11 Mart 2016

Aslı Erdoğan, Bir Delinin Güncesi

ile izdiham

Aslı Erdoğan, aylık kazancını açıklıyor.

İnsan özgür olduğu yanılsamasına kapılmamalı. Görünür/görünmez polisler, her an her yerdeler. En küçük bir varoluş belirtisi gösterenin üzerine çullanır, doğduğuna pişman ederler.

Tecavüze uğrayan her kadın yapayalnızdır; hele bu tecavüz sırtını devlete dayamışsa.

İnsan türü sahip olduğu her şeyi sever.

“Aşk, sahip olmadığın bir şeyi, var olmayan birine vermektir.”

İnsan bedeniyle yazmalı; oysa sözcükler yalnızca başka sözcüklere karşılık verir.

Tek tutkunun sahip olma tutkusu, tek özgürlüğün tüketme özgürlüğü sanıldığı bir dünyada, “erdem” uslu bir boyun eğiş, süregiden her şeyin onayı olarak sunulmaz mı?

Nesnelerin fiyatları arttıkça insanlarınki düşüyor.

Zaman merhametlidir, inanın. İnsanlardan daha merhametli.

İnsanın içindeki her şey hayvandır ama hayvanın içindeki her şey insan değildir.

İnsan, üstesinden gelemediği şeye indirgenir sonunda.

Arthur Koestler: İdam sehpası yalnızca bir ölüm makinesi değil, aynı zamanda sadece insana özgü olan kendi ahlaki yıkımını isteme eğiliminin de en eski ve en müstehcen simgesidir.

“İyi şeylerin hiçbiri tek adamla yapılamaz.” (Kızılderili deyişi)

Suç, cezanın niteliğinden çok, içinde oluştuğu toplumun koşullarına göre şekillenir; idam cezası da, suçluyu mutlak suçlu, toplumu mutlak masum ilan ederek, her şeyden önce bu toplumsal sorumluluğu gözardı etmektedir. Kanlı yasalar, kanlı töreler doğurur, şiddet hep daha fazla şiddetle kendini meşrulaştırır. Devleti insan hayatının önüne koyan idam, acımasızca cezalandırdığı cinayeti, devlete doğal bir hak olarak tanımaktadır.

Bir insanı tanımak için onunla yolculuk yapın, derler.

Stefan Zweig: Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.

“Yasalar, başkalarına karşı korunacak şeyleri olanları korurlar.”

Narcissos öldüğünde en çok nehir ağlamış. “Ona öyle aşıktım ki” demiş nehir; “çünkü gözlerinde kendi sularımın yansımasını görürdüm.”

Oscar Wilde: Bahar insana hep, sanki çiçekler önceden saklanıyormuş da, yetişkin insanlar onları aramaktan sıkılıp vazgeçmesinler diye güneşe çıkmışlar gibi gelir; bir çocuğun hayatıysa nergis için hem yağmur hem de güneş olan bir nisan gününden farksızdır.

İnsanın gülme yetisine sahip tek canlı türü olduğunu sanırdım. Canetti’den öğrendim ki sırtlanlar da gülermiş.

Belki de yazılmaya değer tek şey, gerçekten yazılamayandır.

Gözlerimi yerden kaldırmadan, aceleyle birkaç kez baktım -insan böyle bakışların faturasını er geç öder.

“Hiçbir şey tam, hiçbir şey kusurlu değildir.”

Belki de kimileri için yüreğinin şiirini duymanın tek yolu, cehenneme alevlerle yaklaşmaktır. Yaralar çoğu kez dilsizdir; ama bir konuştular mı, sesleri korkutucudur ve yalan söylemeyi beceremezler.

