24 Ağustos 2019

Deniz Nur Ural, Toplumun Ses’i ve Sabahattin Ali

ile izdiham

Her insanın, her grubun, her toplum ve coğrafyanın değerleri kanıksanmayacak bir şekilde özgünlük içermektedir. Farklılıklar bizlerin özünü oluşturan en önemli unsurdur. Bunu genelden özele aktardığımızda bile sonucun aynı olduğunu gözlemleyebiliriz. Sanatın çeşitliliği ve evrenselliği de bunun üzerine kurulmuştur. Hiç kimse kendi özgür iradesini hiçe sayarak bir yöne doğru hareket etmek istemez, şayet bunu yapsa dahi kendi özüne ihanet etmiş gibi hisseder ve kişilik çatışmaları yaşar.

Sabahattin Ali’nin ölümsüz eseri ‘’ses’’ hikayesi de buna örnek olarak gösterilebilir. Toplumsal eleştiriyi, didaktik öğretisiyle bize yansıttığı bir anlatı olarak kayda geçmiş ve vermiş olduğu gizli mesajlarla olay örgüsünü kavramamıza yardım etmiştir.

Hikâyenin başkahramanı Sivaslı Ali’dir ve anlatıcı onunla Beyşehir’den Konya’ya seyahat ederken bir otobüs yolculuğunda karşılaşmaktadır. Bu tanışma ne kadar kahramanımız için heyecanlı olsa da bunun neticesi ne yazık ki onu yaralayacak bir durumdan öte olmayacaktır.

Sabahattin Ali, doğal güzellikleri betimleyici bir türden bizlere işlerken aynı zamanda sazıyla ve sesiyle onu mest eden o adamın türkülerinden bir kısmına da yer vermiştir.

‘’Döndüm daldan kopan kuru yaprağa

Seher yeli dağıt beni, kır beni;

Götür tozlarımı buradan uzağa

Yârin çıplak ayağına sür beni…’’

Günümüzde dahi bilinen bu türkü, anlatıcının beraber seyahat ettiği müzisyen arkadaşı tarafından dikkat çekici bulunmuş ve onu keşfedilmemiş bir yetenek olarak tanımlamasına sebebiyet vermiştir. Ve müzisyen, onun adresini alarak iletişime geçmek istediğini belirtmiş, olayın da kırılma noktası burada başlamıştır.

Bu hikâyede, Sivaslı Ali’nin duygusal ve düşsel yönünü tam olarak bilemesek de sanatını icra etmek için yanıp tutuşan bir kişilik olduğunu görebiliyoruz.

Hikâyenin gerilim unsuru; Sivaslı Ali’nin, sarışın tenor adayı bir genç ile sınava girmesiyle başlamaktadır. Sazı ve türkülerinden başka bir şeye tutunmayan biri olarak karşımıza çıkan kahramanımız, kendisine dayatılan sınavda giyiminden, nasıl oturacağına kadar arafta bırakılmıştır. Batının o cafcaflı dünyası, memleketinde yanık türküler söyleyen bir genci, kendisini utanç unsuru olarak görmesine sebep olmuştur. Buradaki gerçekçilik her ne kadar anlatıda basit bir olay gibi dursa da Tanzimat Dönemi’nden bu zamana kadar, modernliği Batı olarak gören birçok insanın iç dünyasını da bize yansıtmıştır.

Aynı zamanda kahramanımızın daha önce hiç rast gelmediği piyanoda afallaması onu kendi içinde cahillikle yargılamasına sebebiyet vermiştir. Çünkü o; çocukken öğrenmiş olduğu sazı yıllardır elinden düşürmeyen bir gençten fazlası değildi en nihayetinde. O tuşların değil, tellerin kahramanıydı. Böyle görmüştü, âşık olduğu tek şey belki de saatlerce çalmaktan keyif aldığı o enstrümandan ötesi değildi.

Bütün bunlara rağmen yine de sakinlikle sınav yerinden ayrılan kahramanımız, içinde yaşadığı o tükenmişliğin etkisiyle o çok sevdiği sazını satarak, yol parasını çıkarmış ve memleketine dönmüştür.

Anlatıcıya söylediği o cümle ise tüm hikâyeyi özetler niteliktedir; ‘’Ben bu odada bir türlü sesimi bulamadım.’’

Sivaslı Ali’nin kültürünü ve ozanlığını en ince ayrıntısına kadar bize işleyen yazarımız, karşımızda sadece adı olan bir kişilik değil aynı zamanda ‘’sesi’’ olan bir toplumu yansıtmaktadır.

Deniz Nur Ural

İZDİHAM

Kaynak: wannart