22 Eylül 2021

Büşra Özdemir, Leyla’nın Rengi

ile izdiham

“Bazı insanlar için dünya, kötümser bir ressamın tablosu gibidir, her renk kötüye çalar. “

Leyla kitabın son cümlesiyle başında yoğun bir ağrı hissetti, bir kez daha okumaya cesaret edemeden başucuna bıraktı kitabı. Sağ yanındaki pencerenin perdesini hafifçe aralayıp gökyüzüne baktı, yağmur yağıyordu ve yağmur damlaları ahenkle iniyordu yeryüzüne. Günleri sınav ve mezuniyet telaşıyla dolu olduğu için kitaplarından epey uzak kalmıştı Leyla. Fakat bu gece yeniden okumaya başladığı kitap onun için diğerlerinden daha farklıydı, sanki zihnini paramparça etmiş de bir zafere ulaşmış gibi başucunda kıs kıs gülüyordu. Dünyaya kötümser diyen bir satıra daha önce hiç rast gelmemişti. Bu cümle bir haşere gibi içini kemirse de kendi bildiği dünyanın içinde uykuya dalmıştı Leyla.

Gün döndü ve mis gibi bir kokuyla gözlerini açtı günün Leyla’sı. Annesi yine bir kermes için maharetli ellerini konuşturuyor olmalıydı. Mutfağa gitmek üzere tatlı bir tebessümle yatağından çıkıyordu ki kitabı çarptı gözüne Leyla’nın. Birden düştü yüzü, ani bir hareketle kitabının üstünü cepkeniyle örttü. Görmediğinden uzaktır ya insan, Leyla’da malum kitaptan, belki de o malum düşünceden uzaklaşmanın en iyi yolu olarak bunu seçmişti. Radyoda en sevdiği türküyü duydu, kitabın etkisinden kurtulmak için hemen ona verdi evvela kulağını, sonra da gönlünü:

“Ötme de keklik, derdim bana yetiyor aman aman.”

 ve annesine seslendi:

-Yine kermes hazırlığı mı anne?

-Evet, kahvaltıdan sonra beraber gidelim mi ne dersin?

Leyla bir an duraksadı. Bugün için derslerin iptal olduğu ilan edilmişti, evde yalnız kalırsa, o münker cümlenin esaretinden kurtulması mümkün olmayabilirdi.

Mutfağa doğru yürürken, “olur.” diye cevap verdi. 

Annesinin o güzel şerbetinden bir yudum içti, şekeri en çok bu şerbette seviyordu. Kötümser olmayan dünyasının bir nüansı bile sayılabilirdi bu tat. Birden zihnini serbest bıraktığını fark etti, yine aynı çemberin içine düşmüştü. Bir türlü cümlenin karmaşasından kurtulamıyordu. Metanetli olmalıydı, iyimser bir dünyası vardı ve o dünyanın huzuruna zarar gelmemeliydi. Bunun için yıllarını vermiş ve kendine iyi de bir yol tutturmuştu. Masaya baktı, annesi yine hünkar sofrasını andıran bir kahvaltı hazırlamıştı, çöreklerden gelen reyhan kokusuyla zihnine bir kement vurup, kardeşi Elif’i çağırdı sofraya.

Hep birlikte kahvaltıya oturdular, Elif televizyondaki filmden duyduğu tuhaf cümlelerin ne anlama geldiğini soruyordu ablasına ve Leyla her zamanki gibi hiç yorulmadan anlatmaya başlıyordu. Çatal bıçak sesleri, radyonun sesine karışıyordu.  Dünyanın en güzel seslerinden biri bu saatler Leyla’nın sofrasından yükseliyordu.

Sofrayı toparladıktan sonra hazırlanmak için odasına gitti Leyla. Çekmeceden en sevdiği künyesini alıp bileğine taktı. Babasının hediyesiydi, bu yüzden hediyelerin en güzeli sayılabilirdi. Babası tüccar olduğu için iki gün üst üste onu göremediği zamanlar olurdu. “Kötümserlik belki de budur.” diye geçirdi içinden, gurbet. Evet, dünyanın en kötümser tablosu ancak bu olabilirdi.

Bu cümle bir kehanet halini almaya başlamıştı Leyla’nın içinde. Sanki namert bir düşman gibi tecessüm etmiş, dünyayı görünmez bir duvarla ikiye bölmüştü.

