5 Ekim 2016

Ahmet Murat, Muhayyer Münacaat

ile izdiham

Allahım biraz konuşabilir miyim bağışla
Konuşuyorsun sen, duymuyorum ben ah bağışla
Ben de konuştum çok, çoğu boş, boşlukları doldurdum
Yarım kalmış bir çay gibi soğuttum kendimi,
İçime şeker attın, tatlanmadım yine
Seni anlayamadım, tişört yazıları, sokak isimleri,
Plaka harfleri, medet umdum tümünden, bir tıkız idrakle tıkandım,
Yağmurları anlamadım, karlarda üşüdüm, bilirsin
Şemsiyeseverim, o uçarı, o gizemli şiirseverler aksine
Lodosta başım ağrır, malum sinüzit, alerjim de var yağmura iyi mi
Benden şair yaptın ya, bu senin kudretin, memnun musun desem
Sana seslenmeye yarıyor, memnunum bense.

Kelimeleri sevdim, yabancı kelimeleri de, düşman olanlarını bile
Bazılarında bir tarçın kokusu, bazıları hurma gibi ezildi dilimde, kimi bir kasımpatı patladı
Onları tuttum içimde, bazılarını salsam da hindiba gibi göğe

Göğe o bedevi gibi baktım, Allah gökte diyen, ümmi, müsterih
Göğü sen yazdın, okuyamadım ben, dillerimde bir reçine
Aklımda kalp fikirler, kalbimde bir yer keşke cemalinin çiçeğine

Allahım, beni biliyorsun, bir mutlu son yazdın mı bana, deyiver şu kölene
Bazı repliklerimi unuttum, bazı rolleri çaldım, sahnede uyukladım
Ama şimdi geldi de sırası bir müjdenin, bir armağanın
Kullanmadığım kelimelerim var, saklamışım andıkça kamaşmışım
Kayıp dillerin arasından çekip çıkarmışım, kör hafızların lehçelerinden,
Sabahki taarruz için biriktirilmiş sözlerden, istiklal marşlarından,
Unutulmuş dervişlerin dağarından, vasat alimlerin notlarından,
Aşka yeteneksizlerin ezberinden, okunmayan yazarların defterinden,
Bütün o sözcükleri topladım, oturdum kumar masasına
Dünyanın en tuhaf eli bende, talihim bir ucundan tutuşuyor, görüyorum
Batmak üzere geldim, imha edesin şu beni, kullanıp atasın
Irmaklar geçirmeyesin, sallardan itesin, tenha koyasın
Senden gayrısına kaymasın gözlerimin ne akı ne karası diye

Musa nebi geliyor aklıma, konuştun kırk gün onunla
Yüce sözcükler, yalçın buyruklar, tok ünlemler,
Dağın yatağında bir sıtma tam kırk gün soludu
İncirleri balladı bir balad, kekikleri tütsüledi
Senin kelam mızrağınla kıvrandı yeryüzü biteviye
Musa nebiyi dinlemek isterdim indiğinde o dağdan
İlk sözcükleri koparmak o kekeme, o göksel dilinden
O kekeme, o dili reddeden dilinden
Gözlerini görmek isterdim kırk gün şarap küründen geçmiş
Soylu dertlerle demlenmiş sesini, sevgiliden koparılmış alınmış gözlerini
Ellerinden öpmek isterdim, iki söğüt dalı gibi sarkmış sanki gökten
Konuştun sen onunla, pişirdin onu kelamın tuzuyla
Dilinden geçirdin elektrikli balıklar aktı tarih aktı
Fikrini doldurdun bütün senden kaçış olmadığıyla
Senden kaçış olmaması iyi haber, yüce haber, son haber
Uykudan sonraki uykuda gibi düşüyorum kollarına

