26 Ocak 2021

Didenur Kazar’dan Bir Başkadır Adlı Diziye Dair Psikolojik Tenkitler

ile izdiham

Bireyin var olmasını sağlayan onu dünyaya getirenler midir yoksa yaşadıkları ve edindikleri, sosyal hayattaki kimliği midir? “Bir Başkadır” insanın yaşadığı sosyokültürel yapının ve coğrafyanın kişilik oluşumundaki etkilerini anlatıyor. Berkun Oya’nın Masum’dan sonra çok ses getiren dizisi Bir Başkadır, Türkiye’de çok farklı insan tiplemeleri ve kültürel yapıların olmasının verdiği kaos ve karmaşıklık durumunun birey üzerinde yarattığı stresi dile getiriyor. Dizinin ağır işleyişi ve karakterlerin düşündüren özellikleri bu eleştiri ile sizi karakterlerin iç dünyalarına psikanaliz ve psikolojik etmenler aracılığıyla davet ediyor.

Dizi Meryem’in sisli bir sabahta temizlik yapmak için çalıştığı eve gitmesiyle başlıyor. Meryem apartmana girdiğinde asansörde aynaya bakıyor. Dizinin bu ilk sahnesiyle son bölümdeki son sahnesi aynı. Meryem’in aynaya bakması, kimse yok iken kendi ile baş başa kalması, kendi özüne bakması halidir. Meryem dizi boyunca kendini duygusal olarak bastıran bir karakterdir. Bunun sebep olduğu durum da, sürekli bayılmalarıdır. Meryem aniden bayılmalarından şikayetçi olarak gittiği psikiyatrda ona sorulan sorulara cevap vermekte zorlanır, farkında olduğu halde bilinçaltında tutmaya çalıştığı Sinan Bey söz konusu olduğunda sürekli konuyu değiştirmeye çalışır, bunun sebebi ise geldiği sosyal kimlik ve dini inançları, doğduğu ev ve yaşadığı insanlardır, özellikle de sürekli baskı yaratan bir abinin olmasıdır. Dizide sık sık neredeyse her sahnede gördüğümüz push in ve pull out (kameranın yaklaşıp uzaklaşması) diziye eski Türk filmi havası verse de, aslında karakterlerin iç mücadelelerini, endişelerini ve özellikle yalnızlıklarını yansıtıyor. Dizideki en temel konu aslında yalnızlık. Her karakter sürekli insanlarla etkileşimde, koşuşturmada fakat çok yalnız, bu da aslında Türk insanının bu kadar fazla seçenek (düşünce yapısı, kişilik) karşısında kafasının karışmasını ve bulunduğu ortama uyum sağlamaya mecbur edilmesini ve bunun getirdiği ağır duygusal bunalımı yansıtıyor.

Ruhiye ve abisi ile köye yaptığı yolculukta Meryem, Ruhiye’nin küçük bir nevroz geçirmesi üzerine radyoyu açıyor ve dans etmeye başlıyor. Berkun Oya’nın Masum dizisini izleyenler varsa bu sahne tanıdık gelmiş olabilir, Meryem, ailenin yükünü üstüne alan bir başka karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Meryem’in bir başka sahnede Hoca’ya danışmaya gittiğinde ona yukarıdan bakması aslında Meryem karakterinin bilinçaltında Hoca’nın düşüncelerini çok da önemsemediği, kendini ona mecbur görmediğini anlatıyor, bunu da ilerleyen bölümlerde psikiyatra gitmesini abisinin zoru olmasa Hoca’ya söylemeyeceğinden anlıyoruz. 

Psikiyatr Peri’nin bir başka psikiyatr Gülbin’e süpervizyona gitmesi çok da şaşırtıcı değil, fakat Peri’nin yakındığı durum kişinin oluşmasındaki etkenleri oldukça eleştiriyor ve izleyiciye kendini sorgulatıyor. Kapalı hastalara terapi yapmakta zorluk çekmesinin sebebini ise sonraki bölümlerde annesi ile olan konuşmasında anlıyor. Peri yanlışlıkla Meryem’e Hazal diyor. Annesiyle yaptığı telefon konuşmasında ise annesi evdeki temizlikçiye eski temizlikçi Hazal olarak sesleniyor. Peri tam bu anda aslında şu anki duygu ve düşüncelerinin yetiştirilme tarzından yana, annesiyle kendini özdeşleştirdiğini anladığı anda algılıyor ve bunu farkına varması onu tamamen farklı bir bakış açısına sürüklüyor, aslında aileden bağımsız kendi öz kimliği olduğunu hatırlıyor. 