*
“Sonunda şövalye ruhlu biri çıkıp “Akla Karşı Manifesto”yu kaleme aldı. Türkiye’de tek bir gerçek deli bulunmadığını, Türk delilerinin sorununun delilik yoksunluğu olduğunu kanıtladı.” (s.9)

“Bugün, dev taşlar gibi yığılmış olguları, önemli şeylerle ilgilenenlere bırakıyorum. Beni çeken yalnızca aralarındaki fısıltı. Belli belirsiz, saplantılı…Kayalar dolusu olguyu eşeleyerek elde edilen bir avuç gerçeklik tozunun peşindeyim. Gerçeği söylemiş olur, gölgeden söz eden…” (s.15)

“Dünya dediğin camda bulanık bir imgeden başka nedir ki! Lekeli, çok lekeli, hiçlik üzerine uzun bir şiir…” (s.16)

“Bu ülkede yaptığınız yapacağınız hiçbir şeyle gurur duymanıza izin vermeseler de, bir çift uzun bacakla fütursuzca böbürlenebilirsiniz.” (s.18)

“Dünyadan tiksinmekle onu çözümlemek arasında kararsızım.” (s.28)

“Senin yaptığın bir tür dilencilik aslında, yaralarına herkesten fazla sadaka istiyorsun.”(s.28)

“Ateşin pervaneyi çekişi gibi beni çeken sözcükler doğmuştu: Aşk, özgürlük. Yaşam, göz boyayıcı vaatleriyle, dolu dolu uzanıyordu önümde. Onu avuçlamalı, var gücümle suyunu sıkmalıydım. Kafa tutmalıydım. Hayatta olmak bile beni ağlayacak denli coşturuyordu.” (s.34)

“Neye elimi atsam saf yalnızlığa dönüşüyordu. Yarı-karanlık, hüzünlü bir arayış: Yaşam nerede?” (s.35)

“Unutun beni. Zaman merhametlidir inanın. İnsanlardan daha merhametli.” (s.39)

“En korktuğu şey görülmemektir. Başkalarının bakışı olmadan nasıl kendinin farkında olabilir ki?” (s.58)

“Denize saygı duyar çünkü onu şiirlerde okumuştur. Hayatı, beceriksiz bir yönetmenin elinden çıkma kötü bir film gibi.” (s.58)

“O kadar çok şey bilir ki, artık yalnızca kendi görüşlerini doğrulamak için okur. Kentler, kadınlar, doğan her şey onun görüşlerine uyarlanır. Uyarlanamayan bir şey varsa, o zaten yoktur.” (s.59)

“Hayatınızdaki her şeyin biraz boş bulunsanız kayıp gideceğini sezdiğiniz anları bilirsiniz. Ya da aslında dünya bir anlığına boş bulunsa, arka kapıdan sıvışacak olan sizsinizdir. Kim olduğunu düşünmek zorunda kalmayanlar ya hep kazananlardır ya da gerçek vurdumduymazlar…” (s.60)

“Açlıktan ölenler için ekmek bırakmak, gerçekle yüzleşmekten kaçınmanın hesaplı bir yoluydu.” (s.67)

“Güçsüze karşı şiddeti alkışlayan, iktidarın karşısında secde eden bir toplum, içselleştirdiği devletin gücüyle esrik, baskıcı ve otoriter bireylerden, gündelik hayatlarında aynı ilişki biçimini yeniden üreten uyurgezer bireylerden oluşan bir toplum… Şu günlerde anlamlı ve onurlu tek çaba, daha az şiddet dolu bir yarın çabası gibi geliyor. Yaralanmış adalet duygumuz ve vicdanımızla yol arkadaşımız yok. Sonuçta değil, yoldadır erdem der çinli bilgeler.” (s.68)

“Aşk, sahip olmadığın bir şeyi, var olmayan birine vermektir.” (s.74)

“Bence size çılgınlar gibi tutkun sevgilileriniz ya da istediğiniz an böylelerini bulma garantileriniz olmasaydı, aşk üzerine bu kadar atıp tutamazdınız.” (s.75)

“Yazan herkese sorulur: Neden yazıyorsun? Kolayca kabul gören yanıtlar şunlardır: Bu bir yaşama biçimi, varoluş biçimi, varoluş mücadelesi. Benim ezberim ise şöyle: Kendi sesimi duymak için…” (s.77)

“Kadınlık kavramıyla, kadın olmanın gerçeği arasındaki boşlukta biçimlenir gerçek öykümüz. Tahakkümün şaşmaz kuralı dilsizleştirmek, tarihin, sözün, aklın taşıyıcısı karşısında, kımıltısız, suskun bir nesneye çevirmektir. Geriye kalan tek şey ayağa kalkmak: “Ben bir özneyim, sizin kavramlarınıza sığdığım ölçüde varolmayı reddediyorum, üstelik kendi varlığımı dünyaya yansıtmak ve dünyayı kendi varlığımın bir ifadesine dönüştürmek istiyorum.” diyebilmektir.” (s.79)

