18 Temmuz 2020

Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak Kitabından Alıntılar

ile izdiham

Kız ve erkek öğrenciler ilk kez birbirlerine değeceklerdi. Ama, onca provaya karşın değemiyorlardı. Adımları birbirine karışıyordu. Sarılmak gerektiğinde, birbirlerinden birer metre uzakta duruyorlardı. Bu bile, erkek ve kız çocuklar arasında, birinin de kendini dereye atıp boğulmasıyla sonuçlanan büyük aşklara yol açacaktı.

*

Seyirciler arasındaki eşraf ve esnaf babalar, polka ve rondo ile kirlenen namuslarını örtbas etmek için durmadan öksürüyor, kafalardaki bütün sıkıcı düşünceleri kovalamak için gerekli gereksiz gülüyorlardı. Medeni olmak buyrulmuştu. Eh, ne yapsın onlar da medeni olmuşlardı işte. Suç kendilerinde değildi.

*

Ne ki, bazı çirkinlikler fırsatsızlıktan önlenir. Benim de fırsatım yok şimdi. Ama bazı güzellikler de fırsatsızlıktan çirkinleşir. Onunla şimdi konuşmak istiyorsam, bu belki de son anda tamamlanabilecek bir şeyi tamamlayabilmek içindir. Hiçbir şeyi tamamlayamadan ölmüş olmamak için.

*

Her şeyi kitaptan ezberlenmiş gibi düzgün bu oğlanın. Sahiciye benzemez.

*

Ali, henüz kaldığı otele de başkente de alışamamış olmanın şaşkınlığı içinde ağlamayı becerememiştir.

*

Ayrıntıları düşünmekten ölemiyorum.

*

(Sahi, kabul günü ne zaman ithal edildi acaba yurdumuza?)

*

Ben oraya gelince, en ağırıma giden de annemin, babamın bana başımı örttürmeleri oldu. Sana anlattığım gibi, burda benim yaşımdaki kızlar, hiç başlarımızı örtmüyoruz. Sadece, okula giderken kasketlerimizi giyiyoruz. Zaten Ölmez Atamız, bizlerin uyanık ve medeni olmamızı istemiştir. Şayet beni burdan bir öğretmenim yazın, başım örtülü olarak dolaştığımı görseydi kim bilir neler derdi?

*

Her şey yolunda görünüyordu. Artık öyle görünmemeli. Otuz yılda hiçbir yere gelinmemişse, bir başkaldırı mutlak olmalı. Bu hiçlik de yaşanmalı. Bir boşluğa olanca hızla düşülmeli. Bu düşüş gerçek yüzünü göstermeli. Bir düşüş yokmuş gibi yaşanılamaz. Düşülen yerden yıldızlar seyredilemez. Ülkücülük şırıngası ile Oscar Wilde bilgiçliği arasında asılı durulamaz. Bir yere dikilmeli. Orada sağa sola bakılmalı.

*

Kim istemez kendini beğenerek ölmeyi? Kendimi doğrulamış olarak ölmeyi ben de isterim. Her şeyde haklı bularak kendimi. Bütün haksızlıkları da başkalarına yıkarak. Devrederek. “Kısmet değilmiş!..”

*

Demek tedbir zehiri fazla karışmış kanıma. Belki de bu zehirle savaşmaktan ölemiyorum.

*

Açıklamaya girişmeler bazen çok uzun sürüyor. Yine de hiçbir şey çözümlenmiş, hiçbir şey anlatılmış olmuyor. Bu da insanı bir an önce kesin, somut bir iş yapmaktan, diyelim ölmekten alıkoyuyor hep. “Ölmek de bir iştir işler içinde” der, Ömer’in şair arkadaşı.

*

Demek, ölmeye karar verişim onun bu davranışından ötürü değil! Demek, öyle gurur kırılması falan gibi cıvık bir duygu yüzünden yürümedim ölüme. Birden, sigaram dudaklarımda, çırılçıplak oturduğum koltukta, az önce hesabını gördüğüm omuzlarımı dikiyorum. Kendi gözümde yeniden güzelleşip büyüyorum. (…) Türkiye’nin ayrıcalıklı aydın kadını oluyorum yeniden. Ölümümü kendim seçmişim işte.

*

Yine de dudağına hafif bir ruj sürmekten ve yarım kollu bir giysi içinde olmaktan gayri Batı’yla hiçbir ilişki kuramamış olduğu ortadaydı.

*

Başkentteki yöneticiler, bilirkişi ve uzmana duydukları susuzluğu, Avrupa savaşından yakayı kurtarıp yurda dönen okumuşlarla gidermeye çalışmaktadırlar.

*

Şimdi başkentimizde bir orkestra var. Ama ne zaman ki her vilayetimizde bir orkestramız olur, işte o zaman Batı uygarlığına erişiriz.

*

Bir maaşın yoksa hükümet kapısından, dar gelirli de değilsin.

*

Turan neresiydi acaba? Ya lokantada adı geçen boyalı kuş? Boyalı kuş gerçekten var mıydı?

*

Yaşanmışlığı olmayan hiçbir cümle kalıbının hiçbir anlamı yüklenmediğini bir gün anlar mı acaba?

*

Geceden kalan türküleri unutuvermiştim. Kaşlarımın orta yerinde bir ağırlık duyuyordum.