“Bu ne cüret!” dedi yüksek sesle. “Bir cümle içimi nasıl ele geçirir? Bazı satırları zihnimde sansürlemeyi öğrenmeliyim artık.”

Bir hırsla dolaptan gömleğini ve kendi elleriyle diktiği yeleğini almaya yeltenirken kitap eline çarpıp yere düştü. Leyla ondan kaçtıkça sanki kitap onun üzerine doğru yürüyordu. Kitap, Leyla’nın beynini töhmet altında bırakıyordu. Bu defa kitabı alıp yatağın yanındaki dolaba sakladı ve aceleyle hazırlanmaya başladı. Hazırlanma telaşını sevmese de bir an önce zihnindeki düşünce rekabetinden kurtulmak için evden çıkmak istiyordu. Annesi:

-Şükran teyzen bizi bekliyor, acele et.

Diye seslendiğinde Leyla çoktan kapının önüne gelmişti. Üçü birlikte kermesin olduğu vakfa doğru yürümeye başladılar.

Herkes Leyla’nın zihnini hedef almış gibi bakıyordu. Bir inşaat alanının önünden geçerken, işçinin elindeki küreğin kötümser dünya tablosu olduğunu karar verdi Leyla, sonra bakkalın önünden geçerken duyduğu “işler kesat be usta.” cümlesiyle yeni bir tablo daha çizdi. Köhne bir sokaktan geçerken küçük bir gecekondudan gelen köçek havasıyla tabloların üstünü örttü ve iyimser bir tablo daha çizdi. Sonra bir kestaneci gördü sokağın sonunda elinde neşterle kestaneleri çiziyor bir yandan da gülümsüyordu, iyimser tablolarını çoğaltmak için bir savaşa girmişti Leyla.  Annesinin sesiyle irkildi tekrar:

-İşte burası olmalı, tarif edilen yer.

Bir grup çocuk körebe oynuyordu sokağın başında. “Onlarla biraz sohbet edersem beynimin içindeki şu böcekten kurtulabilirim” diye mırıldandı Leyla. Annesine birazdan geleceğini söyleyerek çocukların yanına doğru yürüdü. Ebe olan çocuğa köstebek diye bağırıp gülüşüyorlardı. Sokağın sonu yekpare duvarla örülüydü. Ve duvarın dibinde elindeki bastona yaslanmış mestane bir halde çocukları seyreden şapkalı, yaşlı bir adam vardı. Öyle sakin, öyle huzurlu seyrediyordu ki çocukları, Leyla bir anda kendini onun yanında buldu ve

“Torunlarınızı mı seyrediyorsunuz?” diye sordu,

“Hayır, ama torunlarım kadar severim hepsini.” diyerek gülümsedi yaşlı adam.

“Her seyredişinizde aynı mutluluğu yaşıyor gibisiniz?” diye ilave etti Leyla.

Yaşlı adam cevaben, yılların öyküsünü anlatır gibi baktı Leyla’nın yüzüne. Tüm yorgunluklarını bir çırpıda anlatır gibi, ömrünü törpüleyen her şeyi bir çırpıda ellerine verir gibi, uzun uzun baktı. Ama Leyla’ya değil boşluğa bakıyor gibiydi. O an Leyla’nın yüreğine bir sızı gelip oturdu. Sanki adamın gözleri hançer olmuş da Leyla’nın yüreğini hedef almıştı.

“Evlat.” dedi yaşlı adam. “Yirmi yıl oldu gözlerim kapanalı. Şimdi her gün yirmi yıl öncesini izliyor gibi bakarım onlara. Sesleri hala aynı biliyor musun, gülüşleri hala aynı. Bir tek renklerini unutur gibi oluyorum bazen, sanki her şey tek renkmiş gibi.”

Leyla, gözünden akan yaşları yanağında hissettiğinde anladı kötümser tablonun ne demek olduğunu. Her rengin nasıl olup da kötüye çaldığını o zaman anladı. Bazen kaçarak kurtulmak mümkün olmuyordu, bazen de isteyerek ulaşmak.

Önce gökyüzüne baktı Leyla, sonra ellerine, sonra çantasından aynasını çıkarıp gözlerine.

“Rahmet.” dedi. İyimser kalabilmek, Allah’ın en güzel rahmeti..

Büşra Özdemir

İZDİHAM