3 Mart 2016

Gökdemir İhsan, Kurmaca Alıştırmaları

ile izdihamdergi

Gökdemir İhsan’ın Kurmaca Alıştırmaları sizi okur olmaktan çıkarıp, çılgın bir kurmaca oyununun oyuncusu olmaya davet ediyor. Oyun oynamayı, edebiyatı, Gökdemir İhsan’ı, Georges Perec’i, Queneau’yu, Oulepo’yu, deneysel edebiyatı, bulmacaları seviyorsanız bu kitabı kaçırmayın derim. Bakın biz oyuna bir yerlerden dâhil olmaya çalıştık bile.

S. hattının durağında bir süre kararsızca bekledi. Gelen otobüs tıklım tıklımdı. Sabahtan beri sahaflar çarşısında kitap kovalamış, şimdiyse tek adım atacak hali kalmamıştı. Yine de bir an “Yürüsem mi acaba?” diye düşündü, sesini duymuş gibi ayak parmaklarından başlayıp dizlerine doğru yükselen sızı vazgeçmesine sebep oldu.

Kalabalığa aldırış etmeyip ön kapıya doğru hamle yaptı. Önüne geçtiği birkaç kişinin homurtularını duymazdan geldi. Bindi. Otobüsün arka sahanlığına kadar ilerledi. Bir süre camdan otoyolu izledi. Sonra elindeki kitapları karıştırmaya başladı.

Şu beyaz kapaklı olanı almakla iyi mi etmişti ki? Kurmaca Araştırmaları mı, Kurmaca Alıştırmaları mı ne? Sahaf bu kadar ısrar etmeseydi… Hatırı sayılır bir de indirim yapmış üstüne bir de şapka hediye etmişti nedense. “Giymesen de saklarsın, değerlidir, şans getirir. Kitabı okuyunca beni daha iyi anlayacaksın” demişti. Bu tür oyunları sevmezdi ama sırf hayır demeyi beceremediğinden almıştı bu çirkin şapkayı. Bunca tantanaya sebep olan kitabı bir kere aldıktan sonra hemen okumaya başlamaktan başka çaresi yoktu.

 

“1.İlham

 

İkisi de dakik: Durağa varmasıyla otobüsün gelmesi bir oldu. Kalabalığa rağmen bu otobüse binmek zorunda.”

Durdu, deminden beri her sarsıntıda kendisini dürtükleyip duran ihtiyara döndü.

“Ne oluyo dayı! Ne dürtükleyip duruyon” dedi. Galiba birkaç da küfür savurdu.

İhtiyar omuzlarını bilmem der gibi silkerek “Biliyor musun, o kitabı ben yazdım” dedi, göz kırptı.  İhtiyarın söylediği ile yaptığı, sesi -kirli sakallı yüzünde neredeyse hiç kırışıklık yoktu- ile görüntüsü arasındaki ahenksizlik onu korkuttu. Deli olduğuna karar verdi. Nemelazım diye düşünüp o sırada ön tarafta boşalan koltuğa kendini atıverdi.

Kurtulduğunu sanıp yeniden kitaba dönecekken bir durak sonra ihtiyar yanında bitiverdi. Tekrar konuşmaya başlamasın diye kitabı paltosunun altına sakladı. Sabah evden çıkarken paltoyu zorla eline tutuşturan annesine de, bugün yağmur yağabilir diyen haber spikerine de içinden saydı döktü.

“Beni gerçekten tanımıyor musun?” dedi ihtiyar dirseğiyle onu bir kez daha dürterek.

“Hayır, dedim ya dayı. Nerden tanıyacağım seni?”

İhtiyar tek kaşını havaya kaldırarak “Ben de sana az önce şuraya sakladığın kitabın yazarıyım dedim ya.” derken işaret parmağıyla paltosunun düğmesine sertçe dokunup kahkaha atmaya başladı.

Öfke ve korku aynı anda hissedilir mi? Edilirmiş. Ayağa fırladı.  Şu şapka, palto, bir de onu dürtükleyip duran deli ihtiyar canından bezdirmişti onu. Hepsini koltuğa bırakıp, inmeye karar verdi. “Çekil, çekil” dedi ihtiyara sertçe. Koridora çıkmaya çalışırken yanlışlıkla ihtiyarın kafasına dirsek atınca olay nereden baksan komik bir hal almıştı. Bizim ihtiyar, peruğunu düşürünce orta yaşlı bir adam oluvermişti. Öfkesi yerini şaşkınlığa bırakırken korkusu iyice arttı. Bu işin içinde bir iş vardı. Kapıya doğru koştu. Eve yürümeye karar vermişti.

Hızlı adımlarla evinin güven veren kokusuna ulaşmaya çalışırken delinin son sözleri kulaklarında çınlıyordu:

“Oldu işte, bir tane daha oldu!”

 

Aykut Ertuğrul

 İzdiham