8 Şubat 2022

Gökhan Yılmaz, Renk Ayarı

ile izdiham

Amcamı bir torbada getirdiler. Kara bir torbada. Balkona koydular. Dağılmıştı. Gıkı çıkmadı.

Amcam esmerdi. Hatırlanmayan insan esmerdir. İnsan hatırlanmadıkça esmerleşir, kararır. Herkes biraz esmerdir. Dağılmış parçaları tozluydu amcamın. Yorgundu. Ben biliyordum. Mühürler gözlerime engel değildi, delip geçmiştim onları. Uykusundan, yerinden kovulmuş birinin bakışsızlığı vardı her bir parçasında. Yine de bazen- ömrünce hiç uyumamış biri gibi duruyor, gözlerimin içine bakıyordu. Onu bir tek ben görüyordum. Gözleri torbaya sığmamıştı.

Babam nasıl yaşayacağını bilemediği bir kederle katlayıp ceketinin cebine koymaya çalıştı amcamı getirdiği torbayı. Sığmadı torba, taştı. Rengi dağıldı, babamın göğsünü kapladı. Bir yığın evrak, imzalar, mahkeme kararları, gayri resmi gözyaşları. Amcam sağken ona duymayı unuttuğu bir hürmet gelip bulmuştu babamı. Şimdi o hürmeti katlayamıyor, kaldıramıyordu.

Ben salonda yatıyordum. Salon balkona açılıyordu. Balkon büyük bir anlama. Amcam uzak bir boşluğa. Açılan şeyler kapanmaya.

O gün bir sürü kişi geldi bize. Asık suratlı konular konuşuldu. Renkler havalara uçuştu, çarpıp saçıldı duvarlara. Renkler insanları görüyor, insanlar renkleri görmüyor gibiydi. Havada dans eden renklerin hepsini ben gördüm. Benim gözlerim renklere hassastı. İnsanların gözleri boşluğun anlamını bilmiyordu. Renkler alacalanıyor, gelip hak ettiği tonu veriyordu insanlara. Nabza göre. Aslına göre insanın. Gözlerim göre göre.

Yarım yamalak tanımlar yapıldı, uzun uzun susuldu bazen. Amcam hep orada, balkonda- dağılmış, öylece duruyordu. Torbası karaydı, emindim, üstünde çok eller dolaşmış, olmayan tenini çok diller yakmıştı. Renkler bana her şeyi bir bir anlattı.

Camın arkasından amcamın kemiklerine bakıp ağladım ilk gece. Torba o torba, dediler. Dinlemedim. Üşür mü acaba, diye düşündüm. Çok rüzgâr eserse kıpırdıyor, birbirine sokuluyordu parçalar. Üstünü örteyim mi, dedim parçalara. Bir gökkuşağı bana gülümsedi. Sonra karardı kuşak, içinde bir beyaz dürüldü. Aklıma yapamayacağımı bildiğim şeyler gelip durdu.

Amcam geceleri bir bütün adam oluyor, balkonun kapısını açıyor, kara bir gölge ete kemiğe bürünüyor, gelip saçlarımı okşuyordu.

Saçlarım günden güne karardı.

Amcam telefon etmişti bir yaz akşamı. Yine. Hoparlöre verdi annem siyah sesi bu kez. Babamın kaşları tuhaflaştı duyunca, karıştı renkleri birbirine. Karalahana var mı karalahana, dedi amcam. Her şeyi temize çeken bir coşkusu vardı. İçimden bir gülmek geçti. Gelsem, beraber yesek, dedi amcam. Hem yüzünüzü bir görsem?

Yüzümüz var mıydı? Baktım. Boş. Amcam elinde bir aynayla gelecek, diye hayal etmiştim. Yıllar sonra. Elleri bir aynaya dönüşmüş olarak gelecekti amcam, bizi bize gösterecekti. İçimizin yağları eriyecekti o aynada. Aklımızdaki bir ipin düğümü çözülecekti. Ellerinden gökkuşağı dökülecekti üstümüze.

