27 Şubat 2016

Güven Adıgüzel, Soruları Derinleştirmek ya da Edebiyat Ne Söyler?

ile izdihamdergi

‘’Modernizm önce tanrıyı öldürdükten sonra

rasyonalitenin ağır tahakkümü altında,

insanların gelenekten tevarüs ettiği mitleri de,

dine ait hurafeler olarak telakki edip

toplumsal hafızadan kovdu’’

Cemal ŞAKAR

 

Cemal Şakar yazı hayatını iki temel sütun üzerine bina etmiş oldukça üretken ve kelimenin tam anlamıyla velüd bir yazar. Bu anlamda salt ‘öykücü’ olarak adlandırılmasının, öykülerini de severek okuyan bir okuru olarak ‘eksik’ bir tanımlama olacağı kanısındayım. Bu tanımlamanın nakıslığını 2011 ve 2012 yıllarında arka arkaya yayınladığı; ‘’İmge, Gerçeklik, Kültür’’ ve ‘’Edebiyatın Sırça Kulesi’’ gibi iki önemli fikir/eleştiri kitabıyla fazlasıyla tecrübe etmiş olsak da, geçtiğimiz günlerde İz yayıncılık fırınından taptaze çıkan ‘‘Edebiyat Ne Söyler’’le birlikte bu meseleye artık nihai bir nokta koyulmuş olduğunu da varsayabiliriz.

Bu hacimli ‘üçleme’nin üzerine şayet bir de söyleşileri iki kapak arasına toplanıp kitaplaşırsa; Cemal Şakar’ın düşünce serüveninin durakları arasında dolaşmanın da, 35 yıldır inşa ettiği yazarlık kimliğini temsil eden ‘öykü’ ve ‘düşünce’ sütunlarının her ikisini birden aynı sancıyla omuzladığını ‘anlamanın’ da, gayet kolaylaşacağı kanaatindeyim.

‘‘Edebiyat Ne Söyler’’ için -bir devam filmi- geçtiğimiz yıllarda yayınlanan ‘’İmge, Gerçeklik ve Kültür’’ ve ‘’Edebiyatın Sırça Kulesi’’ kitaplarını da kastederek yani hedef gözeterek ‘üçleme’ kavramını kullanıyorum, şüphesiz bu yazarın tercihi ya da iddiasıyla değil benim zannımla kaim olan bir adlandırma.

Meramımı anlatabilmem açısından ortaya şöyle kavramsal bir çizgi çekmek elzem olacak; ‘’İmge, Gerçeklik ve Kültür’’deki; anlam, simge, imge ve yabancılaşma eksenindeki kültürel paganlaşmanın sorgulanması bahsi, devamında gelen ‘’Edebiyatın Sırça Kulesi’’ kitabında; vahiy, sanat, ikon ve hakikat kavramlarıyla tahkim edilmiş, her iki kitapta da görsel kültür merkezli ‘anlamaya yönelik’ derin bir eleştirel bakış görmüştük. ‘‘Edebiyat Ne Söyler’’de ise Cemal Şakar hem ilk iki kitaptaki başat meseleleri derinleştirerek açılımlıyor, hem de kitabın adından da anlaşılacağı üzere ‘edebiyat merkezli’ yeni bir düşünce/eleştiri mevziisi kazarak, sorgulamalarını yeni ve nispeten daha ferah bir alan’a doğru konumlandırıyor. Birbirini tamamlayan ve tanımlayan bu üçlemenin büyük çatısının -doğal olarak- ‘modernite’ ve ‘modernite’nin çıkmazları’ üzerine kurulduğunu da hassaten belirtelim. Modernite’yle hesaplaşmak bu noktada yazar için her üç kitabında da görüleceği üzere; bir derd-i mutlak.

Edebiyat Ne Söyler başlığı altında fikirsel bir bütünlüğün ahengiyle toplanmış  -bir kısmını Hece ve İtibar dergilerinden de hatırlayacağımız- seçme yazılardan müteşekkil bu kitabın Müslüman bir sanatçının ortaya koyduğu/cepheye sürdüğü ‘dünya görüşü’ bağlamında okunması gerekliliği, ilk ve en önemli bariyerdir. Bu bariyere çarptıktan sonra içeriye girmeniz yani kitabın meselesine bu sarsıntıyla dâhil olmanız yazarın da istediği bir durumdur bence. Bariyer her zaman olumsuz’u çağrıştırmaz/imlemez, bazen de yolların daha anlaşılır biçimde yürünmesine kapı arayabilen bir imkân olarak yolun kendisinden bile işlevsel olabilir. Neden sebep?

