10 Mart 2016

Nietzsche, İnsan

ile izdihamdergi

Nietzsche’ye göre her bir uygarlığın, her bir zamanın kendisine ait bir “değerler cetveli”, bir başka değimle bir değerler dizisi kabul ederek; yüce bir şeyi diğer bir şeye göre takdir ediyor, bir eylemin diğer bir eyleme üstün ve tercih edilir olduğuna inanıyor; örneğin hakikatin yanlışa olan üstünlüğü veya sevimli bir davranışın zalim bir davranıştan daha iyi olması gibi, bu “değerler cetveli” nin, özellikle bu yüksek değerlerin belirlenmesi evrenin genel tarihinin biricik olayıdır. Zira bu değerler dizisi, davranışlarımız üzerine yapılacak yargılarla kişilerin vicdani veya vicdani olmayan davranışlarını belirler. Bu değerlerin belirlenmesi sonuncunda filozof diğerlerine tercih edilir. Bu tasavvurların sonucu da şudur:

Varolan Avrupa uygarlığının “değerler cetveli” kötü düzenlenmişrir. Bununla beraber; bunu tamamen yıkarak yeniden düzenlemek ve sonuçta hayatımızın yönünü değiştirmeye, düşünsel akıl yürütmelerimizin dayandığı bütün temel ilkelerini düzeltmeye başlamalıdır.

Vicdani hayatın sonlarına doğru çevresindeki inziva veya yaklaşmakta olan bunalımın etkisiyle insanlık için felsefenin bu bölümünün bir felaket olacağını görüyordu. 20 Ekim 1888’de dostu Brandes’e “size yemin ederim ki iki yılda yeryüzü tamamen kıtlıkla alt üst olacaktır. Ben insanlık için kötümserim” diye yazıyor. Uygar insanlar, değerler cetvelinin başına birtakım hakiki değerler bütün hakikati belirlemek için araç olur. Bu değerler arasında en çok tanınan hakikat ise iyiliktir. Her türlü karşı çıkışın ötesinde bir olay varsa o zaman hakikati oluşturur, aksi durumda yalan ve hatadır. Hakikate olan inanç bizim en sağlam inancımızdan biridir. En cesur filozoflar bile kötülük sorunu karşısında korkmuşlar, onları incelemekten çekinmişlerdir. Kant her bir beyinsel akıl yürütmeyi, her bir varoluş mücadelesini yüce bir hakikat gibi anlıyordu: “öyle davran ki davranışların genel ilklere uysun” öğüdünü vermiştir. Schopenhauer bile Kant’ın göreve ilişkin kuramını eleştirmekle beraber ahlaki bir yasa düzenlemesinde bütün insanların uzlaşmış olduğunu onaylıyordu: “yapabildiğin kadar diğerlerine yardım et ve hiç kimseyi incitme” diyordu. Filozoflar ahlaksal yasallığın kuşkulu bölümlerini kaldırmaya cesaret edememişler, yalnız ahlaksal akıl yürütmelerin temelinden söz etmekle yetinmişlerdir. İşte hemen hemen bütün insanların özel hayatlarında hüküm süren bu hakikat mezhebinden, bir ahlak yasası dininden oluşmuş insansal güvencelere savaş ilan eden ilk önce Nietzsche olmuştur. Mücadelesi yararsız bir olayı, öyle olayları saygıyla kabul edeceği yerde çözümlenmesi gereken bir sorunu göz önüne alır, doğrudan doğruya “hatadan”çok “hakikat ne için? Kötülükten çok iyilik ne için?”sorusunu ortaya atmaktan çekinmez, bu sorulara sonra gerçekten özgür bir adamın yapacağı eylemi göz önünde tutarak “hiçbirşey şey doğru değildir; her şey elverişli kılınmıştır”yanıtını verir.

Bizim en doğru ve en hakiki olarak tanıyabileceğimiz bir hakikat varsa arzu ve duygularımızdır. Eylemlerimiz, iradelerimiz, doğal güdülerimizin tümü ilksel bir doğal güdüde toplanırlar ki o da irade gücüdür. Her varolan canlı -bitkiler, hayvanlar ya da insanlar-diğerlerinin, diğer güçlerin hüküm ve nüfuzuna bağlı olarak kendi güçlerini artırmaya çaba gösterirler. Bu sürekli gayret, bu daimi mücadele bütün varolanların temel yasasıdır. Hayatın bütün belirtileri hiçbir müstesnaya bağlı olmaksızın doğal güdü ile yönetilir. Eğer insan hakikate, erdeme, sanata eğilim gösteriyorsa, bu güdü onları yöneten doğadan başka bir şey değildir.

İnsanların doğal güdüleri tam anlamıyla sağlam değildir. Bazıları doğal durumda olup hayatlarını çoğoltmaya, bazılarıda hasta olup tükenişe eğilim gösterirler. Cismani hastalıkların doğal sebebleri vardırki organ yapılarına bağlı olarak gelişirler, onlar vücüdü tahrip ettiklerinden hekimler tarafından kaldırılmasına çalışılır. İşte kişilik hastalıklarıda böyledir. Onların doğal bir kaynakları vardır ki onlarda ölümcül sonuçlar doğurur. Bir kişide sağlam veya hastalıklı bir doğal güdünün hüküm sürmesine bağlı olarak o kişi insanlık için iyi veya kötü bir örnek olur. Demek ki ruh ve cisim bakımından sağlam bir kısım insanlar vardır ki var oluşu iyi karşılarlar, diğer bir kısımları ise hastalıklı durumun doğurduğu gerçeklik sebebiyle hayattan çekinirler, işte bu karşı çıkılamaz yüce bir hakikattir, her yerde hayat ya ilerler ya geriler.

İnsan bazen sefilce bazen hızlı olarak büyüyen bir bitkiye benzetilebilir. Nietzsche “değerler cetveli”ni bu olgu üzerine bina eder.

Şöyle akıl yürütüyor:
“Hayatın iyi veya kötü olduğunu bilmiyordum. İyimserlere veya kötümserlere karşı yürütülen sonsuz mücadele pek yararsızdır. Zira hiçbir kimsede hayatın değerini belirleyecek bir yetki yoktur. Canlı olanlar bu mücadelenin konularına ve aynı zamanda bu mücadeleye katıldıklarından onu (hayatı) taktir edemezler; ölüler ise temelde buna muktedir değildir. Bununla beraber tüm genelliğiyle hayatın değerini belirleyecek kimse yoktur. Hayata gelmek mi? Yoksa gelmemek mi benim için daha iyi olurdu? İşte hiçbir zaman belirleyemeyeceğim bir sorun. Madem ki şimdi onda yaşıyorum, istiyorum ki hayat daha fazla saçılsın, artık mecburen hayatı güzelleştiren her şeyi kabul edeceğim. Eğer bana hayati gelişmeye hatanın hizmet ettiğini söylerlerse öyle davranmaya mecbur olacağım.

 

 

 

 

F.Nietzsche

İzdiham