12 Ekim 2016

Gökhan Ergür’ün Üzüntüden adlı kitabı çıktı

ile izdiham

Türk Şiiri, özellikle İkinci Yeni akımıyla birlikte dize üzerinden ilerleyen, oluşan, pişen bir şiir olduğunu ispat etti. İkinci Yeni içerisinde Edip Cansever’i saymazsak, geri kalan tüm şairler dize üzerinden şiir çalıştılar. Bu durum da, şiirlerin halen güncelliğini korumasını, gün geçtikçe daha da pekişmesini ve düşünce alanında yeni bir yol açmasını sağladı edebiyatımıza. Rasim Özdenören, “İkinci Yeni şairlerini okumaya başlamadan yeni şairlerin kalemi eline alması haramdır” diyor. Gökhan Ergür’ün öncelikle kalemi ilk eline alışı da helaldir, kendine temiz bir dünya kurmak adına yazdığı dizeler de. Ayrıca Türk Şiirini iyi bilmesi, tahlil etmesi kendi sesini bulmasına önemli bir aracı.

GÜÇLÜ ŞİİRDE ISRAR
2010 kuşağının en velut ve disiplinli şairlerden biri olma özelliğini gösteren Gökhan Ergür, bu kuşağın güçlü şiirde ısrarcı olduğunu telkin ediyor bizlere. Bu durum, kendisinin akranı olan ve kendisinden sonra gelecek şairler için önemli bir yol oluyor pek tabii. Artık ıska dizeleri olan, buluşu, gözlemi ve duyguyu barındırmayan, günümüzü iyi okuyamamış şiir kendi dünyası için kamikaze olabilir ancak. “Şiir öldü” tartışmalarının hemen hemen bittiği bir dönemde böyle şiirler, iyi şairlerin şiirlerini daha da parlatır o kadar.

Bu kuşakta Ergür’ü güçlü kılan ve ileride muhtemelen güçlü kılacak silahlarından biri de sürekliliği ve çalışkanlığı. Bu dönemde dergilerimizde görülen ve umut vaat eden genç şairlerin yarıştan kopması, süreklilik gösteren şairlerin isimlerini görünür kıldı da denebilir. Bir diğer mesele de, Necatigil’in söylediği gibi “Şiir iki şey ister: hem seni, hem hünerini. Tek başına sen sıkıcı bir ağırlıksın, hüner ağırlığı hafifletir.” Sadece kişisel hayatını yazmaya eğilimde bir şairden farkını Ergür’ün birinci tekil şahıs ekini ziyadesiyle tercih etmemesi, illa böyle bir dize kuracaksa da o dizeyi kuran unsurlarla şairin kendi benliğini kamufle edebilmesi şiirinin yükünü hafifleten temel unsurlar. “Herkesin İstediği Adamlar”daki “Sen var gücünle sarışınken, ben küçükken de esmer”, “Soğuk Geçecek”teki “Öç alıyor dünya benden / aynada yüzümü dinç tutarak” dizelerinde geçen “ben” kelimesi bu söylediklerimizi ispat eder mahiyette. Eserin tamamında on yedi adet “ben”, on adet “sen” zamiri kullanılmış. Ancak şiiri tahlil ettiğimizde kullanılan “ben”, gerçek anlamıyla birinci tekil şahıs zamir olarak kullanılmamış.

