15 Mart 2016

Cem Mehmet Eren, Haibunlar

ile izdihamdergi

SALACAK

Binlerce kilometre yolun , yüzlerce dağın , bayırın , ovanın dürülüp katlana katlana gelip sönümlenerek kendilerini serin sularına bıraktıkları Boğaziçi. Bir haftalık ayrılığına dahi tahammül edemediğim martılar. Batmak istemeyen güneş minarelere tutunmuş. İllâ bana bak dercesine arkasındaki eşsiz silueti kapatmaya çalışan Kız kulesi. Hoşbuldum.

İyot kokusu-
Kırmızıya dönüyor
uçtukça martı

Sırt çantamı boşaltıyorum. Anadolu kokan çamaşırlar, gömlekler , özlemler , veda cümleleri. Kitapların sayfaları arasında ayraç yerine kullandığım “Yine gel !” ler. Birkaç anı. Anı olmaya imkan bulamamış bölük pörçük olaylar. Üzerine köy kokusu sinmiş Armanı parfüm şişesi. Çantamdan son dökülen sıfır üç kalem ve ucunda son noktası konulmamış bir imza.
Derin bir nefes alıyorum. Süzülerek gelip yanıma konarak “Anlat” diyen martıya tam “Âh” ile başlayan cümlemi kuracakken bir ses duyuyorum derinden. Çantamın açmayı unuttuğum dış gözlerinin birinde bir köşeye kıvrılmış , siyah, yeşil, yağmur, fırtına, tebessüm, çılgın.

Guruba beş var-
Kız kulesi önünde
ada vapuru
Ne ben varım içinde
Ne de çılgın fırtına

PALMİYE
Cennetin kapısında yasemin kokuları , turunç bir de , yazık ona… Yürüdü durdu , yürüdü yine durdu orta yerinde… Çiçekler ; çiçekler adını bildiği , rengini bildiği adını bilmediği , tanıdık kokular , tanımadık kokular , yazık ona… Denize mavi demişler , neden öyle demişler ? Gökyüzüne de. Mavi, tamam da, hiç bilmediği, ilk defa karşılaştığı bir mavi , yani mavinin bir tonu , kim ne öğretmek istiyor ona?.

On bir saat sürdü yolculuk baharın erken geldiği yere… Şimdi ortasında bahçenin , illâ turunç kokusu , yasemin artık vedada , yazık ona… Gezindi , gezindi , “Ayakları değmiştir O’nun buraya da” diye , bırakmadı adım atmadık bir yer… Çim her taraf , toprak kayıp , kelebekler rengârenk , ne çok yeşil tonu var ve ne de çok ağaç türü… En sevdiği palmiye , durdu altında , yorgundu, yazık ona. Arkasını dağa verdi , ufuk çizgisinde bir ada.
Elindeki kitabı ; içinde geceler boyu uykusuzluk , göz nuru , zonklayan beyin , onlarca kere dolunay , mürekkebi kağıdı cabası , bıraktı yavaşça palmiyenin altına… Yanına da bir not , şu ana kadar kimselerin kurmadığı bir cümleden ibaret bir not , el yazısıyla

bir martı
gölgeledi kanadıyla
kitabı

Ne zordur ayrılmak ; önce bakışlar çevrilmeli adadan , sonra , sonrası zordur , zor ama bitmiştir mola… Son bir nefes ; doldurdu cenneti ciğerlerine , yeşilin her tonu , kokular, illâ turunç. Düştü yola; dönüş, on bir saat fasılasız, verilmeden nefes. Cennetler verilmek için değildir.

sükunetin
en koyu anında
ayak sesleri

Şiir istedi canı , bir de ikindi güneşi. Yalnızdı; rüzgârlıydı çokça. Uzaklarda bir ada , mavinin koyu tonları , dilinde dünden kalan birkaç nota. Havuzun önünden geçti , huzur sesi , buluta selam. Mimoza… Bahçenin orta yeri , palmiye , orta yeri bahçenin. Martı, gölge , kitap, not yanında, sayfanın köşesine oturmuş bir kelebek , illâ turunç çiçeği , baş dönmesi, yazık ona da. Gölge aradı her köşesinde bahçenin, bir koku, bir im, bir iz. Kolunda ağrı, kitabı bastırmaktan bağrına.

 

 

Cem Mehmet Eren, Haibunlar

İZDİHAM