14 Şubat 2018

Esin Coşkun, Austen’in Aşk Yorumu

ile izdiham

Jane Austen’in Aşk ve Gurur‘unu okurken aklıma sık sık daha önce Sırma Köksal’ın yazdığı bir yazı geldi. Sırma Köksal bu yazısında Yay burcu ünlülerinden bahsediyor ve bir yayın en önemli özelliklerinden birinin eleştirmek, çevresinde gördüğü yanlış, komik ya da saçma davranışları alaya almak olduğunu belirttikten sonra, Jane Austen’in de bunu en iyi ve eğlenceli bir şekilde yapan yazarlardan biri olduğunu belirtiyordu.

“Jane Austen de Yay’dı ve İngiliz taşra soylularıyla zenginleri onun dilinden epey çekmişlerdi. Özel hayatında da dedikoducuydu. David Mamet berbat olduğunu düşündüğümüz bir dünyada bize dokunmayan şeylere razı geldiğimizi söylerdi. Biz buna, bana dokunmayan yılan bin yaşasın deriz. Jane Austen ise, bana dokunmayan yılana ben dokunup maskara edeyim derdi.”

“İnsanlar arasındaki ilişkileri mizahi bir dille ele alır”

16 Aralık 1775’te Hampshire, Stevenson’da doğan ve kısa yaşamının büyük bölümünü bu taşra çevresinde geçiren bir yazar olarak Jane Austen, romanlarında bu çevrede yaşayan insanlar arasındaki ilişkileri mizahi bir dille ele alır. Her ne kadar onu “aşk romanları yazarı” olarak niteleyenler çoksa da, Jane Austen aslında eserlerinde döneminin taşra zenginleri ve soyluları arasındaki toplumsal ilişkileri alaya alarak, bu ilişkilerdeki yapmacıklığı, ikiyüzlülüğü, saçmalığı eleştirmiştir. Kırsal çevrede geçen yaşamı ve insanların karakteristik özelliklerini inceleyerek eserlerine konu eden Austen’i “aşk romanları yazarı” olarak nitelemek ona ve eserlerine büyük haksızlık olur kanımca. Gerçi onun ilk eseri Sense and Sensibility‘den (Duygu ve Duyarlık, 1795) itibaren yazdığı tüm romanlarında aşk sorunsalı önemli bir yer tutar. Bu anlamda öne çıkan romanı ise Aşk ve Gurur‘dur ki (1796), Jane Austen’in bu romanının otobiyografik özellikler taşıdığı ileri sürülür. Nitekim, biyografisini yazan Jon Spence, Austen’in tıpkı Aşk ve Gurur‘da olduğu gibi romantik bir ilişki yaşadığını iddia etmiş ve onun bu iddiaları da Aşkın Kitabı (Becoming Jane) filmine dayanak oluşturmuştur.

“Romanları hep mutlu sonla biter”

Aşkın Kitabı, gerçekten de Aşk ve Gurur‘la büyük oranda paralellik gösterir. Filmde, Jane yirmili yaşlarda genç bir kızken annesiyle babası onun dönemin gelenek ve görenekleri uyarınca iyi bir evlilik yapmasını isterler. Ve en uygun koca adayı da bölgede oturan soylulardan Lady Gresham’ın yeğeni Bay Wisley’dir. Ancak Jane para için sevmediği bir adamla evlenmek istemez ve aşkın peşinden koşar. Bu aşk ise çok geçmeden onu bulur. İrlandalı genç hukukçu Tom Lefroy Londra’dan Hampshire’ı ziyarete gelmiştir ve akıllı olduğu oranda kibirli, yakışıklı olduğu oranda züppe tavırlara sahiptir. Kasaba halkını küçümseyen tavırlarına rağmen Jane’in kişiliği onu çeker ve çok geçmeden aralarında tutkulu bir aşk başlar. Ancak maddi engeller yüzünden ilişkileri yürümez ve ayrılırlar.