Türlü dillerde senin isimlerin yüzüyor, bazıları aşina, görkemle çınlıyor bazıları
Harfleri yıldırımlar gibi biçiyor isimlerin
Satırlar karışıyor, ağızlar kamaşıyor, sanki gelmişsin
Türkçe Türkçe değil artık, Âramca o değil
Suhuf dillerinden kalıntılar, bazı nebi sesleri Akdeniz kıyılarından
Kalyonları dolduran rüzgârlara bakarak fısıldanmış gipgizli isimler
Yılanların uykularını bölmüş bir haşmetten tortular
Büyük orgun tuşlarına mecalsiz düşen bir keşişin son nefesi
Sararırken çıkardığı sesler üzümlerin
Hepsini derliyor göğsümde bir mağara
Bütün büyük mağaralara, bütün suskun münzevilere, bütün
Dağ başlarını tutmuş veli ruhlarına, çile çekmiş ve mutlu tümü de
Hepsinin yuvalandığı mağaralara açılıyor mağaram
Yaktıkları sandal ağaçlarının kokusu burnumda, sarındıkları geyik postunun
Yiyemedikleri ekmeğin kokusu, oruçlu ağız kokusu
Hepsini içime çekiyorum, sana dillerden dil beğenmek için
Bütün isimlerine yetsin soluğum için, için, için

Bu dizeleri gidip okuyacağım dağ kovuklarında
Bir dere kenarında, toplayacak balıkları başına
Sümbüller eğilecek duymak için senin ismini
Dere kıvranacak belki düştüğü cezbede
Şairmişim, bakacağız şair miyim
Büyük bir harman yapabilirsem kederden ve ümitten
O zaman şairimdir zannımca, akıl ve cezbe iç içe geçince
Kalbin oyuklarında kımıldayınca senin aşkının tırtılları

Şarkılarda hülya diye bir şey geçiyor, radyodan bir iki damla kan geliyor
Şarkıcı kadının sesi çubuk kraker gibi kırılıyor, duyuyorum
Hayatla aynı otobanda kapışmak istiyorum acilen
Emniyet kemerini söküp atmak, hız sınırını taşmak, kafa kıyak, yalnayak
Ama mani oluyor şarkılarda geçen hülya
Duraklatıyor, her endişeyi tıkıyor mafsallarıma
Mafsallarımda sonbaharın son günleri ağdalaşıyor birden
Sarı yapraklar acılaşmış, onu süpüren asgari ücretli daha acıymış
Bütün bu mevsimler yaşanmasın gibi bir uzay istiyorum bense
Donuk, hissiz, zamansız bir boşluk
Sade senin isminin uzak bir yıldız gibi gömüldüğü
İsminin zonkladığı bir karanlık sade şu kırklı yaşlarımda
Ya peygamberlik yaşımı latteli pastayla kutlayan öğrencilerim,
Nasılsınız?

Ayetleri duyuyordum Fez’de açık pencerelerden
Şehri her sabah yıkıp yeniden kurma ayetleri
Peygamber adları dağılıyordu sokaklara alacakaranlıkta
Melekler inmiş, firavunu boğmuşuz, elimizde kutsal tabletler kutsal patikalardayız
Zeytin yapraklarından sakızlar ağzımızda, deveye hayranlıkla doluyuz
Senin ayetlerin havai fişekler gibi yakıyordu sokakları Allahu ekber
Asli insana dönmüşüz, nefsimizle kapışmaya hazırız gibiydi her şey

Meczupları gömdük sanırım, birer bomba gibi gezerlerdi pazarları oysa
Hayatta bir sekte olup iterlerdi hayatı hayata.

Kendimi nelerle avutuyorum bir bilseniz (sen biliyorsun)
Aşıklarının öykülerini okuyorum, inanıyorum bütün o delilerine
Suskun, başı önde ve düşünceyle dolu her biri
Çalmışsın ya onları sen obalarından, çadırlarından
Dilleri kımıldayınca belli belirsiz, isminin incileri sekiyor yerlerde
Seninle anıları var gibi, ama saklıyorlar nede
Aranıza giremem zannımca, dönemem de geri
Ya ben nereye aidim, ey benlerin ey nerelerin sahibi!

Ahmet Murat

İZDİHAM