylentilerden çok daha değerlidir. Bitmedi. Varlığın özünde durağanlığı göremeyeceğimize göre, var olmanın altındaki espriyi de zihni meşgul eden fikirler, düşünce demetleri ve bireyi görünür kılan özgün ifadeler olarak okuyabiliriz. Mümkündür.

Hatırı sayılır kalabalıkta söylediğimiz tüm başlıklara beraberindeki heyetle katılan hazret için şeylerin kökeni meselesinde Thales, insan üzerine meselelerde Sofistler, İslam felsefesine sıra geldiğinde Râzî söz aldı. Dediler ve demişler arasında kaybolan muhatabı bulmak zorlaştı. Denilen ve denildiği iddia edilen cümleler doğruydu, denildi ve denilmişti. Yine de kendi küçük topluluğumuzda birbirimizin gözlerine bakarken düzensiz, kırçıl ama tastamam kendimize ait fikirleri görmek amacındaydık. Söylenilmiş her sözü müdahaleye kapatan, haydi bunu anlamış olalım, kendisine dair itiraz ve onamaları göremediğimiz fikirler kişisel yozlaşmanın başlangıcıydı. Kendisini felsefenin yetkili bayisi ilan eden her zihnin okuduğunu kusma eğilimi gelişmekte olan ekonomimize bir zeval vermiyordu, kabul, ama kendi kendisine yapabileceği nadir ihanetlerdendi. 

Okuyan, okuduğu üzerinde kafa yoran, bir tasavvur üreten ve onu kamusallaştırıp kullanılabilir hale getirenlerden olabilmek ümidiyle. Kalabalık fakat yapayalnız kalmamak için.

Hüseyin Hakan

İZDİHAM