Belki de bu yüzden, yani kendi hayatında yaşadığı mutsuzluklar ve hayal kırıklıkları yüzünden Austen’in romanları hep mutlu sonla biter. Ya da belki bunun nedeni Jane’in kendi hayatında sahip olamadığı ikinci şansları yarattığı roman kahramanlarına tanımak istemesidir. Ya da… Austen belki de gerçek hayatla kurgu arasındaki farklılığı vurgulamak istemiştir. Başından geçen üzücü deneyimle romanlarındaki mutluluk arasındaki ironi Austen’in kendine karşı yönelttiği acı bir eleştiri de olabilir.

“Davranışları oldukça serbest ve dili de hayli iğneleyicidir”

Yine de, bunun nedeni her ne olursa olsun, hem Aşk ve Gurur‘da, hem İkna‘da, hem deEmma‘da Austen’in roman kahramanları ikinci bir şansa sahip olarak sevdikleri kişilerle evlenirler. Austen’in yarattığı karakterler arasında en iyisinin Emma karakteri olduğu iddia edilse de, bana kalırsa onun yarattığı karakterler arasında en dikkat çekicisi ve en iyisi Aşk ve Gurur‘daki Elizabeth Bennet karakteridir. Austen, Elizabeth’te, tıpkı Becoming Jane‘de öne sürüldüğü gibi, bir anlamda kendi hayatının ve kişiliğinin bir yansımasını ortaya koyar. Ailesiyle birlikte küçük bir kasabada yaşayan bu genç kız, kendi kendini yetiştirmiş, oldukça zeki, nüktedan ve canlı bir yapıya sahiptir. Davranışları oldukça serbest ve dili de hayli iğneleyicidir; aynı zamanda iyi niyetli ve candan bir yaradılışı da olmasının yanı sıra bir hayli de gururludur. Vaktini ise kitap okuyarak ve çevresini gözlemleyerek geçirir. Çevresindeki insanların kişiliklerini incelemek, onların saçma ve komik davranışları ile yaşadığı kasabadaki ilişkileri alaya almak ise en sevdiği eğlenceler arasındadır. Romanın erkek kahramanı Darcy ise Elizabeth’le tamamen zıt yapıdadır; oldukça ciddi, gururlu ve kibirli olan bu genç, bu taşra kasabasında tanıştığı insanlara ve Elizabeth’e karşı hor gören ve soğuk bir tutum takınacaktır. Bunun nedeni ise, Darcy’nin bir soylu olarak sahip olduğu sınıfın değer yargılarını aşamamış olmasıdır.

Austen, Aşk ve Gurur‘da Elizabeth ve Darcy arasında gelişecek olan tutkulu aşkı zıtlıklar ve çatışmalar üzerine inşa eder. Davranış ve karakter açısından olduğu kadar ait oldukları toplumsal sınıf açısından da birbirlerinden oldukça farklı olan bu iki insanın ilişkileri gurur ve önyargı yüzünden kitabın başından itibaren bir türlü yolunda gitmez. Ancak, gerçekler ortaya çıktıkça ve ikisi de birbirleri hakkında peşin hükümlü olmakla yaptıkları hatayı fark ettiklerinde ilişkileri düzelecek ve bir araya geleceklerdir. Austen’in kitabında yarattığı diğer karakterler de Darcy ve Elizabeth kadar renklidir.

“Din adamlarını kıyasıya eleştirir”

Kitapta, Elizabeth’in ablası Jane ve onun âşık olduğu genç adam Bingley vasıtasıyla Austen soylular ve orta sınıf arasındaki ilişkilere bir başka açıdan bakar. Çünkü Bingley, Darcy’ye ve kendi ailesine rağmen tamamen önyargılardan arınmış, sıcakkanlı ve vefakâr bir genç soylu olarak karşımıza çıkar. O ve Jane, Darcy ve Elizabeth’in aksine, biraz saf ve iyi niyetli yapılarıyla erkek ve kadın arasındaki bir başka ilişki modelini örnekler.