Peri’nin Gülbin ile olan seanslarında Gülbin’in sessizliğini koruması aslında dizideki çok önemli bir nokta. Gülbin süpervizör, Peri kendi sıkıntılarını anlatırken aslında Gülbin de kendi içinde çok fazla öfke yaşıyor. Bunun sebebi ise Gülbin’in de ablasının kapalı olması ve Peri’nin anlattığı hastasını kendi kardeşiyle özdeşleştirmesi fakat kardeşine hem sevgi duyması hem de öfkeli olması ve öfkeyi kendi içinde bastırmaya çalışmasıyla bir nevi kendini de Perinin dedikleriyle özdeşleştirmesidir. Gülbin’in kapalı kardeşi Gülhan ise kardeşinin sahip olduklarından yoksun olduğu için duygularını agresif olarak yansıtıyor. Gülbin herkesten neredeyse en üst konumdaki karakter. Sinan ile birlikteyken de onun düşüncelerini analiz edebilecek konumda fakat spor salonunda Gülbin’in dediklerini Sinan onun haberi yokken duyuyor. Bu da aslında dizideki çoğu ironiden bir tanesi.

Sinan karakterine gelince, Meryem’e çeşitli duygular beslediğini ve ona saplantılı olduğunu anlıyoruz. Sinan annesini ziyaret ettiğinde annesi Sinan ile çok ilgili görünmüyor, görünse de Sinan ile arasının çok samimi olmadığını fark edebiliyoruz. Ailesinden eksik ya da tam alamadığı ilgi ve sevgiyi dolduracak birini arıyor. Hiçbir kadınla duygusal bağ kuramamasını fakat sürekli duygusal boşluğunu doldurmaya çalışmasını ise buradan anlıyoruz. Sinan aslında kendine bakacak ve onu gerçekten sevecek bir kadını arıyor. Bu durum aslında Sinan’ın Meryem’e olan saplantısını açıklıyor. Meryem’e duyduğu ilgi bir oedipus sendromu halinde onu annesiyle özdeşleştirmesiyle anlam kazanıyor.

Dizide dikkat çeken bir diğer öğe ise Hoca’nın kızı Hayrünnisa. Hayrünnisa kapalı bir diğer karakter. Yabancı müzik sevdalısı ve ait olmada zorluk yaşayan bu karakterin Hoca’nın kızı olması onun duygu ve düşüncelerini bastırmasında yeterli olmuyor. Annesinin ölmesiyle yaşadığı suçluluk duygusu ve üzüntü aslında kendi benliğini yıllardır saklamasının verdiği suçluluk. Bundan da zaten annesi öldüğünde kendini de özgür bırakarak, babasına ‘hazır’ olduğunu söyleyerek kurtuluyor. Hayrünnisa her ne kadar ailesine bağlı biri olarak görülse de bir bölümün sonunda babası ile yan yana otururken oturuşu oldukça rahatsız ve babasından mesafeli, bu da seyirciye karakterin iç dünyasını ve bilinçaltını açıkça yansıtıyor. Babasının o anda uyuyor olması da kızının durumunu, duygularını farkedememesi veya görmezden gelmesine bir gönderme.

Bir sahnede masasının üzerindeki “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi” kitabı ise Hayrünissa’nın doğduğu evin kendi kimliğini oluşturmasına engel olamayacağına bir gönderme aslında. Bu sahne belki de çoğu kişi tarafından eleştiri alabilir, fakat dizide anlatılan geri kalmışlık aslında insanın en doğal duygu, düşünceleri ve bunlara duyduğu ihtiyaçlarını bastırma zorunluluğunda olması. 

Ruhiye karakteri ise majör depresyonda, yıllardır içine attığı bastırmaya çalıştığı travmanın onu bitirdiğini sonunda farkına varıyor ve bununla yüzleşmek için kendi iç yolculuğuna çıkıyor, köye gidiyor. Geçmişiyle, travmasıyla yüzleşmesi onu iyileştiriyor ve kocasının da onun için travmasına sebep olan adamın hayatını mahvettiğini öğrenmesi onu iyi hissettiriyor. Çocuğunun dilinin açılması da aslında annenin ruh halinin çocuğa yansıması ve sonunda annenin iyi olmasıyla çocuğun problemlerinin de çözülmesi, anneye olan tepkinin son bulması aslında.

Her bölümün sonunda çalan şarkılar da diziyi daha da dokunaklı yapıyor. Türk toplumunun her türlü geçmişinden gelen insanları tek bir ortak noktada topluyor bu şarkılar, izleyiciye duygusal olarak dokunarak. Her insanın içinde birtakım bastırdığı duygularının olması ve bunları gün yüzüne çıkaramadığı bir toplumda yaşamamız ve bunların hem kendi sağlığımızı hem de etrafımızdaki herkesi etkilediğini anladığımız, kendimizden parçalar bulduğumuz bir dizi “Bir Başkadır”, belki de çoğu düşünceye kendini kapatan kişiler için yeni bir bakış açısı kazandırabilir.

Didenur Kazar, Kaynak: Sinefesto

İZDİHAM