4 Mart 2016

Bakunin

ile izdiham

Ne zaman sömürü söz konusu olsa, burjuvazi çabucak dayanışma içine girer.

 

FEDERALİZM ilkesinin Cenevre’deki kongre tarafından oybirliğiyle yürekten onaylandığını açıklama fırsatı elde ettiğimiz için çok mutluyuz… Ne yazık ki bu ilke, kongre kararlarımızda yeterince formüle edilememiştir. Bize göre, ilkelerimizin duyurusunda en ön sırayı alması gerekirken … dolaylı göndermeler dışında bu ilke doğru dürüst ele alınmamıştır.
Bu, hemen doldurmak zorunda olduğumuz üzücü bir boşluktur. Cenevre Kongresi’nin ortak anlayışıyla uyum içinde, şunları ilan ediyoruz:

Özgürlüğün, adaletin ve Avrupa’nın uluslararası ilişkilerinde barışın zaferini elde etmenin, Avrupa ailesini oluşturan farklı halklar arasında bir iç savaşı imkansız hale getirmenin bir tek yolu vardır; bu yol Birleşik Avrupa Devletleri’nin oluşturulmasıdır.

Kendi güçleri arasında bulunan devasa eşitsizlik göz önüne alındığında, Birleşik Avrupa Devletleri, asla, şimdiki gibi kurulmuş olan devletlerden oluşamaz.

Artık ölü olan Germen Konfederasyonu, monarşilerden oluşan bir konfederasyonun tamamen bir maskaralık olduğunu, barışı da halkların özgürlüğünü de güvenceye alamayacak kadar güçsüz olduğunu kanıtlamıştır.

Adını cumhuriyet bile koymuş olsa, zorunlu olarak bürokratik ve militarist olan hiçbir merkezi devlet, ne kadar istekli ve azimli olursa olsun asla uluslararası bir konfederasyona giremez. Hep açık ya da gizli olarak özgürlüğün inkârı anlamına gelen yapısının özü, zorunlu bir şekilde, sürekli bir savaşın ilanı ve komşularının varlığına yöneltilmiş bir tehdit olarak kalacaktır.

Devlet, gerçek bir şiddet ve gündelik yaşamda adi hırsızlık anlamına gelen bir fetih – nihayet artık tarihsel bir hak olarak görülmeye başlandığı zamana kadar tüm kurumlaşmış dinler tarafından onaylanarak kutsanan – eylemi üzerinden inşa edildiği ve muzaffer şiddetin özel ve başlıca bir hak olarak böylesine tanrısal şekilde kutsanmasıyla desteklendiği için, her merkezi devlet, bu yüzden, tüm diğer devletlerin haklarının mutlak inkârı olarak var olur; kendi politik çıkarları için diğer devletlerle yaptığı anlaşmalarda onlara bu hakları tanısa bile…

Bu yüzden, Birlik’in tüm üyeleri, ülkelerinin – yukarıdan aşağıya doğru şiddet ve otorite ilkesi üzerinde kurulmuş olan – eski birleşimin yerine, halklarının çıkarları, ihtiyaçları ve doğal tercihleri üzerinde yükselen – bireylerin komünlerle, komünlerin bölgelerle, bölgelerin ulusla, ve en nihayet, ulusun da önce Birleşik Avrupa Devletleriyle, eninde sonunda ise tüm dünyayla özgür federasyonlar oluşturması dışında bir ilkesi olmayan – yeni bir örgütlenmeyi koyabilmek için tüm çabalarını kendi ülkelerinin yeniden kurulmasına yöneltmek zorundadırlar.

Sonuç olarak, Devletin tarihsel hakkı olarak tabir edilen her şeyden kayıtsız şartsız vazgeçilmesi; doğal, politik, stratejik ve ticari sınırlarla ilgili tüm sorunlar, bundan böyle artık antikiteye ait sorunlar olarak değerlendirilecek ve Birlik’in tüm üyeleri tarafından kararlılıkla reddedilecektir.