*

Kendi kendimi asıl ilk böyle yakaladım işte. Temizlikçi kadına, “Konuklar geldi. Oturdum”, “Bir arkadaşımla kaldım”, “Canım yatmak istemedi. Dikiş diktim” ve bunlara benzer bir yığın başka şey söyleyebilirdim. İlle bir açıklama yapmak zorunda da değildim üstelik. Ama fırsatı bir kez daha okumuşluğum üstüne değerlendirivermiştim.

*

Pedikürün ardından bir kokteyle davetliysem, alışverişe gideceksem ya da akşama konuklarımız varsa, bunları hiç söylemiyordum. Hep ciddi görevlerim olmalıydı.

*

Aşkale’den İstanbul’un Büyükada’sına, Moda’sına, Şişli’sine geri dönenler keyifle ellerini ovuşturuyorlardı. Durumu kolay atlatmışlardı. Varlık Vergisi adı altında pek de bir şey ödememişlerdi. Çoğu, neleri var neleri yok, çoktan karılarının, çocuklarının, analarının üstüne yaptırmışlardı çünkü.

*

Çelimsiz bir telsizcinin de içinde bir yürek taşıyabileceğini düşünemiyordu henüz. Ama o zaten, “Türkiye’yi uygar milletler seviyesine yükseltecek” görünüş ve çabada olmayan hiçbir şey ve hiçbir kimseyle ilgilenmiyordu.

*

Aysel, içinde onarılmaz bir kırıklık duyuyor. Yeniden evin kıyıda köşede unutulmuş eşyası olduğunu seziyor. İlk gerçek öfkeyi tanıyor. Dışa vurulamayan o, insanı içten içe kırbaçlayan, insana kendini aştıran ve durmadan kendini zora koşturan… Eline geçen bu ilk fırsatı ne olursa olsun iyi değerlendirmeli. Kendisinin de bir “kişi”olduğu akıllara yer etmeli.

*

Bir elmayı bir tabak içinde çatal bıçakla yemeyi nerde öğrenmiştim ki ben? Neden yaptım bunu? Herhalde karşımdaki masada oturan dört kişi öyle yapıyordu da ondan. Darwin sağ olsaydı da bizi tanısaydı, kolayca kanıtlardı kuramını.

*

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt dün ansızın ölmüş. (…) Ankara’da bütün bayraklar yarıya indirildi.

*

Memleketimize şeker geldi. (40lar)

*

Üstümdeki renk renk kareli battaniyeye bir tekme atıyorum. İşte o zaman ölmeyi bile beceremeyecek denli geç kalınmış olduğunu anlıyorum. Ölmek nedir? Ölmek, yaşamış olduğunu bilmeyi gerektiriyor.

*

Ama insan okuyunca duvarcı, amele falan olmak istemiyor nedense.

*

Ta uzaktan bakışa bakışa yan yana gelmek güçtür. İnsan ne yapacağını şaşırır. Gülümsesin mi, ciddi mi dursun, el mi sallasın, gelene doğru yürüsün mü?..

*

Birbirlerine bakıp zorla gülümsediler. Daraltılmış, tutuklu gülümsemeler… Bu çocuklar ta yürekten patlayan bir gülüşü hiç tanımıyorlar.

*

Ertesi gün Atatürk’ün huzurunda, bir ondan izin aldığımızı bilerek yani, Ömer’le nişanlandık. Bütün kokuşmuş töreleri de böylece alt ettiğimizi sandık.

*

Yanan bir sigarayı avucuna bastırır gibi neyin ne denli acıtacağını, neyin ne denli yırtılıp parçalanacağını ve neyin seni nereye götüreceğini bilmek için kendine bir seyirci koltuğu seçmezdin.

*

O korkunç soğukkanlılığı yeniden yaşamak istemem. Neydi beni insanlıktan bu kadar uzaklaştıran?

*

Sevimli yanlışlar yapıyorlar evet. Örnekse, oyun boyu bir dizi ezilen, sömürülen insanları gösteriyorlar. Bunlar niye ezildiklerinin, hatta ezildiklerinin bile farkında olmuyorlar ama, oyun sonu mutlak, her şeyin farkındaymışlar gibi ağaların, beylerin korkudan dudaklarını uçuklatacağını sandıkları sözler ediyorlar. Gerçekte böyle şeyler olmadığı için, sahnede oluyormuş gibi gösterilmesi yüreklere bir ferahlık verse gerek.

*

Neden “Vatan Sathı” böyle karman çorman? Acaba şimdi tam da Türk Gençliği’nin muhtaç olduğu gücü asil kanında araması gereken zaman mı? Öyle de acaba Ali, vurdumduymaz bir memur olmuş, Atatürk’ün verdiği göreve sırt mı çevirmişti?

*

Biz cumhuriyetsek, yeni kurulan Çin de cumhuriyetse; biz demokrasiysek, ABD de demokrasiyse Marshall Fikir Planı, dünya halkları arasında nasıl bir fikir boşluğu, nasıl bir yöntemle dolduracak? Demokrasi, günlük politikaya göre durmadan değişen bir temelsiz ilkeler yığını mı, yoksa kaçınılmaz olan bütün değişimleri insanın özgürlüğüne ve yücelmesine doğru yöneltecek bir temel görüş, bir fikir mi? İnsanı özgürleştirmek için canı-kanı olmayan ilkeleri koltuk değneği etmek yeterli mi?

*

Durmadan ödeyecek, her şeyi ödeyecek denli zengin olmadığımı, elimde olan, bildiğim, biriktirdiğim bütün zenginliğimi kendisine çoktan verip tükettiğimi nasıl açıklayabilirdim?

Ölmeye Yatmak (Dar Zamanlar I)
İlk Baskı: 1973


Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak
İZDİHAM