Diğer yandan, Austen Aşk ve Gurur‘da olumsuz olarak niteleyebileceğimiz karakterler ve ilişki modelleri yaratmayı da ihmal etmez. Bennet ailesinin papaz kuzeni Collins ve orduda subay olan Wickham karakterleri onun olumsuz karakterleridir. Austen, papaz olan Collins karakterinde taşra çevrelerindeki din adamlarını kıyasıya eleştirir. Bu eleştiri, Collins’in zengin ve soylulara karşı olan tutumuyla diğer insanlara karşı olan davranışları arasındaki farkta somutlanır. Collins, kibir ve dalkavukluğun garip bir karışımıdır ve ortaya da saçma sapan bir karakter çıkmıştır. Collins’in davranışlarını çıkarları yönlendirir ve elbette evliliği de bir çıkar evliliği biçiminde olacaktır. Wickham ise, görünüşünün tersine, yapmacıklığın, yalancılığın, ikiyüzlülüğün ve kötülüğün bir timsalidir ve Darcy’nin tam zıddı bir karakter olarak karşımıza çıkar kitapta. Zaten, Elizabeth ile Darcy ve Wickham arasındaki çatışma kitabın ana eksenini oluşturduğu gibi, insanları görünüşlere ve ilk izlenimlere göre değerlendirmenin yanlışlığı da kitabın ana temasını oluşturur. Nitekim, kitabın sonunda Wickham’ın yaptığı tüm kötülükler ortaya çıkacak ve Elizabeth ile Darcy de birbirlerine karşı önyargılı davranmakla yaptıkları hatanın farkına varacaklardır.

Austen, daha sonra yazdığı Mansfield ParkıEmma ve Northanger Manastırı gibi kitaplarında da bu tür konuları işlemeye devam eder. Bu bağlamda öne çıkan bir diğer romanı iseEmma‘dır. Aşk ve Gurur‘un aksine Emma‘da asıl bayan karakter bir soyludur ve soylu sınıfa mensup Emma Woodhouse kendini çöpçatanlık işine kaptırmıştır. Kitapta Emma, insanlara karşı önyargısız davranmaya ve onları kafasında oluşturduğu bir kurguya göre bir araya getirmeye çalışır. Ancak onun bu düşünceleri birçok engelle karşılaşır. Sınıfsal ayrımlar bir yana, eğitim ve kültürel farklılıklar yüzünden bu insanları bir araya getirmenin zorluğu ortaya çıkar. Zaten kendisi de zamanla yaptığı hataların farkına varacaktır. Onun davranışlarındaki hatayı baştan itibaren gören ve bunu Emma’ya anlatmaya çalışan Mr. Knightley ile çatışmaları ise kitabın ana eksenini oluşturur. Nitekim, olaylar ilerledikçe, tüm çatışmalarına rağmen Emma ve Mr. Knightley arasında güçlü bir aşk gelişir.

Austen Emma‘da insan ilişkilerine sınıfsal açıdan değil, kültürel açıdan bakmaya çalışır. Erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerin yürüyebilmesi için asıl uyumun karakter, eğitim ve kültürel bakımdan olması gerektiği üzerinde durur. Nitekim kitabın sonunda, yaşanan olumsuzluklara rağmen, birbirleriyle karakter ve kültürel açıdan uyumlu insanlar bir araya geleceklerdir.

“Aslında o bir realisttir”

Austen aslında tüm kitaplarında insanların karakterlerinin ve davranışlarının oluşmasında ailenin, çevrenin ve eğitimin etkisini derinlemesine incelemiştir. Ve gözlemlerini eserlerinde ortaya koymuştur. Austen’in romanları onun sahip olduğu keskin zekanın, gözlem yeteneğinin, ironik bakış açısının ve ince mizah anlayışının bir yansımasıdır. Nitekim, onun eserlerini romantizm akımı çerçevesinde değerlendirenler varsa da, aslında o bir realisttir ve bugün birçok kişi onu modern edebiyatın başlıca yazarlarından biri olarak kabul eder. Austen’in işlediği konuların ve yarattığı karakterlerin gerçekliği bugün dahi geçerliliğini koruduğu gibi, eserleri ve yaşamı da birçok kitaba, filme ve diziye ilham kaynağı olmuştur. Bunlardan en bilinenlerden bir tanesi Bridget Jones’un Günlüğü‘dür; ve Austen’in yazdığı altı romanının hepsi de sinemaya uyarlanmıştır. 

