6 Şubat 2018

Hatice Çay, Bana Leyla’nı Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim

ile izdiham

Bir suret mi bir figür mü yoksa geçiş kapısı mı? Ayna olmak onun kaderi mi kendisi mi bunu tercih etti? Sevdi mi kendisi olarak sevildi mi yoksa ona sen bir imgesin mi dediler? Leyla imge ise aşk gerçekten var mıdır? Aşk kadınsa evlilik nasıl olabilir? Leyla’nın âşık olması mümkün mü? Mümkün değilse efsaneler nasıl var oldu?

Hemen hepimizin liseli yıllarına rastlar Leyla ile tanışmamız. Peki dünden bugüne dek adı dillerden düşmeyen hikâyelerden şiirlerden dizilerden eksik olmayan Leyla nasıl bir karaktere sahiptir?

Leyla’yı bizzat kendi dilinden duymaktan ziyade Mecnun’un ağıtlarından tanırız. Daha çok fiziksel özellikleri ile tanıtılır bize Leyla. O da kara saçlı kara gözlü kara benli olması dışında pek bir ipucu sunmaz bize.

Leyla bir insandan ziyade nesne gibidir. Aynalarda görülen suret, geçiş kapısı yani bir ara durak gibi. Geçmişte bu imge Yaratıcı’nın güzellik sıfatı için kullanılmıştır. Onu görenler önce kalbini kaptırır sonra kendini kaybeder ve sarhoşluk haline bürünür. Nihayetinde onun kaynağını bulur ve düzelir. Anlatılan destan her ne kadar iki insan arasında geçmiş gibi görünse de Leyla’nın bir suret gibi öte planda kalma sebebi aşkı ilahi boyuta dönüştürme maksadıdır. Leyla kendi dilinden birkaç gazel söylemenin ve Mecnun ile birkaç defa konuşmanın dışında destanda ön plana çıkarılmaz. Dünden bugüne ise bu imge kadını maşuk olarak çizme meyline dönüşür. Hikayenin tasavvufi boyutunu irdelemeyip mecazı esas olarak gören herkes iki insanın aşkında Mecnun’u şair, Leyla’yı maşuk beller. Kadınlar şiir yazamaz çünkü aşktır sözü de kaynağını bu hatalı kanıdan alır. Oysa bu destan iki insan arasındaki aşkı anlatmayı hedefleseydi Leyla’nın penceresinden aşkın tüm hallerini boyutlarını çizmek zorunda kalırdı. Destanlarda ilahi aşk Allah’ın kula aşkını çizmeyi tam olarak tahayyül edemeyeceğinden bir varlık olarak resmetme tercih edilmiştir.

Günümüzde ise ilahi olmayan ancak iki insan arasında efsanevi sayılabilecek aşk denemeleri yazılabiliyor. Buna yakın tarihten bir örnek vermek de mümkün. Yunus Emre Özsaray’ın ikinci öykü kitabında Leyla yalnızca sesi ile varlık gösteriyor. Bölünmüş anlarda pek çok kez Mecnun’u ve Leyla’yı karşımıza çıkaran Özsaray Mecnun’un tüm hislerini anlatırken Leyla hakkında oldukça ketum davranıyor. Öyle ki okurken Leyla’nın Mecnun’u sevip sevmediğini anlayamıyoruz. Kitap bittiğinde de aynı soru ile baş başa kalıyoruz. Öykülerden birinde naif bir ses olarak karşımıza çıkan Leyla bir başka öyküde darbe dönemi mağduru olarak anlatılıyor ancak orada da Leyla’yı değil onun bir benzerini belki bir arkadaşını görebiliyoruz.

Bu döngüyü bir dönem televizyon dizisi olan Leyla ile Mecnun’un Leyla’sının ölümü ardından karşılaşılan yeni Leyla’lara benzetebiliriz. Ancak orada da Mecnun her Leyla’ya aslında sen benim Leylam değilsin diyor ve soluğu ilk Leyla’nın mezarında alıyordu.

Leyla Batı edebiyatının sunduğu prensese karşılık tam olarak bir Doğu örneğidir. Prensesler genellikle kendilerini kurtarmayı bekleyen bir prens beklerken Leyla aşkına sadık ve genellikle ölüme kavuşan bir karakterdir. Yine de Leyla’nın his dünyasından tam olarak haberimizin olmadığını düşünüyorum. Belki bir gün bir yazar çıkar ve bize Leyla neler hissetmiş onun dilinden anlatıverir kim bilir. Bunun için de önce Leyla’yı tanımalı. Ne dersiniz çok mu geç kalındı?

Hatice Çay

İZDİHAM