4 Mart 2016

Abdulhalik Aker, Amentü’nün tahlili

ile izdiham

İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınlar1ın, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.

Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.

Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çığırmak:

Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa1
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?

Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(Özel, 2011: 177-184)

I. İÇERİK
1. Konu
Amentü, 1974 yılında Diriliş dergisinde yayınlanarak İsmet Özel’in ihtidasını duyuran otobiyografik bir şiirdir. Şiirin konusunu, şairin İslam-küfür, eski hayatı ile yeni hayatı arasındaki farklar oluşturmaktadır. Şiirde, Özel’in Marksist bir dünya görüşünden İslamcılığa geçmesi ve bunun arka planında dönemin bazı sıkıntıları dillendirilmektedir.

2. İzlek
Modern dünyanın keşmekeşi içinde insanoğlunun tek kurtuluş yolu İslâm’a sığınmak ve sarılmaktır.

3. Düşünce
Şiirde baskın olarak İslamî düşüncenin modern, kapitalist dünyaya karşı haklılığı gözlemlenmektedir. Şair dünüyle barışıktır. Onun eleştirdiği sosyalizm değil İslam’ın da sosyalizmin de eleştirdiği kapitalist dünyadır. Bunu en açık şekilde “Tutun ve yüzleştirin hayatları / biri kör batakların çırpınışında kutsal / biri serkeş ama oldukça da haklı” mısralarında dile getirmektedir. (Tüzer, 2008: 282) Yine de şiirin genelinde İslamî dünya görüşünü olumlamaktadır.

4. Olay
Şiir manzum bir hikâye değildir fakat gerek otobiyografik gerek tarihsel olaylar barındırmaktadır. Gelgelelim şair bu olayları olduğu gibi anlatmak yerine ekseriyetle telmih yoluyla onlara göndermeler yapmaktadır: “ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman”, “Meyan kökü kazarmış babam kırlarda / ben o yaşta koltuğumda kitaplar / işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı / cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları / kafamda yasak düşünceler, Gide mesela”, “ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur”

5. Varlık
Şairler eşyaya sıradan insanların bakmadığı/bakamadığı yerden bakarlar. İsmet Özel de şiirinde bazı varlıklara farklı anlamlar yüklemektedir. ‘Karpuz sergilerinde yanan lüküs’le şair rızık kazanmayı işaret eder. Tıpkı sergiyi aydınlatan lüküs gibi rızık da bir aile ocağını aydınlatır. Yine ‘işaret parmağındaki zincir, cebindeki sedef çakı’ gençliğin uçarılıklarını ifade etmektedir. ‘Cebindeki kırlangıç ve çılgınlık sayfaları’ ise Kömünist Parti’ye ait bildiriler veya müstehcen fotoğraflar olabilir. ‘Solgun ev, ölü dağ, solmuş dudak’1 menfi imgelerdir. İhtilal sonrası hayatı imgelemektedir.

6. Duygu
Amentü daha çok düşünceye dayalı bir şiir fakat yine de özelde bireysel genelde toplumsal kurtuluş ümidi vurgulanmaktadır diyebiliriz.

