27 Kasım 2016

Atakan Yavuz, Amasya: Bir Şehirden Daha Fazlası

ile izdiham

“Benim şehrim içinden Yeşilırmak nehrinin aktığı geniş bir vadide kurulmuştur.“ Böyle başlıyor sözlerine dünyanın ilk coğrafyacısı, meşhur Strabon. Amasya’dan bahsediyor elbet. İsmini kadın savaşçılardan, elmasın dokunulmaz asaletinden, kralların vakarından alan Amasya’yı, doğduğu şehri anlatıyor Fetihlerin çıkış yeri, Anadolu’un Bağdat’ı, akıl ve hikmet sahiplerinin şehri ve padişahların köşkünden bahsediyor.

Dar-ül Fütuh, Bağdad-ül Rum, Medinet-ül Hükema … Yeşilırmak bütün bu isimleri bir inci gerdanlık gibi gururla taşıyor şehrin boynunda. Tarih boyunca kimi zaman kalpleri baharın buğusuyla ferahlatmış kimi zaman ağıtlar bırakmış boş beşiklere. Mahcup bir çocuk gibi karşısındaki Evliya Çelebi bile olsa yüzünü tüllerle saklamış bu ırmak. Tüm bu ağıtları ve oynak türküleri usulca alıp götürmüş, Samsun’un ayakları dibinde Karadeniz’e teslim etmiş. Ejderhalar çatlatmış bazen, bazen sessizce ortadan kaybolmuş. Kışın deli, yazın veli akmış Yeşilırmak…

Şehre girdiğinizde Amasya Kalesinin görkemine kendi görkeminizi eklemek, Kral Mezarlarının sır kâtibi gibi esrarlı duruşuna yakından tanık olmak, Battal Gazi’nin atıyla şehre baktığı tepelere çıkıp siz de onun gibi şehre doğru uçmak istersiniz elbet. Ama bana sorarsanız acele etmeyin derim. Uzak yoldan geldiniz. Irmak boyundan yürüyüp Kuşlu Köprüden geçerek ağırlığınızın birazını kuşlara, birazını da serin taşlara paylaştırıp Sultan Bayezid Camii’nin avlusuna gelin. Burada biraz soluklanın önce. Kol saatinizi çıkarıp sırt çantanıza koyun. Külliyenin içinde yer alan muvakkithanede saatinizi yeniden güneşe göre ayarlayın. Kalbinizin ritmini tabiata, ırmağa, akıl ve hikmet sahiplerinin şehrine bırakın. Yeni bir dile teslim olmaya hazır olun.

amasya

“Ömrümde gördüğüm apayrı ve en güzel manzara”

Feldmareşal Von Moltke’nin “Küçük bir tepeyi aşar aşmaz ömrümde gördüğüm apayrı ve en güzel manzara önümüzde açılıverdi: Kadim Amasya şehri..” şeklinde tarif ettiği Amasya şehrindesiniz. Hoş geldiniz.

Bu vakit ve dil değişimi karşısında ufak bir yalpalama hissederseniz Sultan Mesud zamanından kalma ulu çınarlara tutunabilirsiniz. Camiin girişinde size dengenizi bulduracak “denge taşlarından” da faydalanabilirsiniz tabii. Çınarların gölgesinde soluklanırken şehre bir “Merhaba” deyin. Bu şehrin selamınızı almaktaki zarafeti sizi hayrete düşürecektir. Bu selamın bedeninizi geçerek ruhunuza da sirayet eden serinliği daha şehirle ilk tanışmanızda size “İyi ki geldim,” dedirtecektir. Ve emin olun bu duygu, yolculuğunuz boyunca hep artarak eşlik edecektir size. Kuş saraylarındaki incelik bir medeniyetin asıl kaynağının mühimmat depoları değil gönül zenginliği olduğunu gösterecek, her köşe başında ayrı bir sürpriz, derin bir tarih, acı-tatlı hatıralar karşılayacaktır sizi. Sadece coğrafyada değil tarihte de yürümeye başlayacaksınız az sonra.

Sahip olduğundan fazlasını istemeyen kişi zengindir.

Az sonra Frigler, Lidyalılar, Persler, Cenevizliler ve Pontusluların geçtiği yerlerden geçerek gezinize başlayacaksınız. “Sahip olduğundan fazlasını istemeyen kişi zengindir,” diyen ünlü hatip Çiçeron, Roma Senatosunda Amasya adını andıkça Senato nasıl çınladıysa adımlarınız da şehirde öyle çınlamaya başlayacak. O savunmada Amasya nasıl aklanmışsa siz de aklanacaksınız Amasya’yı gezerken.