BİLİNÇLİ YOLCULUK
Üzüntüden’de kullanılan, bilinçli olarak seçilmiş kelimeler geniş bir anlama ulaşmamızı sağlıyor. Öyle ki, tekrar eden kelimeler çok fazla yok. Ayrıca kelime seçimleri, eserin harcına katık edilmiş en önemli naifliklerden birisi. Örneğin eserde “aşk” kelimesine hiç yer verilmezken, çoğu defa Allah, çocuk, gök, çiçek, anne gibi kelimelere genel şemada rastlıyoruz sıkılmadan. Necatigil’in bahsettiği hünerin bir neticesi olarak, her kelime şiir içinde yeni bir Türkçe anlam kazanmış gibi. Mesela “Eve gelen misafirle / açan çiçekli tabaklar” ile “Çiçekler topladım sana Türkiye kadar” dizelerinde bu yeni kurguyu rahatlıkla görebiliyoruz. Yazımızın başında Ergür’ün gözlemciliği buluşa göre daha ağır bir şair olduğundan bahis açmıştık “Yaşlılık ve Tereddüt”te yer alan “Doldurur iyilik hanesini / Atar tepsiye, fazla gelen şekeri / Oturarak içtiği su / Besmeleyle kaldırdığı kepenk”, “Emin Değilim”de yer alan “Tesadüfen girdiğin o turist fotoğrafında / Asılıp kalmışsın yıllarca İngiliz bir duvara” mısraları, tümüyle gözleme dayalı, aslında hepimizin daimi olarak yaşayıp da göremediği, ya da fark edemediği durumları aktarıyor. Şiirin asli görevini de yerine getiriyor böylece.

Ergür’e niçin gözlemci şair dediğimizin ispatını dizeleriyle genişletelim: Kış Geldi Biz Yetişemedik – “Misafirden gizli markete yollanan çocuk”, Böyle Konuşmadık – “Nişan atmış kızların uzun uykusu”, Yüz Metre Engelli – “Sporu bırakır insan sevdiği evlenince”, Topraktan Gelen – “Sürprizi önceden bilip sevinmek, hayat”, Panayır – “Babasına benzediğinde yaşlanır erkekler”

YAŞIMIZ SERÇE KALBİ

Kitapta yer alan gözlemci mısraları, yoğun olmasa da yaptığı buluşlar devam ettiriyor. Bununla birlikte, buluşçu dizelerin az olduğu kadar kelime oyunlarına göremiyoruz şiirlerinde. Ergür bu anlamda, 2010 kuşağının şaşırtıcı dize kurgusundan sadeliğiyle ayrılıyor diyebiliriz. Şairin ısrarla üzerinde durduğu gözlemciliğinde, mesleğinin yani psikolog oluşunun etkisi yadsınamaz. Ergür’ün bu yönlü şiiri tıpkı Piyanist filminin askerlerin evi arama sahnesi gibi. Askerler bir eve arama yapmaya gelirler ve ev halkının elinde bulunan paraları nereye saklayacağı telaşı sarar. Evin bilge yaşlısı, parayı masanın üzerine koyar ve üstüne gazete örter. Askerler evi alan talan ederle fakat o gazeteyi kaldırmak akıllarına gelmez bir türlü. Aslında hepimiz askerlerin düştüğü o yanılgıyız. Şair ise o gazeteyi kaldırıp algılarımızı genişleten kişi. Ergür ise şiirlerinde o gazeteyi kaldırıp bizi öyle şaşırtıyor. Golün tekrarına tekrar sevinen abiler olduğu gibi mahcup olmamak için sürprize sevinen ablaları da hepimiz biliriz ama tanımını yapamayız, günlük hayatımızda işgal ettiği bir yer yoktur. Ancak bu şiirler bize konuya hâkim olduğumuz bir şaşkınlık yaşatır. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde karşımıza çıkan diğer bir sonuç, Ergür şiirinin insanı düşünmeye sevk edişi. Örneğin nişanı atan bir kızın uykusunu düşünüyorsunuz, markete gizli yollanan bir çocuğu. Yaşımızın serçe kalbi oluşunu mesela. En önemlisi bilip de göremediklerimiz üzerine süregelen bir düşünce kurcalıyor aklınızı.

Üzüntüden, Türk şiirinde kendine emin bir yer edineceğe benziyor. Toplamda 22 şiirden oluşan bu eserin ismi bile şairin dünya karşısındaki konumuna dair bir şeyler söylüyor.

Orhan Özekinci

İZDİHAM