9 Ocak 2019

Davut Yücel, Merkepler de Ölüm Çukuruna Girer mi?

ile izdiham

Kadir Yanaç, ilk kitabı tutukevleri boyunca ahizelerde bırakılanlar’da endişe ediyor. Bu endişeyi, içe dönük, bir tür birleşmeye karşı duyulan arzuyla ilişkilendirmek yanlış olmaz sanıyorum. Yanaç’ın kendinde ya da şiir öznesi olarak neyi–kimi görüyorsa onda eksik olduğunu hissetiği bir şeyler olmalı ki olası bir birleşme arzusu kurgulanmış.

Hakikate ulaşma arzusu –eğer öyle bir şey varsa– her dönemde bir şekilde merak uyandırmış. Ve bu kitapta şairin peşine düştüğü şey de yokluğuyla ilgili mantıklı tek bir nedenin izini sürdüğü hakikat mefhumu. Kitap boyunca, karşı özne olarak hakikatin yerini gündelik yaşama dair birçok şey alır ve zaten kitabın imgesel kıvraklığı da biraz oradadır.

Bu anlamda, şairin, tarihi aslında çok eskilere dayanan bir modernist düşüncenin içinde kaldığını söylemek mümkün. Rönesans sonrası aydınlanma düşüncesiyle birlikte hakikat fikrinin varlığı değil artık yokluğu vurgulanmış. Yani şair, taksi plakalarıyla; otobüslerle, montlarla ya da internetle geleneksel modernizmin çağdaş bir uyarlamasını bize “izletiyor”.

İzletiyor diyorum çünkü şiirlerin, teknik olarak ses ya da dil/kelime unsurlarından çok görüntü kurma üzerine yaslandığını söylemek gerek. Bu bir karar mı yoksa gelişine durum mu, şairin endişesine ilişkin olumlu olumsuz cevabı verecek olan bakış açısı bu olmalı.

Son olarak, yazıda geçen bütün bu zamansal göndermeler, yukarıda sözünü ettiğim hakikat fikrinin kitaptaki yoğunluğunu vurgulamak içindi. Buna bir ilave yapmak adına, Temmuz 2013 tarihli ilk baskısının kapak kağıdının plastik dokulu olması ve kapakta ifadesiz bir merkep ilüstrasyonu bulunması, kitabın tüm içeriğiyle son derece çelişen bir sonuç gibi görünüyor.

MASAL GİBİ AMA DEĞİL


Düğümler, R.D. Laing, Metis Yayınları, 2017, 120 sf.

Bir şiir, okuru için masaya ne bırakır? Eski şiir bir şey bırakmaz; o problem çözer. Örneğin Nedîm, Âkif problem çözer. Hatta mesela İlhan Berk’in de problem çözdüğünü söylebiliriz. Şiir açısından biraz teknik bir mesele, biraz da değil. Eski şiir yazarı olaylara, durumlara hakimdir. Hakikat hakkında bize –yer yer bilgece– şeyler söyler. Hayranlık duyarız ona bu bakımdan.

Kulağımız oradadır, dinleriz. “İşte burada!” der. Aslında bu bakımdan masaya bir şey bırakmaz demek haksızlıkolabilir; bir manzara gösterir. Bilmediklerimizi kulağımıza fısıldar. Bir nevi aydınlanırız. Bu durum ona karşı olan bağımlılığımızı artırır.

Güncel şiirse soru sorar. Masaya bıraktığı şey, bir sorudur aslında. Çünkü dünya ve toplum önünde küçülmüştür. Üstelik bu durum karşısında ilk sorusu yine hakikate ilişkindir. Fakat bu kez sorduğu soruyla hakikatin olmayışını vurgular hatta duyurur. Ne bilgecedir söylediği, ne de hayranlık uyandırır. – İyi de nerede bu bahsettiğiniz hakikat? Ya hiç olmamıştır ya da artık yoktur. –

Peki neden?

Muhtemelen buralarda bir yerde dil problemi baş gösterir ve şair kendine iş edinir bunu –dil, elbette yalnızca şairlerin ilgisini çekmemiş–. Dil, şairin, kendisine ve –eğer varsa– hakikate ilişkin ilk sorusudur diyebiliriz.

Tüm bunlarla birlikte Düğümler, bir şiir kitabı değil. Dil üzerine yazılmış bilgilendirici bir kitap da değil. Bu bakımdan onu koyabileceğimiz belli bir “masa” yok aslında. Ama dille şairane oyun oynamayı sevenler için kafa açabilecekleri bir etkinlik kitabıdır diyebiliriz.