Bileşiminin komşu ülkelerin özerkliği ve özgürlüğü üzerinde bir tehdit ve tehlike teşkil etmemesi şartıyla, büyük ya da küçük olsun, her ulusun, güçlü ya da zayıf olsun her halkın, her bölgenin ve her komünün, mutlak özerklik hakkının tam olarak tanınması.

Ülkenin, devletin bir parçası olduğu olgusu, kendi iradesi doğrultusunda özgürce devletle birleşmiş olsa bile, o ülkenin ebediyen devlete yapışık olarak kalması zorunluluğunu doğurmaz. Hiçbir kalıcı zorunluluk, üzerimizde otoritesi olabilecek tek adalet türü olan insanlığın adaleti tarafından kabul edilemez ve biz, kaynağını özgürlükten alanlar dışında hiçbir hak ve görevi asla tanımayacağız. Özgürce birleşme ve yine eşitlik içinde birlikten geri çekilme hakkı, politik hakların en önde geleni, en önemli olanıdır ve bu hak olmazsa, federasyon asla sahte kılıklı bir merkezileşmeden başka bir şey olmayacaktır.

Tüm bu söylenenlerden çıkacak sonuç şudur: Birlik, Avrupa demokrasisinin herhangi bir ulusal kliğinin monarşik devletlerle, amacı ezilen bir ülkenin bağımsızlığının veya özgürlüğünün tekrar kazanılması bile olsa, herhangi bir ittifak kurmasını açıkça yasaklamalıdır. Böyle bir ittifak yalnızca düş kırıklığına yol açar ve aynı zamanda devrime yapılan bir ihanet olur.

Öte yandan, özellikle de Barış ve Özgürlük Birliği olduğu için ve barışın yalnızca halkların en yakın ve en bütünlüklü dayanışmasıyla sağlanıp, adalet ve özgürlük temelinde tesis edilebileceğine inandığı için Birlik, her türden yerli veya yabancı ulusal ayaklanmayla duygudaşlığını açıkça ilan etmelidir; elbette bu ayaklanmalara, güçlü bir Devlet kurma hırsı ve niyetiyle değil de, bizim ilkelerimiz ve kitlelerin politik ve ekonomik çıkarları adına girişilmiş olması şartıyla.

Birlik, Devletlerin görkemi, büyüklüğü ve gücü olarak bilinen her şeye karşı amansız bir savaş açacaktır. Milyonlarca insanın kurban edildiği tüm sahte ve art niyetli putlara karşı koyacaktır; insan aklının görkeminin bilimde ortaya konulması ve evrensel gönencin emek, adalet ve özgürlük üzerinde kurulması.

Birlik, ulusu bir ilke olarak değil, özgürce varlığını sürdürme hakkına tartışmasız bir şekilde sahip olan doğal bir olgu olarak kabul edecektir, çünkü dışlayıcı bir olgu olan ulus ayrımlar yaratırken, her ilke evrenselliğin gücüne dayanır. Günümüzde Fransa, Rusya, Prusya ve hatta pek çok Alman, Polonyalı, İtalyan ve Macar yurtsever tarafından bile ilan edilen sözümona ulus ilkesi, tamamen devrimin ruhuna karşı olan bir gericilik tarafından türetilmiş bir kavramdır. Okuma yazma bilmeyen halklar tarafından konuşulan bölgesel lehçeleri aşağılayacak kadar aristokratik bir kavramdır bu. Bu kavram dolaylı olarak, bölgelerin özgürlüğünü ve komünlerin gerçek özerkliğini yadsır.

