5 Nisan 2023

Bana Neler Oluyor Zeynep?

ile ibrahim varelci

İnsan soruları ertelememelidir. İnsan gülümsemeyi ertelememeli sorularda. Düş kapısı sorularla aralanabilir ancak. Düşlerin kendine has bir dili vardır; düşü gören bilir bunu, belki bir parça da o düşe düşüren insan.

Zamanında sorulmayan tüm soruların cevabı doğru olsa da güzel değildir. Güzel yanlışlar vardır, bir de çirkin doğrular. Bazı sorular ölüm kıpırtısızlığı ve zamansızlığındadır fakat bir prensesin güzelliğine sahiptir. Sorularla kaderin tahrip edici çarklarına istemsizce atar insan kendini. Bu çarkların arasında arızalandım ben. Bunda şüphe yok. Kafamı, ruhumu, bedenimi kirleten her şeyden sıyrılmak istedim. Bunu hep istedim. O çarkların arasında sıkışmış halde dönerken bile. Böylesi bir duyguyu yaşama mecburiyeti ne kadar da zor.

Bazı soruların hikâyesi yazılır, bazı sorular ise uzun bir hikâyenin sonunda sorulur. Bitmesini istemediğin bir şeyin başlamasını da istememen gerekir. Oysa hiç sonu gelmeyecek gibi başlamak istersin. Her sabah mahmur başlangıçlar yapıyor insan. Başlangıçların o heyecanlı çarpıntıları seni cezbeder her defasında. Çarpılmak mı istersin yoksa sarsılarak mi kendine gelmek?

Oysa insan her şeyin yarısıdır. Yarım kalmış cümlelerini tamamlayacak vakti kalmamıştır, cümleleri bile sayılı değildir bu yüzden.

İnsan çoğunlukla kaybolmak ister. Bunu kendine itiraf edemez. Kaybolmak belirsizliğe teslim eder insanı. Belirsizlik, belki de yeni bir hayat imkânı! Belirlenmiş tüm kokusuz, renksiz ve kansız yaşantıların cansızlığından daha iyidir belirli bir belirsizlik. İllüzyon da olsa, sanrı da, kurgusuz bir hayal veya. Öyle rüzgâr gibi gelen, nereden geldiği bilinen ama sitem edilemeyen önce, sonra yıkıcı esintisine aldırılmaz onun. O yıkılmak değildir çünkü. Sarsılmaktır belki. Sana tüm hücrelerini hatırlatan bir sarsıntı. Benim kabuklarımı çatırdattı, ya senin?

Yüz yüzeyken konuşalım, yürürken konuşalım, artık belki de birbirimizi hiç görmeyecek oluşumuzla konuşalım. Sadece konuşalım. Fakat onunla da yetinilmez. Konuşma geçiciliğe hep açıktır, uçup gidebilir, fakat yazı öyle değil. O yüzden seni yazıyorum. Büyüterek.

İnsan bazı şeyleri büyütmeli. Normalin sınırlarının dışına taşırmalı. Yoksa hiçbir şey anlaşılmıyor.

Seni sevmenin mümkünlüğünü arıyorum, sonra kendimce bir sevgi buluyorum, kendimi seviyormuş gibi, kendimi unutur gibi, mevcut durumu inkâr edercesine…

Göz uzağı görmek ister, sorular hep bilinemez olanlara yöneltilmek istenir. İçten içe bilmemek istenir, gerçekle yüzleşmenin hikâyeyi sonlandıracağı hüznüne kapılmak istemez insan. Evet, bilmek hüzün verir çoğu zaman. Bilinçsiz haller bu yüzden mutlulukla geçirilir. Unutkanlık hali. Uykuda yaşanılan bir hal. Hem de deliksiz bir uykuda.

Sürekli iç çekiyor içindeki yangını hafifletmek için, sönmeyecek, biliyor, bu yüzden içindeki yangına ateş taşıyan bakışlardan kendini alıkoymak istiyor, kendini yenileyen bir bakışla bakıyor hayata, bakışıyla kendini eskitmek istiyor. Nereye bakarsa baksın hep içine bakıyor gözleri. Herkesten farklı bir ritmi var gözlerinin, nefesinin. Garipliği oradan geliyor.