7. Görüntü
Şiirde genel itibariyle imge ve simge yoluyla soyut görüntüler mevcuttur.

7.1. İmgeler
“bilmezdim neden bazı saatler / alaturka vakitlere ayarlı”: namazın öneminden bî-haber olmak.
“kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm”: manevi duyarlıklar karşısında günahların hatırlanması.
“her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana”: doğru bilip gittiği yolda önüne çıkan pişmanlıklar.
“gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar / resimli bir kitaptan çalardım hayatımı”: bu dizelerde şairin hâlen sürdürmekte olduğu muhalifliği ve aykırılığı imgelenmiştir. Şair her kesin sessiz bir şekilde uyuduğu bir zamanda ıslık çalar çünkü doğal akışındaki hayatı benimsemez. Onun hayatı ancak resimli kitaplarda karşılaşabildiğimiz türden esrarengiz ve olağanüstü olmalıdır.
“İnsanın / gölgesiyle tanımlandığı bir çağda”: İnsanların kendi öz varlık ve kişilikleriyle değil, vasıfları ve mansıblarıyla değer gördüğü çağımız.
“polistir babam / Cumhuriyetin bir kuludur”: babasının olanlara ses çıkarmamasını kulluk olarak gören şair onu eleştirmektedir. Şiirin diğer kısımlarında da bu eleştiri babasının meyan köklerini Forbes firmasına satması üzerinden yapılır.
Şiir genel itibariyle imgelere dayalı olduğu için tamamını bu kısımda zikretmemiz mümkün değil. Bir sonraki bölümde şiir genel olarak inceleneceğinden muallakta kalan kısımların orada anlaşılacağını temennî ediyoruz.

7.2. Simgeler
Gide: Şair ona gönderme yaparak cebindeki yasak düşüncelere Gide örneğini vermektedir. Aslında isim onun düşünceleri simgelemektedir.
Forbes: Şiirde birkaç yerde ismi zikredilen bu firma emperyalizmin simgesidir. Anadolu’dan meyan kökü alıp bunu işleyip onlara geri satmaktadır. Meyan kökü emeği karşılamaktadır. Yine Pan-Am ve Coca Cola da emperyalist ve kapitalist dünyayı simgelemektedir.
Godiva: Bir sonraki kısımda hikâyesini de aktaracağımız Lady Godiva “kahraman” simgesidir. Şair Godiva gibi bir kahraman beklemektedir.

8. Anlam
İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Şair önceden babasından “insan eşref-i mahlukattır” yani “insan yaratılmışların en şereflisidir” sözünü duymuştur. Başta bu söz sıradandır ve özel bir anlam ifade etmemiştir şaire.

Dönemin toplumsal ve siyasi koşulları Özel’i “bir eylül günü bilek damarlarını kesme” noktasına getirmiştir. Ataol Behramoğlu’na gönderdiği bir mektupta intihar düşüncesini aktarmıştır. Yine Waldo Sen Neden Burada Değilsin isimli eserini intihar eden arkadaşlarına ithaf ettiğini söyler. Kendisi de bir dönem aynı ruh hâline girmiştir ve bu durumdan “şiirin saçağı altına sığınarak” kurtulduğunu ifade etmektedir. (Özel, 2013: 5)

Eylül ayında yapraklarını dökerek geçici ölüm hâline giren bir ağaç gibi o da sıkıntılarını canına kıyarak bertaraf etme arzusundadır. İşte böyle bir ruh hâli içerisindeyken babasının yıllar önce söylediği söz şairin aklında ve kalbinde yer etmiş, belki de bu vesileyle intihardan vazgeçmiştir.

“Çıvgın, çıban, reklam, tamahkar tüccar, kararmış rakamların yarıkları” olumsuzluk bildiren sözcük ve sözcük gruplarıdırlar. Şiirin geneline yayılan yeniden doğuşu olumlama daha şiirin başında başlar. Bu tabirlerin tamamı eski yaşantıya aittir ve yeni hayata giden yolun kıvılcımını teşkil eden “insan eşref-i mahlukattır” sözü tüm bu kirlilik ve kötülüklerden sıyrılarak şairin yüreğine değer.

Kesilen damardan akan kan durduğunda aydınlığın sembolü olan kelimeler zuhur etmeye başlar. Kan küfürse kelime iman, kan karanlıksa kelime aydınlıktır. Şair adeta ölüp yeniden dirilmiştir ve yeni hayatında yer vereceği değerler çok farklıdır.