“Oy vermenin anlamı, izin verilen seçenekler arasında en hoş görülebiliri seçmek değil, bir reddin, direnişin örgütlenmesi olmalı. Son söz: Özgürlük hiçbir şeydir, özgürleşmek her şey.” (s.79)

“Yeniden dirilmeyi umuyorsan, toprağa gömülmen gerek, yalana değil. Bir ağaç gibi köklerini derinlere sal ki karanlıkta büyüyebilesin. Gerçek olmak, yaşamı üstlenmektir.”(s.81)

“Özgürlük zor iştir. İnsanlar kendilerine ait olması gerektiğine inandıkları bir şeyin eksikliği olarak yaşarlar onu.” (s.81)

“Dünya sana öfkelenecek, sen ona benzeyene değin. Dünya seni yaralayacak, sen dünya olana değin.” (s.82)

“Aşkı küllenmiş bir sözcük sanmıştım. Aşk bir cehennemmiş. Ve cehennemden sakınanlar onu yitirirler.” (s.82)

“Kimdir öteki? Bizden olmayan ama bizi tanımlayabilmek için gereksindiğimizdir. Kendisinden başka her şeyi göstermesini beklediğimiz aynadır bazen de.” (s.87)

“Bir insanı tanımak için onunla yolculuk yapın derler. Bir kentinse iliğine dek sahici kesildiği an, yıllar sonra ona döndüğünüz zamandır.” (s.87)

“Ayaklar altında çiğnenmiş, askıya alınmış, delik deşik edilmiş yaşama hakkına sahip çıkmak zorundayız. Zulmün, şiddetin, nefretin iktidarını önlemek, celladın dilinin hepimize sirayet etmesinden korunmak için. Ötekini tanımadan kendini tanımanın, kendini üstlenmenin mümkün olmadığını görmeli, insanın kendinden bir parçayı öldürmeden, başkasını öldüremeyeceğini kabul etmeliyiz. Belki de insanca olan her şeyin son sığınağı, gene de insanlık kavramı.” (s.130)

“Ben idama karşıyım. Zaten öldürmenin yararları üzerine bir tartışma başladığı an da, insan hayatının kutsallığı bitmiş demektir. Dev bir darağacının gölgesinde insana ait hangi değerler savunulabilir ki?” (s.131)

“Bahar insana hep, sanki çiçekler önceden saklanıyormuş da, yetişkin insanlar onları aramaktan sıkılıp vazgeçmesinler diye güneşe çıkmışlar gibi gelir. Bir çocuğun hayatıysa nergis için hem yağmur hem de güneş olan bir nisan gününden farksızdır. (Oscar Wilde)”

“Bırakın ağlayayım. Bu bir yaşama arzusu.” (s.144)

“Bir türlü doldurulamayan kağıt yığınlarına bakıyorum. El sürülmemiş beyazlığın ayartıcılığına güvenerek… İnsan soyunun en belirgin özelliği iz bırakma isteği değil mi? Yazmak, yarı çılgın bir kendi kendine konuşma alışkanlığına dönüştüğünde güçleşiyor. Çünkü aslında kendimize bile fısıldayabileceğimiz pek az söz kaldı. Oysa herkes kendi sahiciliğinden, başkalarının yapaylığından öylesine emin. Ben değilim.” (s.161)

“Neden bataklığın içine atlamalı? Bir sünger gibi emdiğinin çamur olduğunu bile bile? Belki de kimileri için yüreğinin şiirini duymanın tek yolu, cehenneme alevlerle yaklaşmaktır. Yaralar çoğu kez dilsizdir, ama bir konuştular mı, sesleri korkutucudur ve yalan söylemeyi beceremezler. Ellinci yazıyı da buruk bir gülümsemeyle bırakıyorum. Gitsin… Sözde uçar yazı da… Geriye kalan ne? İnanın bilmiyorum.” (s.166)

 

Aslı Erdoğan

İZDİHAM