Korku mu dolaşıyor damarlarında, kan mı? Huzursuz uykular, kan ve terle sıvanmış bedene uyandırıyor. Sabah hiç sabaha benzemiyor. Huzursuz uykuların rüyaları anlatılamıyor. Sabah, gözlerini açınca, gözünün önünde herkes gidecek sadece o kalacak. Bana neler oluyor böyle Zeynep? Yaşlı değilim, ölüm döşeğinde de değilim, fakat ölmek üzereyim.

Sürekli bunları düşünüyorum, aklım bana yetmiyor, kalbim beni yerden yere vuruyor. Her şey yerinden kalkmayacak kadar ağırlaşmışken böyle, sırtımdaki bu hayat yükünü nasıl taşıyacağım. Sonra ruhumun derin kuyularına sim siyah büyük kayalar yuvarlıyorum. Ruhumda keşfedilmeyen karanlık dehlizlere çarpsın istiyorum, oraları tıkasın, ses gelmesin oralardan. Sonra kalbimi, aklımı yokluyorum yine. Her şey yerli yerinde. Bu nasıl olabiliyor? Hem bu kadar paramparça olmuşken! Körlüğüm bana sadece içimi gösteriyor, hayatımın karmaşık kalabalığını görmekten kendimi alamıyorum, kendime yeniden dokunmak, hayatımın tüm kıvrımlarını, parmak uçlarımda yürüyerek bazen çok sessizce gezinmek ruhumda, bazen her şeyi en kesif kokusuyla duymak, yeni baştan yaşayarak bir daha, yeniden bir özlemle dolmak, özlem olmak istiyorum.

Dışarıda homurdanarak dönen bir dünya var, biliyorum. Hatırlatıyor kendisini bana. Bazen çarkların dişleri gibi sesler çıkarıyor. Bazen üstüme çarpılan bir kapı sesi oluyor. Dünya döndükçe çılgın sesler çıkarıyor, kulaklarımı sağır ediyor. Ama ben hakikatin sesini duymak istiyorum sadece. Kulaklarımı dua eden ellerimle sıkıca kapatıyorum, iç sesim geliyor böylece, eşikte bekliyor ruhumu.

Konuşmalar, itiraflar, sorular, hiçbir yere götürmese de onu, freni tutmayan bir çocuk bisikleti gibi yokuş aşağı gidiyor düşünceler, nereye çarpıp duracak? Sanki sürekli geç kalıyor bir şeylere, bu yüzden hep abartıyor. Her şeyi mi? Her şeyi.

Sadece zarif heyecanlara bırakıyor kendini. Güçlü, melodik heyecanlara. Karanlık değil, ışıltılı ve şiirsel bir geleceğe saklıyor hayallerini. Şimdi ise, başka bir seçeneği olmadığı için kabulleniyor sanki böylesi bir yaşamı.

İnsan bazen zincirlerinden kurtulmak istemez.

Ruhun esareti, kalbin esaretinden başkadır. Ruh tesir altındayken içsel bir yolculuğa çıkmak üzeredir. Yolculuğa meyillidir. Rüzgarını kendi seçer ve yönlendirir. Kalbin tesir altında kalması kör bir kuyuya benzer. Hareketsizdir. Prangaya vurulmuş bir mahkumdur adeta. Su çekilemez oradan. O kuyudan çıkmak da zordur. Karanlık ve ıslak bir kuyudur. Işıksızdır. Orada sadece yankılar duyulur. Her ses şedit bir akis yaratır. Kalbe çarpar. Çarptıkça perişan eder. Kalbi tahrip eder, onun öz suyunu emer, rengini kaçırır, takatten düşürür. Oysa ruhla kalbin birlikteliği öyle değildir. Onun köklendiği yer daha başkadır. Özdür, kişinin eninde sonunda aslına rücu edeceği yerdir.

İçimdeki Zeynep’in dış dünyadaki Zeynep’le ne kadar alakası var, dıştaki Zeynep içte olduğunu biliyor mu mesela, diyelim ki biliyor, bu neyi değiştiriyor?

İnsan kendinden vazgeçebilir mi?