Karnına, göğsüne ve yüreğine sürdüğü ecza içinde bulunduğu kötü durumdur ve sözün gönlünde yer etmesiyle eski fikirler bir bir uçup gider. Bunun üzerine aşkı, ölümü ve “anasır-ı erba’a” dediğimiz suyu, toprağı, ateşi ve havayı kısacası hayatı yeniden yorumlamaya; başka bir açıdan, farklı bir pencereden ona bakmaya başlar.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma

Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Dil, insanların başlıca iletişim aracı olan sözü söylememize yarar. Bedense cinsellik ve sığ bir dış görünüş çağrıştırır. İnsanlar artık sözle değil, beden dili dediğimiz kapitalist dünyada muteber olan pazarlama aracıyla anlaşmaktadır. Böyle bir ortamda, yani son kirlenecek olan çiçeğin dahi kara fücur şekliyle, günah ve edepsizlikle açılması sözle anlaşma yolunu kapatmıştır. Delirmek hakkı şiirdir ve modern dünyanın yanık yağda, ziftte, egzoz dumanlarında boğulan yapıları arasında artık bir şey ifade etmemektedir.

Rahim insanoğlunun dünyaya gelmeden önce yaşadığı yerdir. İnsan hayatının başlangıç noktası olan rahma çağdaş terimlerle yanaşmak modern dünyanın getirdiği bir menfi durumdur, bunun için de dehaya değil resmi mühür ve imzaya ihtiyaç duyulmaktadır. Şair bu dizelerle modern dünyanın materyalist ve pozitivist anlayışını eleştirmektedir.

İnsanın acıyan yumuşak yerleri karnı ve kasıklarıdır. Bu dizelerle gençliğinde yediği haram lokmaya veya gayr-ı meşru cinsel bir ilişkiye gönderme yapmaktadır. Öğle, ikindi, akşam gibi namaz vakitleri alaturka vakitlere ayarlı saattir. Şair bunun nedenini bilmediğini söyleyerek namazın öneminden bî-haber olduğunu ifade etmektedir. Karpuz sergilerinde yanan lüküs ise kültür veya rızık sembolüdür. Kültür bir toplumun ışığıdır rızık ise bir yuvanın, Türk kültüründeki bazı şeylere anlam veremediğini ya da ailesine nafaka götürmenin ne demek olduğundan haberdar olmadığını söylemektedir.

Yazgı kelimesini telaffuz ettiğinde rahatsızlık duyması kadere olan inancının zayıflığını işaret etmektedir. Şairin babası Milli Mücadele esnasında savaşan bir gençtir. Tokat babası da on beşli olduğu için aklına gelir. “Hey on beşli on beşli / Tokat yolları taşlı / On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı” türküsüne gönderme vardır.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.

Şairin babası emekli polis memurudur. O yıllarda belki de memuriyetine devam etmektedir. Aynı zamanda kırlardan meyan kökü kazıp Forbes firmasına satmaktadır. Şair bu dizelerle alttan alta babasını eleştirmektedir. Çünkü kapitalist bir kuruma çalışmaktadır. Kendisi hararetli bir gençtir. Koltuğunda kitap, işaret parmağında zincir, cebinde sedef çakı gezmektedir. Cebindeki kırlangıçlar ve yasak düşünceler siyasi veya cinsel içerikli şeylerdir. Kafasında yasak düşünceler vardır. Bunlara örnek olarak Gide’i zikretmektedir. Fransız yazar Andre Gide yaşamı boyunca toplumsal ve ferdî ahlakın ölçütünün bireyin içtenliği olduğunu ve “Başkaldırıyorum o halde varım.” felsefesini savunmuştur. Yine Gide’in cinsellik üzerine de yayımlarının olması yasak düşünceleri iki şekilde de düşünmemizi sağlamaktadır.

Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Kar beyazdır ve aklığı, duruluğu temsil eder. İyilikler karşısında şair günahlarının farkına varır. Kar yağarken yüzünün kara olması bundandır. Sevinçle çıktığı her yolda karşısına pişmanlıklar çıkmasını “her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana” dizeleriyle açıklamaktadır.

Gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalmak Özel’in hâlen sürdürmekte olduğu ve sürekli beslendiği muhalifliğine yaptığı bir göndermedir. Şair her kesin sessiz bir şekilde uyuduğu bir zamanda ıslık çalar çünkü doğal akışındaki hayatı benimsemez. Onun hayatı ancak resimli kitaplarda karşılaşabildiğimiz türden esrarengiz ve olağanüstü olmalıdır.

Tüm bu yaşadıklarına rağmen babası “merkep kiralayıp kazılan kökleri Forbes firmasına satarak” emperyalizme hizmet etmektedir.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.

Şair “bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku” sözüyle emperyalizmin işleyişini belirtmektedir. Çünkü halk aç kalmamak için emperyalizme hizmet etmektedirler. Bunlardan birisi de babasıdır. Aç kalmak korkusuyla yapılan bu hizmet aslında korkunun kendisi olan emperyalizme götürmektedir insanları. Yine aynı sistem şehirleri arabalarla, yüksek binalarla ve daha modern bir çok şeyle bayındırmış gibi göstererk insanları kandırmaktadır. Oysa bir şehrin bayındırlığı bunlarla ölçülebilir bir şey değildir.

Mevsimlerin değiştiği yer tam da şairin şiirini kurduğu andır. O anda ihtilal yıllarında çektiği sıkıntıları: “kelepçeler, sürgünler ve gençlik acıları”nı anımsar. Bu anımsamayla güçbela kurduğu cümle budur: Başta babası olmak üzere insanlar emperyalizme hizmet etmektedir.

Ten kaygısıyla taşınan ağır haç kendisine ait olmayan, yabancı değerlerdir. Bu değerler teninin olanca ağırlığını yok eder, yani onu aslî değerlerinden tamamen uzaklaştırarak yozlaştırır.

Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

Memlekette ihtilal haberleri dolaşmaktadır. Bu haberler evleri ve dudakları soldurmakta, dağları ölü hâle getirmektedir. İhtilal zamanlarında insanların korkudan erkenden evlerine girip ışıklarını söndürmeleri gözlemlenmiş olabilir. Bu nedenle kırlarda, dağlarda, bayırlarda insan olmadığından ölü gibidir.

Gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu bir umudun müjdesidir. Nitekim hemen arkasından baharı hatırlatan nisan ayını zikrederek şair yeniden doğuşa işaret etmektedir.

Dönemin sık görülen olaylarından biri de işçi grevleridir. Şairin bu grevler içinde kahkahalarının küstah olması otoriteyi tanımadığının bir göstergesidir. Bakışlarının beyaz bulutlara karşı obur olması iyi ve güzel olan şeyleri sevmesi anlamına gelir. Çünkü bu grevler kapitalist yapıya karşı başkaldırı hüviyetindedir.

Marşlara ayarlanmak hevesindeki ses şairin gençliğindeki âteşîn sesidir. Gençliğinde Marksist dünya görüşünü benimser ve mitinglerde dostlarıyla marşlar söyler. Fakat bu ses her ne kadar devrimci bir ses olsa da “şehre ve şaraba” yani bir kesimin otoritesine yaltaklanır. Bu durum İsmet Özel’in “kimseye şirin görünmek istemem” sözünü zamanında pek de benimsemediğini ele veriyor. Fakat bu yaltaklanma beraberinde “fotoğraf çektirme” yani tanınma şansını doğurur.