“İnsanlar arasındaki ilişkileri mizahi bir dille ele alır”

16 Aralık 1775’te Hampshire, Stevenson’da doğan ve kısa yaşamının büyük bölümünü bu taşra çevresinde geçiren bir yazar olarak Jane Austen, romanlarında bu çevrede yaşayan insanlar arasındaki ilişkileri mizahi bir dille ele alır. Her ne kadar onu “aşk romanları yazarı” olarak niteleyenler çoksa da, Jane Austen aslında eserlerinde döneminin taşra zenginleri ve soyluları arasındaki toplumsal ilişkileri alaya alarak, bu ilişkilerdeki yapmacıklığı, ikiyüzlülüğü, saçmalığı eleştirmiştir. Kırsal çevrede geçen yaşamı ve insanların karakteristik özelliklerini inceleyerek eserlerine konu eden Austen’i “aşk romanları yazarı” olarak nitelemek ona ve eserlerine büyük haksızlık olur kanımca. Gerçi onunilk eseri Sense and Sensibility‘den (Duygu ve Duyarlık, 1795) itibaren yazdığı tüm romanlarında aşk sorunsalı önemli bir yer tutar. Bu anlamda öne çıkan romanı ise Aşk ve Gurur‘dur ki (1796), Jane Austen’in bu romanının otobiyografik özellikler taşıdığı ileri sürülür. Nitekim, biyografisini yazan Jon Spence, Austen’in tıpkı Aşk ve Gurur‘da olduğu gibi romantik bir ilişki yaşadığını iddia etmiş ve onun bu iddiaları da Aşkın Kitabı (Becoming Jane) filmine dayanak oluşturmuştur.

“Romanları hep mutlu sonla biter”

Aşkın Kitabı, gerçekten de Aşk ve Gurur‘la büyük oranda paralellik gösterir. Filmde, Jane yirmili yaşlarda genç bir kızken annesiyle babası onun dönemin gelenek ve görenekleri uyarınca iyi bir evlilik yapmasını isterler. Ve en uygun koca adayı da bölgede oturan soylulardan Lady Gresham’ın yeğeni Bay Wisley’dir. Ancak Jane para için sevmediği bir adamla evlenmek istemez ve aşkın peşinden koşar. Bu aşk ise çok geçmeden onu bulur. İrlandalı genç hukukçu Tom Lefroy Londra’dan Hampshire’ı ziyarete gelmiştir ve akıllı olduğu oranda kibirli, yakışıklı olduğu oranda züppe tavırlara sahiptir. Kasaba halkını küçümseyen tavırlarına rağmen Jane’in kişiliği onu çeker ve çok geçmeden aralarında tutkulu bir aşk başlar. Ancak maddi engeller yüzünden ilişkileri yürümez ve ayrılırlar.

Belki de bu yüzden, yani kendi hayatında yaşadığı mutsuzluklar ve hayal kırıklıkları yüzünden Austen’in romanları hep mutlu sonla biter. Ya da belki bunun nedeni Jane’in kendi hayatında sahip olamadığı ikinci şansları yarattığı roman kahramanlarına tanımak istemesidir. Ya da… Austen belki de gerçek hayatla kurgu arasındaki farklılığı vurgulamak istemiştir. Başından geçen üzücü deneyimle romanlarındaki mutluluk arasındaki ironi Austen’in kendine karşı yönelttiği acı bir eleştiri de olabilir.