Tüm ülkelerde bu kavrama sunulan destek, bu kavram tarafından aslında hep imtiyazlı sınıfların lehine olan sözümona kamu yararına gerçek çıkarları kurban edilen halk kitlelerinden gelmez. Bu kavram, Devletlerin ileri sürdükleri tarihsel haklardan ve hırslardan başka bir şey ifade etmez. Bu yüzden ulus hakkı, Birlik tarafından asla özgürlüğe karşı, hatta özgürlüğün üstün ilkesinin doğal sonucundan başka bir şey olarak değerlendirilemez; özgürlüğe karşı, hatta özgürlüğün dışında bir duruş aldığı andan itibaren bu, artık bir hak olmaktan çıkar.

Birleşme, insanlığın karşı konulmaz bir şekilde ona doğru ilerlediği büyük bir erektir. Ancak özgürlük göz önünde bulundurulmadan kurulduğunda ölümcül olan bu birlik, ya şiddetli yöntemler aracılığıyla ya da tanrısal, metafizik, politik ve hatta ekonomik bir düşüncenin otoritesi altında, aklın, onurun ve halkların refahının yıkımı olur.

Özgürlüğü dikkate almadan birleşmeye yönelen bir yurtseverlik, göklere çıkardığı ve hizmetinde olduğunu iddia ettiği halka ve ülkeye özgü gerçek çıkarlar için hep felaket anlamına gelen kötü bir yurtseverliktir. Öyle olmasını istemediği halde, bu tür bir yurtseverlik sık sık, devrimin yanı sıra ulusların ve insanların özgürleşmesinin de düşmanı olan gericikle dost olur.

Barış ve Özgürlük Birliği yalnızca, bütünün özel hakların ve çıkarların inkârı ve tüm yerel refahın ve özgürlüklerin kaynağı ve teyidi olabilmesi için, bütünü oluşturan özerk parçaların federasyonu tarafından özgürce kurulan bir birlik biçimini tanıyabilir. Bu yüzden Birlik, özgürlüğün bu büyük ilkesini titizlikle içermeyen her türlü dinsel, politik, hatta ekonomik örgütlenmeye güçlü bir şekilde saldıracaktır; çünkü bu ilke olmadığında, aklın, adaletin, refahın ve insanlığın varlığından söz edilemez.

İşte, Barış ve Özgürlük Birliği’ndeki baylar, Cenevre Kongresi’nin ilan ettiği federalizm ilkesinin getireceği gelişmeler ve doğal sonuçlar, bizim gördüğümüz ve şüphesiz ki sizin de gördüğünüz kadarıyla bunlardır. Barışın ve özgürlüğün mutlak koşulları işte bunlardır.

(…)

Federe olsun ya da olmasın, her devlet, en güçlü devlet olmaya çalışır. Başka devletler tarafından yutulmamak için hırsla her şeyi yiyip yutacaktır, fethedilmemek için fethedecektir; boyunduruk altına alınmamak için boyunduruk altına alacaktır; çünkü birbirine benzeyen ama birbirine karşıt olan iki güç, karşılıklı yıkım olmaksızın bir arada var olamaz.

Bu yüzden devlet, insanlığın en aleni, en husumetli ve en mutlak inkârıdır. Devlet, yeryüzünde yaşayan tüm insanlar arasındaki dayanışmayı paramparça eder ve bu insanların bir kısmını, yalnızca geri kalanları tamamen mahvetmek, fethetmek, köleleştirmek amacıyla kendisine tabi kılar. Yalnızca kendi yurttaşlarını korur; insanların haklarını, insanlığı, uygarlığı sadece kendi sınırları içinde tanır. Kendi dışında hiç kimseye herhangi bir hak tanımadığı için, iradesi doğrultusunda yağmalayacağı, yok edeceği, köleleştireceği tüm yabancı halklara en vahşi acımasızlığı uygulama hakkını küstahça kendisinde bulur.

