2 Aralık 2021

Hüseyin Hakan, İçimizi Vatan İlan Eden Öyküler: Sonra Konuşuruz

ile izdiham

“Bana konuşmayı öğrettiler.

Yalanın nasıl söylenmesi gerektiğini

dilin yay gibi bükülebilmesinden öğrendim.”

            Söylenmeyi bekleyen sözler biriktiğinde imdada bazı öyküler yetişir. Sakil bir yaşamda debelenirken etrafa ölgün gözlerle baktığımızda bazı anlatılar bir anlığına da olsa bizi geri çevirir. Ya da aynı anlatılar biz dibe vururken seyirci kalamaz, gelir aynı dibi bizimle boylar. Kuyunun dibinde, körün herkesle aynı manzarayı gördüğü yere o içimizden öykülerle bakarız. Karanlıksa karanlık. Olağan bir hezimetin kaşla göz arasında gurur duyulacak bir zafere dönüşmesi bu anlarda başlar nasıl olsa. El ele dibe vururken.

Özlerken. Unutmak neyse de, hatırlarken.

Sonra Konuşuruz, on bir öyküden oluşuyor. Her bir öykünün mevzusu farklı, mevziisi ortak. Felaha ulaşmış, yere kapaklanmış, çaresizlik ve yenilgiyle aynı anda karşılaşmış, düze çıkabilmiş yaşamları çizebildiği gibi aşıklar, hayalperestler, uhrevi-dünyevi arasında sıkışıp kalanların yer aldığı öykülere de yer var. Yazarın kendisini sözcüklerin arasına gizlediği, bir o kadar da görünür kıldığı öz anlatımlar da yoğunlukta. Yine de her bir öykü kendi içine açılan fakat öteki öykülerle dirsek temasını kesmeyen bir mottoyla örülmüş: “velhasıl yaşamak vuracak, biz büyüyeceğiz.”

İbrahim Varelci’yi eleştiri, röportaj, inceleme, biyografi gibi türlerde kaleme aldığı metinleriyle tanıyoruz. Yazdıklarında sıklıkla bir varlık problemi, kendini arayış ve yaşamın sıkıntılarla dolu taraflarına muhatap kalmanın etkilerini görebiliriz. Din ve felsefenin kırçıllaştığı, ayrıştığı noktaların toplumsal izdüşümlerine, bireysel sorgulamalarına odaklanan metinlerde duyguların insanları var etmesi konusunu da yine metinlerinde görebiliriz. Sonra Konuşuruz da böylesi çok yönlü bakabilen öykülerden, anlatılardan oluşuyor. Açık bir öykü olarak değerlendirilebilecek metinler olduğu gibi, doğrudan öykü olmayan fakat kendisini bir anlatı biçimiyle öyküye yaklaştıran monologlar da var. Yazarın çağa sesleneceği, itiraz edeceği, bir arayışa girip sonunda ne bulacağına dair karamsarlığa düşeceği anlarda bile öykücülüğe sığınarak başarılı bir felsefî yöntem tutturması -üstelik sıkça şiirsel dile de başvurması, kitabın keyifle, merakla ve hayretle okunmasını sağlıyor. Tekil yaşantıları kamusallaştırıp umuma açma başarısı da yine kitabın bir diğer özelliğini oluşturuyor. Varelci’nin yaşamından, yaşadıklarından, gözlem ve hayal dünyasından kopup gelen anlatılar basit ve sağlam bir dille herkesin yaşamından bir pay taşıyan ortak öykülere dönüşmüş. Proust’un denemelerini okurken aldığımız lezzeti, Varelci’nin öykülerini okurken almamak içten bile değil. Öykülerin anlatmak istedikleri okuru yormayacak bir terbiyeden geçmiş. Burada büyük bir alkışı kitabın editörlüğünü üstlenen Bade Osma’nın hak ettiğini söylemeden geçmemek gerekir.