Herkesin içinde biri takılı kalmıştır. O insan bazen birkaç insanın, belki tüm yaşantının yansımasıdır, tek bir surette bir araya gelmiştir.

Bu yüzden bazı yazılar 39 senede ancak tamamlanır.

Bana ne oluyor böyle Zeynep? Bu sorunun hakiki muhatabı kimdir? Ben miyim, yoksa bir başkası mı? Nedir beni tüm düşüncelerimi, hislerimi, öfkemi, kıskançlığımı önce ötekine sonra kendime yönelten o içsel kuvvet. Kendimin daha önce hiç karşılaşmadığım taraflarıyla yüzleşmek, şaşkınlığın donuk haliyle çocukça bir anlamlandırma çabası, kendimin sinir uçlarına önce serçe parmağıyla dokunmak sonra ise hunharca avuçlamak, yoğurmak…

Zihnimdeki o geçmeyen titreşimin müsebbibini arıyorum. Yıllarca tellerine dokunulmamış bir sazın boğuk sesiyle karşılaşıyorum önce. Sonra açılıyor melodiler, keskin bir ritim kazanıyor. Ellerimi kanatana kadar dokunuyorum tellerine aklımın, hislerimin, hazlarımın. Aradığım nedir oralarda?

Bazen kendini göremezsin. Bazen değil, çoğunlukla. Hayat mâni olmak ister buna, çünkü kendini unutup ona dalmanı bekler. Yaşamak, yaşama devam edebilmek için elzemdir bu. Oysa ben kendi hayatımı kendim duraksatmak istedim hep, ritmini kendim belirlemek yahut içimde dönüp duran o kadersel armoniye kendi ellerimle teslim olmak, ılık bir rüyanın bilinmezliğine kapılmak…

Hislerin, o vahyi çağrıştıran birdenbire beliren içsel hakikatin yakîn bilgisiyle kendine karar verdiğin çetin vakitler. Daracık kovuklara sıkıştırdığın umutların, tozlanmış, sürekli ertelenmiş sevgi sözcüklerin, vaktini beklediğin buluşmaların, muhabbetlerin; tesiri geçmiş midir hissettiğin tüm duyguların? Her şeyin bir vaktinin olduğunu söylerler. İlahi kertede böyledir kuşkusuz, fakat insana sirayeti zamanın, her işte olduğu gibi eksiktir, çarpıktır, noksandır. Hakiki zaman kendiliğinden beliren o meşum rastlaşmalardır, o anların süresi çok kısadır, öyle bir vaktin içinde doğmak istersin ki vakitsizlik belirlesin tüm rastlamaları.

Anlamak, kendini yüzeye çıkarmak değildir. Aksine daha derine inmektir. Bazen nefes alamayacak kadar derin bir karanlığa indirilirsin. Bunu göze alırsın. Anlamak, idrak etmek ve hissetmek yüzleşmelerin en çetrefillisi, en çetini. Kişinin kendisiyle karşılaşması. Kendini sislerin içinde görünce etrafa seslenmesi. Herkesin seslendiği biri vardır. Sesini duyurmak istediği. Onun nezdinde tüm gerçekliği açık etme, kendinle yeniden tanışabilme ihtimali. Bana neler oluyor Zeynep, ben neredeyim, beni buraya kim getirdi, sen mi?

Hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Esas sahiplik aitliktir çünkü. Ait olmak isterim. Sımsıkı bir aidiyet. Onda sahip olma istencinin yakıcı şehveti hafiftir, yakmaz, ısıtır. Sahip olma duygusunun sonu gelmeyen teselsülünde boğulmak kaçınılmazdır. Orada hiçbir şey yetmez. Her adım bir fazlasını vaz eder. Sahip olmak buyurgandır, ait olmak iste sessizdir.

Seni anlamayacaklar, daha çok içine gömüleceksin, daha çok kendine kapılacaksın.

Bunların hepsini geçmiş yapıyor, sonra da geçip köşesine seyrediyor.

Ruhumdan anlayanları çağırıyorum. Beckett’ı, Rilke’yi, Bernhard’ı, Karakoç’u. Herkes burada biliyorum.

izdiham