10 Şubat 2022

Bir Anı: Kız mısın, Oğlan mısın?

ile onurkorkmaz

Babam çavuş olduğundan İstanbul’a döndükten sonra mülazımlık için tertib eylediği arzuhali (hazırladığı dilekçeyi) o zaman Serasker (Ordu Kumandanı) bulunan merhum Rıza Paşa’ya benim elimle takdim etmek için bir Cuma günü beni alıp Üsküdar’a Selimiye Kışlası’na götürdü. Setre pantolon giyerdim. Gayet güzel lepiska (uzun, ipeksi, sarı) saçlarım olduğundan validem kesmeye kıyamazdı. Kızlar gibi örüp belime kadar uzatırdı. Hattâ mektebe başladığımda sırma ile örmüşlerdi. O vaktin âdeti veçhile başımdaki fesin etrafını püskül kaplamış, üzerine âlâ oyma kâğıt konmuştu. İşte bu süsle Selimiye Kışlası’na gittim, koğuşta oturdum. O gün kışlada olan zabitler gelip beni ziyaret edip sever ve cümlesi:

— Mehmed Ağa! Cenabı Hak sana böyle bir evlât vermiş, daha ne istersin! derlerdi.

Vaktâ ki Serasker Paşa teşrif buyurup kışlada olan kuleleri gezmeye başladı, pederim beni elimden tutup merdivenden üst kata çıkardı. Arzuhali elime verip kendisi görünmemek için geriye çekildi. Ben orasını bir mahşer gibi paşalar, yaverler, kavaslar, hademelerle dolmuş görünce, bu hâl bana bir dehşet vermekle ağlayarak geriye, babamın yanına geldim.

Babam:

— Oğlum, korkma, yürü! diye teşvik ettiyse de gönlümde asla cesaret eseri kalmamıştı. O sırada orada duran kavaslardan birisi babama:

— Ağa, ne istersin? Bu çocuk korkuyor, zor etme, yazıktır!

Demesiyle babam:

— Birader, Paşa Efendimize arzuhal verecektir! dedi. Kavas:

— Öyleyse sen karışma, çocuğu benim yanıma bırak! deyip beni yanında sakladı.

Serasker Paşa kuleden avdet edip (dönüp) divanhaneye doğru gelmesiyle, iki tarafta olan paşalar, yaverler, kavaslar yarılıp aralarında kaldım. Hemen Serasker Paşa benim hizama gelir gelmez kavas beni nasıl ittiyse gökten yere bir şey düşer gibi birdenbire Serasker Paşa’nın önüne düştüm. Paşa durdu. Eteğini öptüm. Arzuhali elimden alıp, fakat açıp okumadan eğilip benim yüzümü ve arkamdaki saçlarımı okşayarak:

— Sen kız mısın? Oğlan mısın? dedi.

— Oğlanım! dedim.

— Öyleyse niçin saçlarını kesmiyorsun? dedi.

— Validem kesmiyor! dedim.

Güldü. Heyet-i muazzama cümleten bizi seyretmekte oldukları halde arzuhali okudu. Sonra tekrar eğilip:

— Seni Mekteb-i Harbiye’ye yazdırayım! Orada güzel güzel okursun, sonra benim gibi paşa olursun! dedi.

Ben:

— Validem razı olmaz! dedim.

Tekrar gülüp arzuhali yanında bulunan Darbhor Reşid Paşa merhuma verip:

— Bu çocuğun pederini bulun da mülazım edin ve hem söyleyin bu çocuğu Mekteb-i Harbiye’ye yazdırsın! dedi.

Reşid Paşa merhum :

— Ferman Efendimizin!

deyip yerle beraber temenna etti. Ben de tekrar eteğini öpüp çekildim. Arkadan gelen paşalar cümlesi birer birer yanıma gelip severlerdi. Heyet çekildikten sonra o kavas beni alıp pederime teslim etti, hem de mülazım olacağını tebşir etti. Eve geldik. Hikâyeyi valideme söyledim. Validem:

— Ben evlâdımı (askerî) mektebe vermem!

diye kıyametleri kopardı. Ertesi günü babamla beraber Reşid Paşa merhumun konağına gittik. Paşa benim mektebe yazılmaklığım için pek çok ısrar etti. Babam:

— Efendim, ben de evlât da sizindir! Lâkin bunun bir acuze (huysuz) büyük validesi vardır ki, sonra Efendimizin başınızı ağırtır, Hünkârın atının ayağına kapanıp çocuğu vermez, sonra iş müşkül olur! dedi. Paşa bu sözlere itibar etmeyip ısrar etti, pederim de:

— Siz bilirsiniz, ben veremem, dedi.

Velhâsıl tam bir ay böyle uğraştılar, nihayet olmayacağını anlayıp beni bıraktılar.

Halil İbrahim Efendi, 1843’te 14 yaşında iken Selimiye Kışlası’nda Serasker Rıza Paşa ile arasında geçen anısı

İZDİHAM