Bu dizeleri şöyle de yorumlayabiliriz. Marşlara ayarlanmak hevesindeki devrimci ses bu kimliğe aykırı olarak otoritelere yaltaklanmaktadır. Bundan rahatsızlık duyan şair biraz ağlayabilmek için eski günlere döner. Fotoğraflar eskinin alametidir ve babasının seferberlikte mekkarelik yıllarını anımsar. Kıyasıya eleştirdiği babası burada geçmişiyle bir kahraman özelliği taşır.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çığırmak:

İnsanın öz varlığı ile değil de gölgesiyle yani dış görünüşü, mal varlığı, işgal ettiği konumla tanımlandığı bir çağda kalbe dokunacak olan marşlardır artık ve sadece bu yolla bir şeyler açıklamak mümkündür. Fakat marşlar insan ruhuna tam olarak etki etmemektedir. Çünkü çağ o kadar kötüdür ki marşlara ruh değil ancak ruhların gölgesi sirayet etmektedir ve şair bu yolla babasının özelinde Milli Mücadele’yi bir marşla dillendirmektedir.

Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

İsmet Özel kendi sesinden “Amentü” şiirini seslendirdiğinde bu kısmı bir makamla seslendirmektedir. Bu kısım bir marştır ve Milli Mücadele’yi konu edinmektedir.

Marşın ilk dörtlüğünde Yunanlıların ülkeyi işgalinden sonra camilere yani İslam dinine karşı giriştiği bir hareket dillendirilmektedir. Minbere haç dikip, camilere kendi bayraklarını asan Yunanlılar, Hristiyanların Haçlı Seferleri’yle yapamadıklarını yapmaya çalışmaktadırlar.

Marşın ikinci dörtlüğünde ise kardeşler yani Müslümanlar cihada çağrılmaktadır. Amaç ezanın yerine ülkede Hristiyan inancına ait olan çan sesini susturmaktır.

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sanarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

İstiklal Harbi’nin başarıya ulaşmasıyla çanlar susturulur fakat İslam dini ve Müslümanlar bu sefer içten bir tehlikeyle karşı karşıya kalır. Tek partili dönemde ezanın Türkçe okunması susturulan çan gibi İslam’a yapılan bir saldırıdır şaire göre. Milli Mücadele’de yurdunu ve dinini savunan babası ezanın Türkçe okunması sırasında devletin polisi olduğu ve bu konuda bir harekete geçmediği için şair onu tekrar ağır bir şekilde eleştirir: “polistir babam / Cumhuriyetin bir kuludur”

Şair bu olanlardan hiçbir şey anlamadığını söylemektedir. Onun beklediği Lady Godiva gibi bir kahramandır.

Lady Godiva 11. yy’da yaşamış bir İngiliz dükünün karısıdır. Kocasının halktan ağır vergiler toplaması üzerine halk nahif kalpli Godiva’dan bu duruma son vermesi için eşiyle konuşmasını ister. Godiva kocasıyla defalarca konuştuktan sonra dük ona bir teklifte bulunur: Şayet Godiva bir atın üzerinde uzun saçlarından başka vücudunu örtecek hiçbir şey olmaksızın çırılçıplak bir vaziyette İngiltere sokaklarını dolaşır ve çok güvendiği halktan hiçkimse ona bakmazsa tüm ağır vergileri kaldıracağına söz verir. Lady Godiva bu teklifi kabul eder ve halka durumu bildirerek evlerinden çıkmamalarını söyler. Halk hem onlara merhametli davranan, onlar için böyle bir fedakarlığa katlanan Godiva’ya olan sevgilerinden dolayı hem de ağır vergilerden kurtulmak adına evlerine kapanarak tüm perdeleri sımsıkı kapatırlar. Godiva şehri dolaşırken kimse ona bakmaz fakat içlerinden sadece biri, Tom adında bir terzi nefsine yenilip perdeyi aralayarak bakmaya çalışır. Perdeyi aralaması üzerine Godiva’yı göremeden gözleri kör olur.

Şair bu olaya “ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur” dizesiyle telmihte bulunur. Onun beklediği birilerinin Godiva gibi fedakarlıkta bulunarak kahramanlık sergilemesidir. Çünkü ancak insanların selameti için yapılan böyle bir kahramanlık neticesinde Tom gibi kötü niyetli insanlar cezalandırılabilir.