İlk öykü, Başkalarının Ölümüyle Başlıyor Hayatımız. Bir müphem ölümün izlerini kovalayan samimi insanların küçük ama dedikodularla örülü dünyalarında kendisinin aklanmasını bekleyen Cemal’i görüyoruz. Aklanmak için girişeceği her yol beyhude olsa da yaşamın vicdan azabıyla döşeli yollarında her gerçek bir şekilde kendisini açığa vurur. Yer yer Orhan Kemal’in tasvir becerisini anımsatan cümlelerle okuyacağınız öyküde Cemal’in her şeyden umudu kesip uzaklaştığı bir anda hakikate yaklaştığına şahitlik edeceksiniz. Bir öykünün ya başlangıcı ya da finali okuru sarsar. Finali ustaca işlenmiş bir öykü.

Öykü diline yakın fakat şiirselliği elden bırakmayan bir anlatı Kelebeğin Gölgesi. İkinci öyküsü kitabın. Öykülerin girişlerine işlenmiş çizimler bir süre merakınızı ayakta tutup öykülere başlamanızı oyalıyor. Bu oyalanma hem çizimlerin başarısını takdire hem de heyecanı sürdürmeye yarıyor. Kelebeğin Gölgesi, Serap’ın ölümüyle birlikte başlanan bir iç düşünüş, içe dönüş, oradan yaşamı sorgulayış metni. Şiirsellikle desteklenen öyküde kendiyle baş başa kalan herkesin ortak kasvetine yer verilmiş. Varlık probleminin açık seçik işlendiği öykülerden bir tanesi.

Edebiyatın babalarından sürekli duyduğumuz babanın edebiyatı literatürümüz için değerli bir konu. Varelci, kitabın üçüncü öyküsü olan Pencere’de, dini, felsefeyi, dinin felsefesini ve felsefenin dinselliğini öykücülüğe sırtını yaslayarak işliyor. Baba metaforunu merkeze koyan bu öyküde eril tahakkümü, erkekliği, toplumdaki zorba ve tehdit kurumuna dönüşen babalığın naif bir anlatımını göreceğiz.

Bütün öyküleri anlatıp okuru yormak istemem fakat aralarından birkaç öyküyü daha anlatmam gerekir. Farklı bir temayı mevzu edinen öykülerden birisi de Önce Hayaller Ölür. Okuduktan sonra öykünü ilk sayfasına “Onca Hayaller Ölür” notunu düşüren bu değerli metinde bir aşığın sevdiği kıza fedakârlığı sonucunda kazandığı hüsran var. Feda etmenin sonunda bir kâr olmadığı müddetçe yere kapaklanmanın an meselesi olduğu uyarısı, iki yürek arasında eşitlenme olmadıkça kavuşmanın çoğu kez hayal ürünü olduğu mesajına ustaca yerleştirilmiş. Üstelik yer yer dinsele, hurafelere ve ideolojik saplantılarımıza da göndermeler yapılarak.

Aktardıklarımızın dışında kalan Dünyanın En Yüksek Yeri ve Çelişki öykülerinde iç monologlarla varlığı sorgulayış; Yola Çıktığımda Üşüyordum’da yazarın hepimize yönelttiği haklı itirazlar ve yaşamdan lezzet alamayışımızın sebepleri; Acımasız Olma Şimdi’de bir aşığın yeniden dirildiği, tam da umutları avuç içine düşeceği anda yeniden yeşermesinin öyküsü. Arka fonda Ahmet Kaya incitmeden söylemeye devam ederken hem de. Son olarak Konuşulacak Hiçbir Şey Yok, Yüzük İzi ve Hatel öyküleri de yine Varelci’nin özgün üslubuna serpiştirilen hepimizin yaşantılarıyla dolmuş öyküleri.

Genel yayın yönetmenliğini Bülent Parlak’ın, dikkat çeken kitap kapağı tasarımını Sinem Ay Yılmazer’in ve öykü girişlerindeki titiz çizimleri Tuğçe Sert’in üstlendiği Sonra Konuşuruz, İbrahim Varelci’nin İzdiham Yayınları etiketiyle okuruna sunduğu değerli bir kitap.

Hüseyin Hakan

İZDİHAM