Yıkılmaz, denilen Roma’ya kafa tutan Mitridat’a yurt olmuş şehri dolaşacaksınız. Bu trajik ölümün perdesini aralarken ordusuyla olmasa da ruh asaleti ile Roma’yı dize getiren Mitridat’la bir duygudaşlık gelişecek sizde. İhanetin asalete olsa olsa gümüş bir tüy diktiğini anlayacaksınız. İçtiği “maşrapalar dolusu” zehir damarlarında yavaşça, dışarıda onu öldürmeye gelen kalabalığın homurdanmaları kayalara çarparak hızla ilerlerken kölesi Biduit’e kafasını kestiren Mitridat’la…

Tarihin bu hazin yükünü ırmağa doğru savurup, beş köşeli, kırk bir kuleli kalenin girişindeki kitabenin Türklere ait olduğunu anlamak için eski yazı bilmeye gerek yok. Önündeki küçük kurna Türkçe gülümsüyor mesela. Kuşlar gelip Türkçe sular içiyor bu kurnadan. Sanki bu serinliği dengelesin diye karşınıza zindanlar çıkacak birazdan. Az ilerde Kızlar Sarayı,  Ceylan Yolu; kime açılacağı belli olmayan, derinliği ruhumuz gibi muamma olan gizli dehlizler… Bakmayın siz Evliya Çelebi’nin bu dehlizler için “eteklerinden akan ırmağa inecek suyolları” dediğine. Bundan daha
fazlasıdır.


Aşkın gücü neler yaptırmaz insana?

Kaledesiniz. Tam, Emeviler’in şehri fethi esnasında Battal Gazi’nin şehre doğru uçtuğu noktada. Gözünüze Güney’deki Ferhat dağı takılıyor. Kayalarda yontulmuş kanalları hangi güç delmiş, diye soruyorsunuz, duyuyorum. Size Müftizade Mustafa Vazıh Efendi gibi cevap vermek farz oldu öyleyse: “El-cevâb: Şirin’e âşık olan Ferhad delmiştir.” Yani, aşkın gücü. Kale’deki saç örgüsüne benzeyen izler de, el hâk, İshak Peygamber’in kemendinden kalmadır. Orada Mitridat’tan şanslı bir isim daha vardır. Kalenin tepesinden Yeşilırmak’ın serin sularına atlayan Ebu Firas. Firas, Rumlara esir düşmemek için tepeden atladığı için bu yüce gönüllülük karşısında hayatı kendisine bağışlanmıştır. Çünkü o tepeden, meşhur şair Ebu’t Tayyib el Mütenebbi’nin tasvir ettiği “Seyriyle şad ve mes’ûd edecek her güzellik ve letafeti kendisinde toplamış” bir beldeye atlamıştır. “Burada istediğine kavuşmak için tereddüd ve telaş eden her talip, her türlü maksadına kavuşur.”

Sonra Sultan Alparslan’a yenilen Diyojen de imparatorluk unvanını bu şehre kadar taşıyabilmiş, tahttan indiğini burada öğrenmiştir. Türkler ise koyunların boynuzlarındaki mumlarla sabaha karşı girmişlerdir bu şehre. Kırk yiğit, bu ışık denizi arasında kırk bin yiğide dönüşmüştür elbet. Siz de aydınlanırken çoğaldığınızı da hissedersiniz şehri gezerken. Çünkü artık bir turist değil hemşehri olmaya başlamışsınızdır.

Taşı “bir halı gibi dokunmuş” Burmalı Minare

Şimdi artık Selçuklu sultanlarının, Mitridat’ın, kaçak Celâlilerin, ağıt yakan gelinlerin, Şair Mihrî Hatun’un, Evliya Çelebi’nin ve Ziya Paşa’nın sırtını dayadığı bu beş köşeli kal’anın –ki Çelebi, “göklere yükselmiştir” diye bahseder bu kaleden- duvarlarına sırtınızı yaslayıp şehirle, tarihle, coğrafyayla bütünleşebilirsiniz.  Bu ilk moladan sonra Gökmedrese’nin ahşap kapısındaki ağaç işçiliği, Rasathane, taşı “bir halı gibi dokunmuş” Burmalı Minare uzun süre depo olarak kullanıldığı için biraz hüzünlü de olsa sizi beklemektedir.

Evliya Çelebi’nin miskinler tekkesi diye bahsettiği Bimarhane de Anadolu’nun ilk akıl hastanesi olmanın özgüveni ve ruha genişlik veren mimarisiyle sizi selamlamaya hazır. Kapı kemerinin kilit taşında bağdaş kuran insan figürleri gibi bir süre sükût içinde oturmak kaydıyla tabii. Kadılar Kümbeti ise “gönlünü dar tutma” diye fısıldamak için kulağınızı yaklaştırmanızı bekliyor. Gönlünüzü dar tutmayın ki Burak Baba’nın ruhlardaki tozu silkeleyen raksı sizi de alıp götürsün. Kalenderîlerle akraba olup geri dönsün göğsünüzdeki yurtluğa. O zaman dünyadan neyin kale alınıp alınmayacağını daha iyi kavrarsınız bu gönül adamlarıyla birlik olup. O ruh ki Timur’un âlimlerinin sınavından geçebildiği için şehri tahrip etmekten kurtaran bir irfanla donanmıştır.

Yoruldunuz elbet. Şehir size merhaba, dedi. Hoş geldiniz, dedi. Ama daha bütün sırlarını vermedi. Bunun için geceyi beklemelisiniz. Alîmlerin merkezi ve evliyaların türbesini bir de gece görmelisiniz ki sizinle bütün sırlarını paylaşsın.

Atakan Yavuz

İZDİHAM