“Davranışları oldukça serbest ve dili de hayli iğneleyicidir”

Yine de, bunun nedeni her ne olursa olsun, hem Aşk ve Gurur‘da, hem İkna‘da, hem deEmma‘da Austen’in roman kahramanları ikinci bir şansa sahip olarak sevdikleri kişilerle evlenirler. Austen’in yarattığı karakterler arasında en iyisinin Emma karakteri olduğu iddia edilse de, bana kalırsa onun yarattığı karakterler arasında en dikkat çekicisi ve en iyisi Aşk ve Gurur‘daki Elizabeth Bennet karakteridir. Austen, Elizabeth’te, tıpkı Becoming Jane‘de öne sürüldüğü gibi, bir anlamda kendi hayatının ve kişiliğinin bir yansımasını ortaya koyar. Ailesiyle birlikte küçük bir kasabada yaşayan bu genç kız, kendi kendini yetiştirmiş, oldukça zeki, nüktedan ve canlı bir yapıya sahiptir. Davranışları oldukça serbest ve dili de hayli iğneleyicidir; aynı zamanda iyi niyetli ve candan bir yaradılışı da olmasının yanı sıra bir hayli de gururludur. Vaktini ise kitap okuyarak ve çevresini gözlemleyerek geçirir. Çevresindeki insanların kişiliklerini incelemek, onların saçma ve komik davranışları ile yaşadığı kasabadaki ilişkileri alaya almak ise en sevdiği eğlenceler arasındadır. Romanın erkek kahramanı Darcy ise Elizabeth’le tamamen zıt yapıdadır; oldukça ciddi, gururlu ve kibirli olan bu genç, bu taşra kasabasında tanıştığı insanlara ve Elizabeth’e karşı hor gören ve soğuk bir tutum takınacaktır. Bunun nedeni ise, Darcy’nin bir soylu olarak sahip olduğu sınıfın değer yargılarını aşamamış olmasıdır.

Austen, Aşk ve Gurur‘da Elizabeth ve Darcy arasında gelişecek olan tutkulu aşkı zıtlıklar ve çatışmalar üzerine inşa eder. Davranış ve karakter açısından olduğu kadar ait oldukları toplumsal sınıf açısından da birbirlerinden oldukça farklı olan bu iki insanın ilişkileri gurur ve önyargı yüzünden kitabın başından itibaren bir türlü yolunda gitmez. Ancak, gerçekler ortaya çıktıkça ve ikisi de birbirleri hakkında peşin hükümlü olmakla yaptıkları hatayı fark ettiklerinde ilişkileri düzelecek ve bir araya geleceklerdir. Austen’in kitabında yarattığı diğer karakterler de Darcy ve Elizabeth kadar renklidir.

“Din adamlarını kıyasıya eleştirir”

Kitapta, Elizabeth’in ablası Jane ve onun âşık olduğu genç adam Bingley vasıtasıyla Austen soylular ve orta sınıf arasındaki ilişkilere bir başka açıdan bakar. Çünkü Bingley, Darcy’ye ve kendi ailesine rağmen tamamen önyargılardan arınmış, sıcakkanlı ve vefakâr bir genç soylu olarak karşımıza çıkar. O ve Jane, Darcy ve Elizabeth’in aksine, biraz saf ve iyi niyetli yapılarıyla erkek ve kadın arasındaki bir başka ilişki modelini örnekler.