Şair şadırvanın coşkunluğu karşısında içlenerek aslında bilinçaltında önceden var olan İslamî motiflerin canlandığını fark etmektedir. İnönü dönemidir ve ekmek insanlara karne karşılığı verilmektedir. Kimliğindeki “tuhaf ekmek damgası” budur.

Gençliğin verdiği heyecanla bulutlar arşınlayan şair yavaş yavaş cinsel arzular hissetmektedir. İdealisttir ve “çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp hırsız cenazelerine binmek; temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme, korkak dualarından cibinlikler kurmak” gibi sıradışı hayalleri vardır. Bunlar gerçek hayatta karşılaşılması mümkün olmayan arzulardır. Çünkü önceden de dediğimiz gibi kendisi her zaman muhalif bir damara sahip olmuştur. Dolayısıyla yaşadığımız hayata değil masalsı bir hayata sahip olması gerekir.

İnsanların hayatında en büyük yeri kaplayan para ise onun için bir tiksintidir. Bu tiksinti aynı zamanda sisteme bir başkaldırıdır. Şair kendisini buna ve sade bir yaşamın düzene karşı silahlanma olduğuna inandırmıştır. Çünkü sade bir yaşamla insan kendisini haramdan muhafaza edebilir. Şair de böylece boğazındaki haram lokmayı çıkarmıştır.

Yine idealist bir tavırla halka çıkınından güneşler ve saçlarından ırmaklar dağıtmaktadır. Çünkü insanların ihtiyacı olan şeyin bu olduğuna inanmaktadır. Fakat şairin bu cömertliğine karşı caddelerdeki insanlar birer ölü gibi davranır. Onlar zaten Amerikan hava şirketi Pan-Am’e binip Coca Cola içmekle hayatlarından memnundurlar.

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Şair iki hayatı kıyaslamaktadır: Biri kapitalizmin bataklığı içerisinde çırpınan ve yaşayanların kutsadığı hayat diğeri ise otoriteye bir başkaldırı anlamını taşıyan ve şairin de içinde bulunduğu yaşamdır.

“Ölümlerin ölümlere ulanması” modern hayat içerisinde insanların amaçsız birer ölü gibi yaşadıklarını ifade etmektedir. Yaşantılar da karşılıklı olarak saflarını belirginleştirdiğinden birbirlerine karşı ustadır. Çizgiler o kadar bellidir ki “aşk ve çocuk, başaklar ve ağustos sıcağı birbirine katışmaz.”

İnsanın yaşamı esnasında bilinçli olarak gittiği yollar bazen iyi bir yere çıkmayabilir. Bu da kişinin kendi tehlikesi peşinden gitmesidir. Şair için bu yolculuk bilek damarlarını kesmek suretiyle putları dahi damarından akıtarak “amentü” yani “iman ettim” dediği güne kadar sürer.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?

Çocuk, geleceğin teminatıdır. Kendi düşüncelerimiz doğrultusunda yetiştireceğimiz çocuklar fikirlerimizi ve kültürümüzü geleceğe taşıyacak olan fertlerdir. “Çocuğun ağzının bayat suyla çalkalanması” modern zamanda yozlaşmaya maruz kalmalarıdır. Şair böyle bir zamanda onlara dokunacak olan şeyin sığ parti broşürleri mi yoksa kof bir şiir mi olacağını sormaktadır. Zira büroşürler hakiki fikrin kafiyeler ise gerçek şiirin yerini dolduramayan gölgelerdir. Onun arzuladığı yeni neslin gerçek sanat ve fikirle yetişmeleridir.

Takvim yapraklarında tarih vardır. Tarihte yaşanan başarı ve zaferler gönüldeki kaygıları bertaraf etmekte midir? Bunu şairin kendisi de sorgulamaktadır. Üsluptan anlaşılan o ki tarihteki kahramanlıklar gönlün dağdasını durultmaya yetmemektedir.

Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

Babasından anımsadığı bir sözle başlayan şair aynı şekilde babasından duyduğu ikinci bir sözle şiirini bitirmektedir. Hayatın varlığını omuzlayan dört elemente şair kendisini de eklemektedir. Çünkü kendi hayatı için bu kaçınılmazdır. Pişirilmiş çamur insandır. Şair burda dünya görüşünü değiştirirken insanların diyeceklerini, ona karşı takınacakları tavır ve duyguları aşmıştır.

Gövdesini âlemlere katarak benliğinden sıyrılan şair Allah’ın yardımıyla var olduğunu yani yeniden doğduğunu ifade etmektedir. Çünkü iman geçmişi tamamen silen yeni bir doğuştur. Böylece babasının yıllar önce söylediği “insan eşref-i mahlukattır” sözüne vakıf olmuştur.

II. ŞEKİL
1. Nazım Şekli

Şiir, mısra kümelenişi bakımından 11 bent ve 2 dörtlükten oluşuyor. Bentlerin mısra sayısı eşit olmamakla beraber herhangi bir ölçü de yoktur. Şiirin içindeki iki dörtlükten oluşan marş ise 4+4 duraklı 8’li hece vezniyle yazılmıştır. Semai vezniyle yazılmış olsa da kafiye şeması buna uygun değildir: “xaxa / xaxa” Dolayısıyla şiirin geneli için “serbest nazım” şekliyle yazılmıştır diyebiliriz.

III. DİL VE ÜSLÛP
1. Dil

İsmet Özel Amentü şiirinde konuşma dilinde olmayan keimeleri nadiren kullanmasına rağmen sıradanlıktan uzak, imgelere dayalı, üst bir şiir dili kurmuştur. Şiirin zor anlaşılması kelimelerin yabancı olmasından değil anlatımın kapalı olmasından kaynaklanmaktadır. Şiir dili konusunda İsmet Özel Şiir Okuma Klavuzu isimli eserinde şunları söylemektedir. “Şiir başka anlatım yollarıyla varılmayan bir beşeri alanın sanatıdır. Düzyazıdan beklenen hiçbir görev şiire yüklenemez. Dil birinde ne ise, ötekinde o değildir.” (Özel, 2010: 40)

1.1. Dil Sapmaları

1.1.1. Yazım Sapmaları

Şair, belirlenmiş imla kurallarının bir kısmına uyarken bir kısmına uymamıştır. Sadece bent başları ve özel isimlere büyük harfle başlanmış, diğer mısraların ilk harfi küçüktür. İki dörtlükten oluşan marşta ise her dizenin ilk harfi büyüktür. Noktalama işaretlerinde de durum pek farksız değildir. Bazı yerlerde nokta ve virgül kullanılmışken bazı cümle sonlarına nokta konmamıştır. Bu tutum marş kısmında da aynıdır.

1.1.2. Ses Sapmaları

Hava basınçlı bir tür petrol lâmbası anlamına gelen “lüks” kelimesi “lüküs” şeklinde; üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa anlamındaki “kaygı” sözcüğü “kaygu” olarak kullanılmıştır.

1.1.3. Dilbilgisi Sapmaları

“Dilce susup / bedence konuşulan bir çağda / biliyorum kolay anlaşılmayacak / kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın / yanık yağda boğulan yapıların arasında / delirmek hakkını elde bulundurmak” Yukarıdaki dizeleri kurallı cümle hâline getirdiğimizde şu hâli alacaktır: “Biliyorum, dilce susup bedence konuşulan bir çağda kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın yanık yağda boğulan yapıların arasında delirmek hakkını elde bulundurmak kolay anlaşılmayacak.” Altını çizdiğimiz kelimede “-n” ilgi hâli eki gereksizdir. Çünkü hemen sonra gelen “ara-sı-n-da” kelimesindeki “-sı” iyelik eki “dünya-nın” kelimesiyle bağlantılıdır. Doğru kullanım, “…dünyanın yanık yağda boğulan yapıları arasında…” şeklinde olmalıdır.

