22 Eylül 2020

Adem. Maksatsız, Unuttuğumuz Bir Duygu: Istırap ve Marcel Proust

ile izdiham

Dünyayı deneyimleyebilmemiz için beş adet duyu organımız olduğu bizlere çocukluğumuzdan beri söylenen bilimsel bir doğru. Söylediklerine göre duymak için kulaklarımız, görmek için gözlerimiz, tatmak için dilimiz, koklamak için burnumuz ve hissetmek için de tenimiz var. İnsanları hissedebilmek içinse duygularımız var. Duyu organlarımızın bilimselliği hislerimizin gerçeklerine tercüman olamıyor çoğu zaman. Bu yüzden gerçekler doğrulara rağmen var olabildikleri için kimi zaman acımasız olarak nitelendirilirler. Tıpkı bir gülün güzel olması doğrusuna rağmen teninizi delip geçen dikenler gibi. İnsan gerçekleri deneyimleyemez, gerçekler insanlara nüfuz eder. Fakat her şeyin vitrinlerde yaşanmaya başlandığı gerçeğin sanaldan ibaret hale geldiği dünyamızda duygularımız da duyu organlarımızın deneyebildiği kadar var olmaya başladılar. Modası geldiğinde gördüğümüze, duyduğumuza ya da sarılabildiğimize mutlu oluyor, seviyor ya da sinirleniyoruz. Duygularımız kategorize edildi. L beden kazaklar ve S beden pantolonlar gibi. Az sayıda kalmış bu standart duyguları, insanları ve durumları üzerimize yakışacak şekilde pürüzsüz ve tozpembe bir biçimde deniyor, sonra da çıkarıp atıyoruz. Sinirlenince öyle bir sinirleniyoruz ki herkesle birlikte ve tek bir biçimde, kimse korkmuyor küçük, kaşları çatık, yuvarlak sarı suratlı sinirimizden.

Evet, dünya koca bir deneme kabinine döndü. 

MarcelProust tam da demokrasinin ve kapitalizmin çarkları ruhumuzu çatırdatmaya başlarken, yani içinde yaşadığımız dünyanın temelleri atılırken ve kendi hayatının son 17 yılında kaleme aldığı eseri Kayıp Zamanın İzinde (A La RechercheDuTempsPerdu) içinde insanların istedikleri duyguları denediği değil duyguların insanları meydana getirdiği bir hayatı anlatıyor bize. Ülkemizde yedi cilt olarak basılan romanda, duymayı unuttuğumuz, belki de bize unutturulan ya da daha fenası kendi kendimize unutturduğumuz bir duygu ağırlıkla işlenmektedir. Aslında günlük dilimizde kimi zaman romantikçe, kimi zaman muzipçe kullandığımız fakat bir duygu olarak hissetmekten kaçındığımız duygu: Istırap.

Aslında bize çok da yabancı gelmeyen bu “duygusal” sözcük, Proust için hayatın anlamını oluşturmakta. Istırap, Proust için var olan tüm duyguların bir arada bulunabildiği gerçek bir dünya. Bu dünyada ıstırap çekmek; âşık olmak, şüphe duymak, namuslu olmak, kederlenmek, şefkatli olmak, hasret çekmek demektir. Bu yüzden insan ıstırap çekerken kendinin en yalın haliyle yüzleşebilme cesaretine sahip olmalıdır. Kişi kendine rağmen kendisi olabilmelidir. Bizim dilimizde nefsinin bilincinde olmalıdır. Romanın;Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde (3. Cilt, Çev. Roza Hekmen, YKY, 1996) cildinde şöyle diyor: “Varoluş sorununu çözmenin birçok yolundan biri de, bize uzaktan güzel ve esrarengiz görünmüş olan kişilere yaklaşıp hiçbir sırları, hiçbir güzellikleri olmadığını anlamaktır.” Vitrinlerde yansıyan gölgelerimizin ötesine geçip aslında olduğumuz kişiyi kucaklayabildiğimizde var olacağız. Ve var olanı, bizim olduğunu sandığımızı kaybedip acısıyla bütünleşebildiğimizde insan olacağız. Bizi ele geçiren sahtelik hastalığından kurtulacağız. Bu anlamda Kayıp Zamanın İzinde elimizden kayıp giden ömrün hastalıklı yanlarını ve tedavi süreçlerini anlatıyor da diyebiliriz.

Evet, günümüzde insan acilen tedavi edilmesi gereken bir varlıktır.

MarcelProust eseri boyunca aslında bizlere okurken çok önemsiz gelen durumları sayfalarca ayrıntılı bir biçimde anlatır. Çünkü her anı ıstırap ile geçen belki de geçmesi gereken bir ömrün her detayının bir anlam ifade ettiğini bilir. Bu yüzdendir belki de günümüzde ıstırap çekmek insanlara zor gelir. Düşünmeden yaşamaya ve umarsız hareket etmeye alıştığımız için. Durup dururken ağlayamadığımız için. Proust’un eserinin altıncı cildinde, Albertine’i kaybettiği ve bu kayboluşun kendine giden yolu aydınlattığı satırlarda;“çünkü bir saniyede, dünyanın çevresinde en fazla sayıda dönüşü tamamlayan şey, elektrik değil acıdır” ve “dünya her birimiz için bir hamlede yaratılmamıştır.” (6. Cilt, Çev. Roza Hekmen, YKY, 2001) ifade ettiği şekilde, insan aslında dünyayı duyularıyla değil acısıyla deneyimler.

Proust eserinin son cildinde yani geçen ömrünü, kaybolan zamanı yakaladığı yerde der ki “Mutlu yıllar kayıp yıllardır; çalışmak için bir ıstırap bekleriz.” (7. Cilt, Çev. Roza Hekmen, YKY, 2001) Ona göre her üretimin ve yaratımın başlangıcı yokluğun acısını hayal etmekten gelir. Hayata bir iz bırakabilmek için ölümün, acının ve ıstırabın gerçekliğini kabullenmemiz gerekiyor.

Istırabınızı kucaklayın. Susuzluktan ölen Afrikalı, açlıktan ölen Yemenli bebekleri, sevdiğinizin yokluğunu, annenizin kokusunu ve bir sokak köpeğinin yalnızlığını kucaklayın.

Hayır, ömür acısız geçecek kadar tatlı bir zaman değildir.


Adem. Maksatsız, İzdiham, 39. Sayı

İZDİHAM