Diğer yandan, Austen Aşk ve Gurur‘da olumsuz olarak niteleyebileceğimiz karakterler ve ilişki modelleri yaratmayı da ihmal etmez. Bennet ailesinin papaz kuzeni Collins ve orduda subay olan Wickham karakterleri onun olumsuz karakterleridir. Austen, papaz olan Collins karakterinde taşra çevrelerindeki din adamlarını kıyasıya eleştirir. Bu eleştiri, Collins’in zengin ve soylulara karşı olan tutumuyla diğer insanlara karşı olan davranışları arasındaki farkta somutlanır. Collins, kibir ve dalkavukluğun garip bir karışımıdır ve ortaya da saçma sapan bir karakter çıkmıştır. Collins’in davranışlarını çıkarları yönlendirir ve elbette evliliği de bir çıkar evliliği biçiminde olacaktır. Wickham ise, görünüşünün tersine, yapmacıklığın, yalancılığın, ikiyüzlülüğün ve kötülüğün bir timsalidir ve Darcy’nin tam zıddı bir karakter olarak karşımıza çıkar kitapta. Zaten, Elizabeth ile Darcy ve Wickham arasındaki çatışma kitabın ana eksenini oluşturduğu gibi, insanları görünüşlere ve ilk izlenimlere göre değerlendirmenin yanlışlığı da kitabın ana temasını oluşturur. Nitekim, kitabın sonunda Wickham’ın yaptığı tüm kötülükler ortaya çıkacak ve Elizabeth ile Darcy de birbirlerine karşı önyargılı davranmakla yaptıkları hatanın farkına varacaklardır.

Austen, daha sonra yazdığı Mansfield ParkıEmma ve Northanger Manastırı gibi kitaplarında da bu tür konuları işlemeye devam eder. Bu bağlamda öne çıkan bir diğer romanı iseEmma‘dır. Aşk ve Gurur‘un aksine Emma‘da asıl bayan karakter bir soyludur ve soylu sınıfa mensup Emma Woodhouse kendini çöpçatanlık işine kaptırmıştır. Kitapta Emma, insanlara karşı önyargısız davranmaya ve onları kafasında oluşturduğu bir kurguya göre bir araya getirmeye çalışır. Ancak onun bu düşünceleri birçok engelle karşılaşır. Sınıfsal ayrımlar bir yana, eğitim ve kültürel farklılıklar yüzünden bu insanları bir araya getirmenin zorluğu ortaya çıkar. Zaten kendisi de zamanla yaptığı hataların farkına varacaktır. Onun davranışlarındaki hatayı baştan itibaren gören ve bunu Emma’ya anlatmaya çalışan Mr. Knightley ile çatışmaları ise kitabın ana eksenini oluşturur. Nitekim, olaylar ilerledikçe, tüm çatışmalarına rağmen Emma ve Mr. Knightley arasında güçlü bir aşk gelişir.

Austen Emma‘da insan ilişkilerine sınıfsal açıdan değil, kültürel açıdan bakmaya çalışır. Erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerin yürüyebilmesi için asıl uyumun karakter, eğitim ve kültürel bakımdan olması gerektiği üzerinde durur. Nitekim kitabın sonunda, yaşanan olumsuzluklara rağmen, birbirleriyle karakter ve kültürel açıdan uyumlu insanlar bir araya geleceklerdir.

“Aslında o bir realisttir”

Austen aslında tüm kitaplarında insanların karakterlerinin ve davranışlarının oluşmasında ailenin, çevrenin ve eğitimin etkisini derinlemesine incelemiştir. Ve gözlemlerini eserlerinde ortaya koymuştur. Austen’in romanları onun sahip olduğu keskin zekanın, gözlem yeteneğinin, ironik bakış açısının ve ince mizah anlayışının bir yansımasıdır. Nitekim, onun eserlerini romantizm akımı çerçevesinde değerlendirenler varsa da, aslında o bir realisttir ve bugün birçok kişi onu modern edebiyatın başlıca yazarlarından biri olarak kabul eder. Austen’in işlediği konuların ve yarattığı karakterlerin gerçekliği bugün dahi geçerliliğini koruduğu gibi, eserleri ve yaşamı da birçok kitaba, filme ve diziye ilham kaynağı olmuştur. Bunlardan en bilinenlerden bir tanesi Bridget Jones’un Günlüğü‘dür; ve Austen’in yazdığı altı romanının hepsi de sinemaya uyarlanmıştır.

Esin Coşkun, mavimelek

İZDİHAM