Eğer kendisini o halkalara cömert ve sevecen olarak gösteriyorsa, bu asla bir görev anlayışından kaynaklanmaz; çünkü devletin önce kendisine karşı, sonra kendisini özgürce oluşturan ve onun varlığını devam ettiren yurttaşlarına karşı, hatta sık sık olduğu gibi, artık kendisinin kulu olmuş olanlara karşı sahip olduğu görevlerden başka bir görevi yoktur. Halihazırda uluslararası bir yasa olmadığı için, ve böyle bir yasa devletin mutlak hükümranlığı ilkesini temelden yıkmaksızın asla anlamlı ve gerçekçi bir şekilde var olamayacağı için, devletin yabancı halklara karşı herhangi bir görevi olamaz.

Bu yüzden, eğer devlet, fethettiği herhangi bir halka insancıl bir muamelede bulunuyorsa, eğer bu halkın mallarını tamamen yağmalayıp varlığını da tamamen ortadan kaldırmıyorsa, eğer bu halkı köleliğin en alt düzeyine indirgemiyorsa, bu yalnızca ihtiyattan ya da basit bir bağışlayıcılıktan kaynaklanan politik bir davranış olabilir; asla bir sorumluluk anlayışından kaynaklanmıyordur; çünkü devlet, iradesi doğrultusunda, fethettiği bir halkı başından atma hakkına mutlak bir şekilde sahiptir.

İnsanlığın böylesi aleni inkârı, ki devletin özünü teşkil eder, devletin bakış açısıyla bakarsak, devletin yüce görevi ve en büyük erdemidir. Devlet yurtseverlik adını kendisi için çok uygun bulur ve bu ad devletin tüm üstün ahlakını oluşturur. Üstün ahlak diyoruz, çünkü böyle bir ahlak, ister bir topluluğun olsun ister özel bir bireyin olsun, genellikle, insan ahlakının ve adaletinin ötesine geçer ve yine o aynı belirtilerden dolayı sık sık insan ahlakı ve adaletiyle çelişki içine düşer. Böylece, suç işlemek, baskı yapmak, soymak, yağmalamak ve birbirinin yakınını öldürmek veya köleleştirmek, çoğunlukla suç olarak ele alınır. Öte yandan, yurtseverlik açısından bakarsak kamusal yaşamda tüm bunlar devletin daha büyük bir zaferi, korunması ve gücünün arttırılması için yapıldığında, bir göreve ve erdeme dönüşmektedir. Ve bu erdem, bu görev, her yurtsever vatandaş için bir zorunluluktur; devletin bekası gerektirdiğinde, herkes bu erdem ve görevi yalnızca yabancılara karşı değil, kendisi gibi devletin üyesi veya kulu olanlara karşı da yerine getirmekle yükümlüdür.

(…)

Bugüne kadar devletlerin temsilcileri tarafından yapılmamış olan veya şimdi bile günübirlik yapılmayan hiçbir acımasızlık, hiçbir vahşet, hiçbir saygısızlık, hiçbir yalan yemin, hiçbir sahtekarlık, hiçbir alçakça muamele, hiçbir soygun, hiçbir küstahça yağma ve aşağılık bir ihanet yoktur ve tüm bunlar, uygun olduğu oranda da rezilce olan şu sözlerden başka bir gerekçeye dayanmamıştır: “Devlet çıkarının gerektirdiği nedenlerden dolayı…”

Bunlar gerçekten de rezilce sözlerdir; çünkü bu sözler, resmi saflarda ve toplumun yönetici sınıflarında, Hıristiyanlığın kendi başına lekelediğinden çok daha fazla insanı kirletip onursuzlaştırmıştır. Bu sözlerin söylendiği andan itibaren, herkes sessizliğe gömülür, her şey durur; dürüstlük, onur, adalet, hak, hukuk ve hatta merhametin kendisi bile, mantığı ve o güzel duygusuyla birlikte tamamen yok olur. Siyah beyaza dönüşür, beyaz siyaha. En aşağılık insan davranışı, en adi cürüm, en gaddarca suç, birer erdemli davranışa dönüşür.

Bakunin
İZDİHAM