BİR ŞİİR ÜZERİNE DAĞINIK NOTLAR


Sevinç Çalhanoğlu, evde bir gezinti (periferik), Nod 2016.

Resmi Türk şiir tarihi, bireysel çabaların dışlandığı, kalabalık olabilmiş yani akım ya da topluluğa dönüşebilmiş grupların tarihidir diyebiliriz. Başka bir deyişle gür sesli ve hacimli şair topluluklarının şiiridir bizim şiirimiz.

Çabaları bireysel boyutta seyreden (öyle tercih eden) şairlerin, poetik yolculuklarının ve etkileşimlerinin de bireysel sınırları pek aşamadığını söyleyebiliriz. Yani genç şairler bu şekilde birey olarak kalmayı tercih edenlerden etkilense bile tarihsel okumamızı biz, bir tür alışkanlık olarak akımlar ve topluluklar üzerinden yaparız. Türk şiirine yön verenleri düşündüğümüzde akla ilk gelen topluluklardır.

Bahsettiğim durum, aynı zamanda, “resmi” olan bu tarih okumasını nasıl içimize sindirdiğimizin de bir özeleştirisi elbette. Eğer kalabalık değilseniz ve sesiniz pek gür çıkmıyorsa etki alanınızın da o oranda dar olduğunu söylemek mümkün. Bu bağlamda gür sesli olmayı “erkek”likle eşleştirirsek, hepimizin erkek olmaya ya da kalmaya çalışan şairler olduğumuzu itiraf etmemiz gerekir (mi?).

Özellikle güncel şiir tarihimize ilişkin diğer bir okumaysa, bu yazı için de söz konusu olduğu üzere, bireysel etkinlik alanı oluşturmuş bazı şairlerin “deneyci” olduğunun öne sürülmesi. Bu ifade o şairlerin, Türk şiirinin ana damarına yani o gür sesli topluluğa ait olmadıklarını, dışarıda bir yerde olduklarını kastediyor. Hadım edilmiş, erkeklikleri alınmış ve bu nedenle de dışlanan bir grup şair gibi… Bu bakış açısı gizliden gizliye, şiirin imkanlarını ve yeni yollarını tartışmaktan uzak bir düşünceyi baskılıyor. Çünkü ritüellere ve uygun yazan vasat şairlerin, deneyci şairler kadar vurgulanmadığı ya da ayrıştırılmadığını söyleyebiliriz.

Türk şiirini yazma çabasındaki şair ile resmi Türk şiir tarihinde kendine yer açan gür sesli topluluklar şairi arasında bir fark olduğunu söylemek gerek. Bu nedenle, bakmayı seven ve imkanları denemekten geri durmayan şairin durduğu yeri ancak kendinin belirleyebileceğini söyleyebiliriz.


Et/ve/Fal, Heterotopya Yayınları 2017, 64 syf.

Sevinç Çalhanoğlu minör bir şair. “Evde bir gezinti (periferik)” 2016 yılında Nod tarafından, “Et/ve/Fal” ise 2017 yılında Heterotopya Yayınları tarafından yayımlandı. “Minör şair” tamlamasını bir olumsuzlama olarak değil,

“majör şair sayılmaya gönüllü olmadığını açıkça ortaya koyan” anlamında kullanıyorum. Şiirinin konumlandırmasını tam olarak olmasını istediği yere yapmış bir şair. İki kitap da kendi içinde belirgin bir konu etrafında dönen konuşmalardan, notlardan, şiirlerden oluşuyor ve ikisinin de kendine has (boşluk, imleç ve fotoğraf kullanımı; sayfa yerleşimi ya da yayınevinden kaynaklı bazı fiziksel özellikler gibi) şiire eşlikçi yan performansları var.

Kitapların çerçevelerini belirleyen konular da tabii ki başka alt konulardan besleniyor. Örneğin ilk kitabı üzerine ev halleri, evdeki anne–kadın konumlandırması bağlamında şairin ilk kitabıyla ilgili belki feminizm diyebileceğimiz, belki de kadın halleri diyebileceğimiz; gündelik yaşam pratikleri üzerine okumalar yapabiliriz. Minör bir şair olması ve özellikle gür konuşmaması, kendisini resmi Türk şiir tarihinin sınırlı bir alanına itmekle birlikte aslında orada görmemiz gereken koca bir boşluk açıyor.

Aynı bağlam üzerinden şairin ikinci kitabı “Et/ve/Fal”a da geçiş yapabiliriz. Çalhanoğlu’nun resmi Türk şiirine karşı kendini konumlandırdığını düşündüğüm dağınık ve pasif direnişi hatırlatıyor bana. Minör hareketlilik burada da devam ediyor.

Davut Yücel, Natama

İZDİHAM