5 Mart 2016

Beyazıt Bestami Keçeli, Yalnızlık İcat Oldu Dünya Bozuldu

ile izdihamdergi

Sevgili oğlum,

Her baba oğlunu bir dönem karşısına alıp, ona erkekçe konuşmalar yaparmış; sigara içme, kızlara takılma, az âşık ol, alkole bulaşma, arkadaşlarını dikkatli seç, derslerini ihmal etme. Bunun gibi şeyler. Bu konuşmaların sonucu nereye varırmış bilinmez ama adettendir olsa gerek yapılırmış işte. Bu konuşmayı yapabilmek için çok geç kaldığımın farkındayım. Yani ölecek kadar geç. Ölümü abartmak zorundayım oğlum anla beni, arada çıkıp gelemiyorum. O arkadaşına söyle burada işler onun bildiği gibi yürümüyor. Bilirsin bir yerden başlamak lazım. Ben de ömrüm boyunca hep o bir yeri aradım durdum. Bulduğumu zannettiğimde ise çoktan kaybettiğimi anladım.

Sevgili oğlum,

Sen doğduğunda Kasım gibi, kış gibi bir aydı, yalnızlık yeni icat olmuştu (1984). Henüz moda değildi ve moda bizim oralara uğradığında, geldiği yerde son kullanma tarihi çoktan geçmiş olurdu. Ve yalnızlık sana 6 yıl sonra uğradı. Ben gittiğim de ise Aralık gibi bir şeydi ve güney böyle soğuklara alışık değildi. İşte o gün bu gündür yenilgimiz başlamış oldu. Senin de, benim de.  İnsan doğuyor yeniliyor, büyüyor yeniliyor, ölüyor yeniliyor, yeteri kadar yenildikten sonra ölüyor. Şunu söylemeliyim ki oğlum;  ölmek yenilginin sonucunu değiştirmiyor, hatta bazı insanlar öldükten sonra da yenilmeye devam ediyor. Buralarda buna “yenilg-i cariye” diyorlar. Nasıl oluyor diye sorma. Ölünce anlarsın.

Sevgili oğlum,

Bu susuşun, konuşmayışın, bu dalıp gidişin, bu dalıp ama gidemeyişin, bu gidişin olmasa da kaçışın. Sen dünyaya sürgün olarak gönderildin oğlum. Onlar bilmezler hem sır verecek kimsenizin olmaması ne demek, anlamazlar seni. Üzülme demiyorum çok üzül tabi, şu alınganlığına bir çare bul ama. Hakkâri’de terk edilen çobandan sana ne, sana ne Ceylan’dan, sana ne saçına kına yakan nenelerin kederinden, sana ne Ferdi Tayfur’dan,  dünyada faili meçhul kalmış tüm kederleri üstlenmek zorunda değilsin. Yani birlikte fotoğrafımızın olmayışı, ya da hatırlayabileceğin bir anımızın olmayışı bütün mevsimlerde üşümene, bütün şarkılarda hüzünlenmene, bütün mızraklarda yaralanmana, bütün trenlerde gitmene neden olmasın. Arada güzel şeyler de oluyor lan. Bak mesela.

Neyse konumuz bu değil.

Sevgili oğlum,

Yıllardır üzüldük, yine üzülürüz dert değil, ama uzun vadede hayat çok kısa. Senin Müjgân’ a anlatmadıkların gibi benim de sana anlatamadıklarım var. Müjgânlar sarışındır, sarışınlar terk etmek için yaşarlar, terk eden koyu siyah bütün kızlar da aslında birer sarışındırlar. İnsan insanı gözlerinden değil, yarasından tanır oğlum. Yaralarına ve yaradaş arkadaşlarına sahip çık.

Pazarda su ve poşet sattığın günleri, ilk haftalığını, kış aylarında ayakkabının içine ve çorabının üstüne giydiğin ve hışırdayınca arkadaşlarından utandığın poşeti, eşofmanın ve baklavanın lüks tüketimini, televizyonda Cüneyt Arkın başlayınca sokakta yalnız kalışını, eti sevmemeni tadından değil, alışmak zorunda kalmamak için yemediğin günleri, bir takvimde Ayasofya’yı görüp, bir gün bu kırmızı camide namaz kılacağım demeni ve hâlâ kılamamanı, unutma.

Unutma çünkü

Sevgi ile bir yere varılamaz, kalbi diri tutan şey nefrettir oğlum.

İki doğrudan bile yanlış olanı seçmenin kaderlerle izaha kalkma, çünkü biz iki dünyanın en az birinde kazanmak zorundayız, ya da kaybetmek bilmiyorum. İnsan ölse de aklı karışabiliyor bazen. Orada çok acı çektiğini düşünme “cehennem acı çektiğimiz yer değildir; acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir.” dedi Hallaç, yani şu Mansur olan Hallaç. O zaman acı nedir, cehennem nedir oğlum?

Bir de siz dünyadakilere kötü haber;  buraya gelince Hallaç akan tüm kanının hesabını tek tek soracakmış sizden.
Tembihime son verirken oğlum, şarkı ve şiir haklarını iyi kullan, dünyayı asmadan buraya gelme. Sizden uzak kalmak istemem.

Rivayet odur ki oğlum  Hindistan’da bir ayakkabı tamircisi, hem çekiç vurur hem de onunla ahenkli bir şekilde salavat getirirmiş. Bir gün yanına uğrayan komşusu. Tamircinin bu hâlini görünce:

“‒Sen nerede Muhammed nerede? O seni duyamaz!” demiş. Bu hâdisenin üzerinden dört sene geçtikten sonra Allah bu zâta hacca gitmeyi nasip eylemiş. Efendimizi ziyaret ettiği esnada Hücre-i Saâdet’in önünde durunca içeriden, çekiç sesiyle birlikte ayakkabı tamircisinin nağmeli salât u selâmını işitmiş.

Ben ayakkabıları bu ahenkte tamir ettim hep, ama ritmi çoğu zaman kaçırdım, sen de ayakkabı tamirinden anlamazsın. Burada güçlerimizi birleştirirsek, Peygamber bize de selam gönderir belki.

Artık yeterince inceldin, rahat rahat koparabilirler seni.

Baban Mehmet Ali

Beyazıt Bestami Keçeli
İZDİHAM