2. Üslûp

Şiir, cümle kuruluşu, ifade seçimi, imge oluşturma bakımından bir hayli kapalı ve zor anlaşılır bir üslûba sahiptir. Şiirde özelde babası genelde ise modern zamanların Türkiye’sinde yaşayan müslümanları sorgulayan, eleştiren bir tutum görülmektedir. İsmet Özel’in şiirlerinin en belirgin taraflarından biri olan slogan üslûbu bu metinde de kendini hissettirmektedir.

IV. AHENK

1. Ses Tekrarları

1.1. Ünsüz Ahengi (Alliterasyon)

Şiirin genelinde “r”, “m”, “n” ve “k” sesleri yoğun olarak kullanılmıştır. Özel’in birçok şiirinde saldırgan harflerle gerçekleştirdiği bu alliterasyon şiire katmak istediği slogan üslûbunu başarıyla uygulamasına yardımcı olmaktadır. Bunu tam anlamıyla “Evet, İsyan” şiirinde görürüz. Amentü’de de bu ahenk kendini hissettirmektedir:

“Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?”

1.2. Ünlü Ahengi (Assonans)

Amentü’de genel itibariyle bir assonans yoktur fakat şair bazı kısımlarda ince sıradan ve kalın sıradan sesleri peşpeşe getirerek şiirin ses perdesini yükseltip indirerek güzel bir ahenk yakalamayı başarmıştır:

“gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma

Tokat
aklıma bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.”

Bu kısımda “a” ve “e” seslerini peşpeşe getirerek bir ahenk oluşturmaktadır.

1.3. Kafiye

Şiirin içerisinde bulunan iki dörtlükten müteşekkil marşta “e” yarım kafiye olarak kullanılmıştır. Şiirin diğer kısmında ise yer yer düzensiz bir kafiye uygulamasına başvurulmuştur: “damar kesildi, kandır akacak / ama kan kesilince damardan sıcak”, “işte şehirleri bayındır gösteren yalan / işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan”, “Tanrı uludur Tanrı uludur / polistir babam / Cumhuriyetin bir kuludur”

2. Kelime Tekrarları

2.1. Mısra İçi Kelime Tekrarları

Amentü şiirinde şair 3 yerde mısra içi kelime tekrarına başvurmuştur: “işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku”, “hayatsa bir başka hayata karşı”, “Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?”

2.2. Mısralar Arası Kelime Tekrarları

Şiirde bir çok yerde mısralar arası kelime tekrarları mevcuttur: “damar kesildi, kandır akacak / ama kan kesilince damardan sıcak”, “marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak / belki ruhların gölgesi / düşer de marşlara”, “çıkınımda güneşler halka dağıtmak için / halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak”

2.3. İkilemeler

Şiirde yer verilen ikilemeler şunlardır: “peşpeşe”, “bir bir”, “yavaş yavaş”, “bine bine”

3. İfade Tekrarı

Şiirde “Tanrı uludur Tanrı uludur” dizesini ifade tekrarı olarak sayabiliriz.

4. Ses Dalgalanması

4.1. Vezin

Şiirde bir vezin yoktur fakat şiirin içerisindeki marş 4+4 duraklı 8’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Şair hiçbir vezne başvurmadan ifade ve ses yoluyla şiirini ahenkli kılmayı başarmıştır.

KAYNAKÇA
ÇETİN, Nurullah; Şiir Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara, 2008.
ÖZEL, İsmet; Şiir Okuma Klavuzu, Şûle Yayınları, İstanbul, 2010.
ÖZEL, İsmet; Erbain, Şûle Yayınları, İstanbul, 2011.
ÖZEL, İsmet; Waldo Sen Neden Burada Değilsin, TİYO, İstanbul, 2013.
TÜZER, İbrahim; İsmet Özel -Şiire Damıtılmış Hayat-, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008.

Abdulhâlik AKER
İZDİHAM