Çünkü pergel metaforundan ilhamla söyleyecek olursak, Şakar’ın kullandığı pergelin ‘asıl’ ucu merkeze/esasa derinlemesine saplanmış/sabitlenmiş durumda, bu bakımdan fikirsel taarruzla çevreyi dolaşan diğer uca tanınan serbestlik de doğal olarak okurun kendisini ziyadesiyle emniyette hissetmesine yol açıyor. Tabi sayfalar arasında dolaşırken liberal bir tebessüme rastlama şansınızın olmadığını da hatırlatmak isterim. Edebiyat ne söyler? Bu uzun bir bahistir elbette ama, bu kitap bağlamında; size liberal dünya görüşünün/görüşlerinin sırtını sıvazlamayı öğütlemeyecektir mesela.

ÇUKURCA’DAN SONRA ÖYKÜ YAZILMAZ!

Kitabın iç gerilimine, hacmine, diğer bir deyişle içeriğine dönecek olursak; Edebiyat Ne Söyler, Turan Koç’un ‘İslam Estetiği’ ve Titus Burckhard’ın ‘’İslam Sanatı’’ kitaplarını merkeze koyarak kendi düşünsel düzleminde ilerleyen ‘’Modern Zamanlarda İslam Estetiği ve Sanatı Ne Söyler’’ isimli bariz olarak ‘uzun toplarla defansın arkasına sarkmaya çalışan’ oldukça kalibreli bir yazıyla açılıyor. Bu açılışla birlikte Şakar öykülerinden aşina olduğumuz dilin/üslubun yine aynı ağırlık ve incelikle karşımıza çıktığını ve bu dilin kurmacanın narin omuzlarında olduğu gibi düşüncenin sancılı patikalarında da etkisinden hiç bir şey kaybetmediğini görüyoruz.

İnce bir işçilikle örülen emek yoğun metinlerin; ciddiyetini koruyan ama akıcılığını zedelemeyen, debisi kuvvetli olsa da, kendi iç ritmini hiç bozmayan güçlü (kopuk olmayan, bağlamından ayrı düşmeyen) yapısı işimizi(okur olarak) bir hayli kolaylaştırıyor.

Kitaptaki bir yazıya özellikle dikkat çekmek isterim; ‘’Sanal Medeniyet’’ başlıklı, simule edilmiş gerçeklik algısı üzerine yapılmış derin tahlil, üzerinde durulmayı hak eden şahikalarından biri olarak hemen göze çarpıyor. Miniatürk’ten, BKM’nin Çok Güzel Hareketler Bunlar şovuna kadar uzanan geniş bir skaladaki örneklemlerle çözümlenen ve dört ilginç fotoğraf karesiyle desteklenen bu kıymetli yazının gözden kaçırılmamasını diliyorum.

Sanal Medeniyet’i okurken aklıma Black Mirror/Kara Ayna dizisi geldi. Cemal Ağabey’in bu seriyi izleyip-izlemediğini bilmiyorum, ama gerçeklik algısının kırılması ve simülatör’lüğün 10 altın kuralı bağlamında siyah renkli bir aynanın izlerini yazısında da ayniyle gördüğümü söylemek isterim. Tek tek spoiler vererek kitabın bütünlüğüne bir zeval vermek istemem ama,‘’Çukurca’dan Sonra Öykü Yazılmaz’’ başlıklı yazının şu kışkırtıcı girişini alıntılamalıyım; ‘’Çukurca’dan sonra öykü yazılmaz, başlığın göndermesi açık. Ancak Çukurca Auschwitz kadar güçlü bir imge değil. Çünkü imgeler atıf yapıla yapıla güçlenir’’

Cemal Şakar, Edebiyat Ne Söyler’de cevapları işaret etmekten ziyade daha gerekli olanı yapıyor, yani soruları derinleştiriyor. Ben özelde bu kitabın, daha genel anlamda ise bahse konu üçlemenin; okunması, tartışılması ve kritik edilmesi meselesinin önem arz ettiğini, ayrıca yazarın ‘sorularına’ entelektüel bir tecessüsle karşılık verilmesinin zihin açıcı olacağı kanısını taşıyorum.

Cemal Şakar’ın emek yoğun fikir yolculuğuna eşlik etmek için Edebiyat Ne Söyler’ güzel bir başlangıç olabilir, evet mümkündür. Bir de son olarak, Arthur Schopenhauer’in ‘‘Güzelin Metafiziği’’ kitabının bu üçlemenin üzerine çok iyi gideceği gayet açık. Selam ile.

Cemal Şakar, İz Yayıncılık, 2014, 168 sayfa

 

 

Güven Adıgüzel

İZDİHAM