Hiç birleştiremediği bir bütünün kesik izlerini taşıdı amcam göğsünde. Ortasından parçalanmış televizyonları, kulpsuz elbise dolaplarını, yerlerinden kaldırılmış bıçakları, saklanmış çakmakları, yün görmemiş şişleri ve daha neleri. Mutlu olmayı denemişti amcam, geri tepti. Olanlar vardı bir yanda- biliyorduk, hissediyorduk. Bir de dillerde dolananlar vardı- onlara da susuyorduk mecburen. Hayatını açıp bakamamıştık amcamın. Kara kaplı bir defter gibi duruyordu amcam orada. Elimizi uzatamadık. Tenimiz renkten renge bulandı, utanıp adını koyamadık.

Yengemle evlendikten sonra her şey değişmiş. Amcam kimseyi dinlememiş, kimseyi karşısına almamak için uzaklaşmış bizden. Babam içine doğan kötü hislerden bahsedip durmuş amcam evlenmeden önce. Olmaz bu iş, dağılır bu yuva, demiş. Sözünü bir dağ yapmış sonra, kimseye ardını göstermemiş. Kardeşliğini de o dağın içine gömmüş inatla, hırsla. O gün başlamış kararmaya babam.

Yengemin bir adı vardı, bir de madde madde yaptıkları. Adına ne dersek diyelim tarif edemediğimiz bir çatırtı duruyordu zihnimizde. Amcam günden güne kırılıyor, dağılıyor ve bizden kaçıyordu. Yıllar böyle geçti.

Amcam adını hiç bilmediğimiz ama hep gittiğimiz bir şehirdi. Yengemse adını hep bildiğimiz ama hiç gitmediğimiz bir şehir. İkisinin de yolu yoktu sanki hiç. Ya da biz yolu inkâr ediyorduk bildiğimiz bir şey varmış gibi.

Gel, dedi annem telefonda, yaparım karalahana. Kapattı sesi, buraya döndü. Sevincini göster kızım, dedi sonra bana. Amcan o senin. Çekinme. Renk verme.

Babam eliyle bir şeyler yapıyordu annem görsün diye. Görmedi annem. Kulağımı dayasam annemin göğsüne, canından TAK! diye bir ses geleceği belliydi. Kendine bir iş uydurup çıktı babam evden. Rengi attı, dışarı. Ceketinin yarısı omzunda, yarısı boşluktaydı. O boşlukta tüm akrabalık bağlarımız sallanıyor, biraz sonra da kopup düşüyordu. Arkasında rengi yok oluyordu gittiği yerin.

Amcamın kararmış bir yüzle geldiğini gördüm. İlk ben fark ettim bunu. Elin yüzün bembeyaz olmuş, hayırdır, dedi annem. Şimdi karalahanayı yer, düzeliriz, döneriz aslımıza, dedi amcam. Anneme baktım, onun da yüzü gölgelendi.

Sofrayı balkona kuralım mı, dedi amcam gelince. Balkonda olursak kırıldığı yerler görünmez olacaktı sanki.

Olur, dedi annem. Açıldı balkon, kuruldu sofra. Amcam gözlerinde bir karaltı saklıyordu. Soframızdan balkona, balkondan sokağa bir karalahana taştı durdu. Karalahana şöyle güzel, böyle nefis. Ben hiç sevmedim karalahanayı. İsmi bile garipti. Amcamın sözlerinden cesaretle ben de yedim biraz. Ona baka baka, kopya çeker gibi. Sevindi amcam. Bir umut doğdu içime. Hızlandım yerken. Tabağını bir güzel temizledi ekmekle. Ellerinin karası gözümü aldı amcamın. Oysa üstünde beyaz lekeler vardı. Sakladı hemen sonra ellerini. Utanma, dedi annem. O eller senin, kaderin. Bu sözünden sonra fark ettim amcamın yüzündeki beyaz lekeleri, döküntüleri.

Annem mutfaktayken yanıma yanaştı amcam. Saçlarımı okşadı. Karalığı gitti. Babamı soracak sandım, utandım. Balkonda karalahana kokusu vardı. Hiç gitmedi.

Amcamı sevmeyi öğretmemişlerdi bana. İnsan bu hayatta önce sevmeyi öğrenmeli. Önce sevmenin kıymeti, büyüklüğü ve rengi öğretilmeli insana. Amcamın ellerinden bunu anladım.

