6 Ağustos 2019

Goethe, İnsan Kalbi Ne Tuhaf Şey!

ile izdiham

“Sen haklısın dostum. Eğer insanlar sürekli geçmişi hatırlamak yerine şu günlerin tadını çıkarsalardı bu kadar acı çekmezlerdi.”

Günümüzde insanların yoğun çalışma temposu ve diğer insanlarla olan ilişkileri nedeniyle kendilerini unuttuğunu söyleyebiliriz. Herhalde bu durumundan da en fazla zararı, birçoğumuzun kulak vermediği kalbimiz görmektedir. Duygularımızı, korkularımızı, sevincimizi, acılarımızı ve daha bir sürü şeyi dış dünyadan arındırıp hissederek yaşayamıyoruz. Etrafımızdaki her şey ve herkes müthiş bir hızla geçip gitmekte. Onlar geçip giderken durup kendimize bakıyor muyuz? Kalbimizde gerçekten ne hissettiğimize önem veriyor muyuz? Yaşadığımız kargaşada bu sorunun cevabı büyük ihtimalle “Hayır!” olacaktır.

Bütün bunları düşünürken kitaplığımda gözüme çarpan kitap “Genç Werther’in Acıları” oldu. Goethe’nin 18. yüzyılda yazdığı bu kitap, yazıldığı dönemde insanları hem ruhen hem fiziksel açıdan oldukça etkilemiştir. Kitabın asıl konusunun imkansız bir aşkı anlattığı belirtilse de aslında özünde yaşanan, acılardan dolayı kendini unutan bir insanı görmekteyiz. Bir bakıma yazar, yaşadıklarının sonucunda aslolanın “anda kalmak” olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Anda kalmak aslında kendinde/kendinle kalmak fikriyle eşdeğerdir.

“Hem kendimle fazlasıyla meşgul olduğumdan, hem de iç dünyam fazlasıyla fırtınalı olduğundan, başkalarını kendi haline bırakmayı yeğliyorum.”

Kitabın 18. yüzyılda yazıldığından bahsetmiştik, demek ki o günden bugüne bu tespit için pek bir şey değişmemiş diyebiliriz. Çoğu insan gibi dertlerimizin basit olmadığını ve çok önemli olduğunu düşünürüz. Bu bir bakıma kişiselleştirmedir. Ancak aynı derdi bir başkasının yaşadığını gördüğümüzde “takıldığın şeye bak” diyebiliyoruz. Bu resmen bir ikilem. Gerçekten de bu noktada “İnsan kalbi ne tuhaf şey!” diyebiliriz.

“En üzüldüğüm şey gençlerin en güzel vakitlerini aptalca dertlerle geçirmekten yaşamaya fırsat bulamamalarıdır.”

Tabii ki de insan geçmişini tamamen silip atamaz, ancak anda kalmak istiyorsa içinde bulunduğu ana sahip çıkmalıdır. Böylece kalbini ve zihnini daha berrak bir şekilde görebilir. Sis bulutları, belirsizlikler bir bir ortadan kalkabilir. Yaşamdan gerçek anlamlar çıkarmak için içimize dönmeliyiz. Bugün toplum içinde yaşadığımız o duygu karmaşıklığının ve geçmişe-geleceğe yönelik kaygılarımızın tek çaresi sanırım anda kalmayı becerebilmek.

Bazen benim de sıkça düşündüğüm ve Goethe’nin de kaleminden döküldüğü gibi: “Ah, birazcık kaygısızlık beni dünyanın en mutlu insanı yapabilirdi.”

Figen Çelebi

İZDİHAM

sanatkaravanı