Bir sözden ibaretti sanki amcam. Kararmış, vakti geçmiş bir söz. Elimi göğsüne koydu amcam. Aynaydı elleri, besbelli. Burada, dedi, senin yaşamanı hiç istemediğim bir karanlık var. Gözünün karası bir örtü gibi kapladı bedenimi. Sahici bir örtü gibi tanıştım amcamın gözleriyle. Yengemi anlattı bana. Renkler kaçıştı. Saklandı her biri bir yere. Aklımdan türlü şeyler geçti. Bir kuşun gölgesi gibi bir korku. Adı konulmamış bir yakınlık. İçimden çıkmaya can atan bir boşluk. Bu da benim kaderim, dedi, ellerini gösterdi. Çizgiler bir yolu tarif ediyor gibiydi. Siyahla beyazın itişip durduğu el çizgileri. Bir aynanın içine sinmiş çatlaklar.

Sen benim elimde büyüdün, dedi amcam. Elleri büyüdü, ben küçüldüm. Yengeni bazen sana benzetiyorum, dedi. Korktum bunu duyunca. Sen çok sessizsin ama o susmayı bilmez, diye ekledi sonra hızlıca. Dili beni karartmış sapsız bir bıçak. Bu sonuncuyu kim söyledi, bilemedim. Karaydı şüphesiz ve duruyordu oracıkta. Karnına koyulmuş sapsız bir bıçak. Kimin?

Amcam konuştukça tozlar uçuşuyordu sanki. Defterin üzerini kaplamış bir yığın toz. Boğazım kaşındı. Öksürürsem yanlış anlar, dedim, tuttum kendimi.

Sustum. Kafamda resimler dolaştı. Sen doğduğunda hiç ölmeyeceğim sandım, dedi sonra amcam. İçimden öyle bir sevinç geçti. Ne demek bu, dedim içimden. Görünmez bir el dizlerimi dövdü durdu, engel olamadım. Amcamın gözleri parladı ilk kez. Sulandı sonra. Resimler bir şenliğe kavuştu, söndü sırayla. Amcam sustu annem elinde çaylarla mutfaktan gelene kadar. Anladım, dedim yine içimden, amcam kapkara bir torbanın içinden konuşuyor. Toprağın altından çıkarılmış, paramparça, dağılmış. Karalahanayı burnunun dibinden ayırmadan. Sanki.

Boş bardaklar annemle gitti mutfağa. Amcam uzaklara baktı bir şeyi arar gibi. Seninle daha çok anımız olsun isterdim kızım, dedi amcam. İçimden sıcak bir şey aktı. Olur belki amca, dedim gizli bir şey söylüyormuş gibi.

Babam arayınca amcam toparlanıp gitti. Yarım olan şeylerin nasıl daha da yarım olabileceğini öğretti bize gidişi. Balkona çıkıp baktım ardından. Küçük kara bir noktaya dönüşene dek yürüdü, izledim. Kaybolduğu yerden küçük bir çocuk doğdu, gördüm. Seneler oldu.

Günlerce balkonda kaldı amcamın kemikleri. Köye gidecek kemikler, dedi babam günlerce. Anamın yanı başına. Öldükten sonra bari dinlesin sözümü, yatsın anasının ayakucuna. Dedi ama bir türlü götüremedi işte. Sanki bahane bulup erteliyor, amcamın, orada- yanında durmasını istiyordu. Sanki sevdiği bir misafire az daha otur, der gibiydi.

Balkonda yenen karalahanadan sonra ilk kez geldi işte amcam bugün. Kara bir torbada. Esmerliğini bir torbaya teslim ederek. Yalnız ben gördüm sanki rengini. Tozlu ve dağılmış. Kapanmış, yazısını yitirmiş bir defter. İçim toz içinde.

O gün amcam balkondaki yemekten kalkıp gittikten sonra salon giderek büyüdü. Balkonu zorlayıp durdu duvarlar. Karalahana kokusu büyüdü, bir ormana dönüştü gizlice. Babam sık sık balkona çıktı. Göremedi amcamın kaybolduğu yerden doğan çocuğu. Sormadı bize bir şey. Giderek karardı o da. İçine kendini tıkıştırdığı bir torba gibi savruldu odadan odaya.

Amcam bir yol kenarında uzaklara bakarken ölmeden birkaç gün önce yengem yine birkaç eşyayı parçalamış. Geldi nihayet, demiş elini karnına koyup. Ama senden değil bu, diye eklemiş. Yıllarca çocukları olmamıştı amcamların. Çocuğu olmadıkça delirmiş yengem. Olmuş, sağlam ne varsa kırmış, dağıtmış. Yavrusu olan sehpalardan başlamış parçalamaya. Kahve yanı bardaklarını, üçlülerin küçüğü tekli koltukları, prize takılmış gece lambalarını, amcamın serçe parmağını ve aynaları sonra. Çürüksün, yarımsın deyip durmuş amcama. Amcam günden güne küçülmüş uzaklara baktıkça. Ölümünden sonra bir sürü şey anlattı bize komşular, görenler, bilenler.

Amcamdan sonra çocuk doğunca mezarın açılmasını istemiş mahkeme. Yıllar sonra amcam çıkıp geldi böylece ağzı bağlanmış mühürlü bir torbada. Torba karaydı, ben emindim buna. Balkona serildi kararmış bir çeyiz gibi. Annem ağladı, babam ağladı, ben konuştum amcamla geceleri. Renkleri anlattı bana amcam yine. Baştan öğretti hepsini. En sevdiğin renk ne, demiştim o gün amcama. Beyaz, demişti, sonradan küçük bir noktaya dönüştüğü yöne bakarak. Sen zaten siyahsın amca, dedim. Karıştı yine renkler. Sabırla düzeltti amcam. Bak ellerim, bak alnım, ak, dedi sonra. Alnındaki beyaz lekeler bir çiçek gibi açtı, yayıldı yüzüne.

Gece yatarken amcamı balkona çıkarken görüyorum sürekli. Her bir parçasını tek tek toplayıp ayaklanıyor, bakıyor yine uzaklara. Kaybolduğu yerden gülümseyen çocuğu arıyor. Kalkıp sırtını sıvazlıyor, üzülme amca, bak kavuştuk işte, diyorum. Ben annemin ayakucunu özledim deyip gülümsüyor ağlar gibi. Her gece biraz daha gençleşiyor. Babam, onu alıp köye götürene kadar geçen her kara gece.

Uyumuyor musun sen geceleri, diyor babam bana. Anlamasın diye gözlerimi kaçırıyorum. Ellerim kuvvetsiz, içimde tuhaf bir kavuşma. Bekliyorum ki gece olsun. Amcam balkonda beni bekliyor. Gıkı çıkmadan. Kavuşunca diri bir sevinç, gece olunca.

Günden güne amcamın kemikleri birleşip büyüyor sanki. Babam küçülüyor aksi gibi. Aksi, diyordu amcama oysa. Aksi adam, deyip duruyordu.

Annemi kendi kendine söylenir buluyorduk sürekli. Beyaz bir sayfa ha kardeşim, diye soruyordu annem durmadan.  Uzak bir boşluğa bakıyordu. Temiz, beyaz bir sayfa, ha?

Yüzünden korkan biriydi sanki artık babam. Birkaç gece de bağırarak uyanmıştı. Dişlerini sıkıyor, sabah ağzında bir tutam kanla uyanıyordu. Rüya bozuldu, rüya bozuldu diye de sayıklıyordu bazı sabahlar.

Elinde amcamdan kalanları getirdiği kara torbayla balkona yöneldi babam.

Şöyle bir silkeleyip kendine getirdi torbayı.

Baba, diye çıktım karşısına. Ağzımda türlü renkler.

Elimdeki beyaz bez torbayı uzattım babama. Sustum.

Başını sallayıp aldı ellerimle diktiğim beyaz bez torbayı.

Bendeki de beyazdı zaten kızım, dedi babam. Böyle veriyorlar zaten- mecbur, beyaz.

Ben biliyordum beyazı, karayı, diyecek sözüm yoktu.

Uzaktaki çocuk koşarak balkona geliyor, geldikçe amcama benziyordu.

Birlikte toparlayıp koyduk amcamı, tertemiz.

İlk kez bir araya gelmiş gibiydik. Hepimiz. Her şey.

Bir mühür duruyordu babamın ağzında.

Balkondan hepimizin yüzüne mis gibi bir karalahana kokusu dağıldı.

Ne olursa olsun,

beyaz bir sayfa açacaktı amcam,

kara bir sayfayı kapatacaktı toprak.

Gökhan Yılmaz

İZDİHAM