10 Mart 2016

Zeliha Yurdaer, Tim Burton’dan Dünyanın En İyi Kötü Film Yapımcısı

ile izdiham

Fantastik sinemanın muzip dahisi Tim Burton, sinema tarihinin en kötü yönetmeni olarak bilinen Edward D. Wood Jr.’nin hayatını beyazperdeye aktardığı, masalsı, dramatik bir biyografik klasik Ed Wood filminin girişinde Criswell karakterinin dilinden izleyiciyi bu şekilde uyarır. Ve devam eder:

“Size bu çetin sınavda ayakta kalmayı başarabilmiş sefil ruhların tanıklığına dayanan kanıtı sunuyoruz. Kalbiniz buna hazır mı?”

Criswell ( Jeffrey Jones ),  daha filmin başından izleyiciyi filme çeken bu uyarıları yaparken, bir tabutun içerisinden kalkarak izleyiciye seslenir. Film boyunca karşılaşacağı sahnelerin merak ve heyecanına kapılan seyirciyi bu kez de Howard Shore’nin ürkütücü ve mükemmel jenerik müziği eşliğinde mezar taşları üzerinde oyuncu isimleri sahneleri karşılar.

Filmin teferruatından önce Ed Wood’a kısaca değinmek yerinde olacaktır. Ed Wood  1924 yılında  New York’ta bir postacının oğlu olarak dünyaya gelen, annesinin kız çocuğu beklentisinden dolayı kadın kıyafetleri giydirilerek, birçok yaşıtı gibi çizgi roman okuyarak büyüyen ve Orson Welles filmlerinden aldığı ilhamla sinemaya atılan, tam bir sinema aşığı, yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncudur. Ne yazık ki Ed Wood’un filmleri eleştirmenler tarafından hiçbir zaman beğenilmemiş hatta en kötü filmler arasında yer almıştır. Bunun sebebi belki de filmlerindeki bağlantısızlıkları, mantık hatalarını önemsemeden tekrar çekmeye gerek duymayışı, belki de izleyiciyi sürükleyecek bir konuyu hiçbir zaman işleyememesidir. Kısacası Ed Wood ne kadar bir sinema tutkunuysa bir o kadar özensiz ve üstelik parasızdır. Ed Wood’un sinemasında ve sinema aşkında Dracula’nın ölümsüz karakteri Bela Lugosi’nin de önemli bir yeri vardır. Bir tesadüf eseri tanıştığı, hayranlık duyduğu Lugosi’ye rastladığında ne yazık ki büyük oyuncu, yapımcıların aradığı oyuncu olma özelliğini kaybetmiş, alkol ve uyuşturucu batağında son demlerini yaşamaktadır. Ed Wood, adından en çok bahsettirdiği ve yine hiç beğenilmediği için, sadece kötü filmlere layık görülen “The Golden Turkey “ ödülünü alan “Plan 9 From Outer Space” filminde de Bela Lugosi’yi oynatacaktır. Bela Lugosi’nin akıbetine benzer bir şekilde meslek hayatının ortalarında alkol ve uyuşturucuya bulaşan Ed Wood, ömrünün son günlerini sefalet içinde geçirmiş ve 1978 yılında kalp krizi geçirerek ölmüştür.

Tim Burton gibi filmleri uçuk kaçık, zeka bir yüklü mizah, sezilmesi basiret gerektiren ince bir eleştiri içeren, özgün konuları perdeye aktaran yönetmeni, Ed Wood’un hayatını işlemeye çeken şüphesiz ki Ed Wood’un çılgın cesaretinin yanında, ömrünün sonuna kadar beş parasız olmasına rağmen tutkusundan ödün vermeyen, izleyiciyi rahatsız etmesini önemsemeyecek kadar sadece kendi mutluluğu için  film yapan, filmde kendisine söylettiği gibi “sadece kendi hayalleri için film yapan” kendine has özellikleridir.

Ed Wood ( Johnny Depp ) otuz yaşlarında, hala film yapımcılarına kendini kanıtlayabilme çabasında olan, sevgilisi Dolores ( Sarah Jessica Parker )  ve cinsel kimliğini değiştirme çabası içindeki dostu Bunny ( Bill Murray ) , birkaç kişiden oluşan set ekibi ile birlikte dünyanın en saçma konularını en kalitesiz biçimde alelacele kameraya aktaran bir film yapımcısıdır. Bir gün gazetede bir sinema projesini duyar ve yapımcının yanında soluğu alır. Sadece para kazanmak için kalitesiz cinsel içerikli film çeken yapımcıyı, kendisinin bu film için en iyi seçim olduğuna ikna etmek için öne sürdüğü sebep ise: çocukluğundan beri kadın kıyafetleri giymeyi çok sevmekte ve bu kıyafetler içinde kendini çok rahat ifade edebilmektedir. Ed Wood böylece kimseyle paylaşmadığı sırrını ifşa etmiş, yapımcıdan da filmi çekebilme sözünü defalarca gidip gelmesiyle alabilmiştir.

Filmlerinde her zaman bir starı oynatmayı hayal eden Ed Wood’a hayat, beklediği fırsatı bir rastlantı sonucu Bela Lugosi’yi( Martin Landau )  karşısına çıkararak verecektir. Bela, hayvanlarla dolu kulübe gibi bir evde alkol ve uyuşturucu ile yaşamakta, eski sinema günlerini özlemle anmakta iken karşısına çıkan bu komik, çılgın yönetmenle çalışmayı kabul eder. Ed Wood’un Bela Lugosi ile başlamış olduğu sinema yolculuğunun ilk filmi olan ve kendi hayatından da kesitler sunduğu, angora kazaklar, kadın iç çamaşırları içinde kendi rolünü oynadığı Glen or Glenda, sinema eleştirmenleri tarafından tüm zamanların en kötü filmi seçilmiş, hatta bulundukları şehirde gösterime dahi girmeyerek Ed Wood’un kalitesiz filmografisine altın harflerle yazılmıştır.

Ed Wood, bundan sonra çekeceği ve bir  öncekini aratmayacak saçmalıkta “Atomun Gelini” filmi için, sponsor bulduğu ümidiyle genç kadının istediği başrolü kendisine verir , ne yazık ki on dakikalık bir çekimden sonra kadının sadece üç yüz doları olduğu için stüdyodan kovulmalarıyla tamamen kendi çabalarıyla filmini tamamlamak zorunda kalır. Bu çabalar içerisinde gerektiğinde film stüdyolarındaki kostümleri çalma işi de dahildir. Bela Lugosi ilerleyen hastalığına rağmen filmde mükemmel bir oyunculuk sergilemiş ve yeni bir insan ırkı üreten bilim adamını canlandırarak “ Sizin bütün kötülüklerinize karşı kendi insan ırkımı yarattım.Atomik insanlar ırkını” diye bağırır ve finali gerçekleştirir. Bu film de tahmin edileceği üzere beğenilmemiş ve yönetmenine hiç para kazandırmamıştır. Ed Wood ve arkadaşları ise bütün bu başarısızlığa, neticedeki berbat filme rağmen başarılarını (!) çılgın bir partiyle kutlamaktadır. Bu vurdumduymaz cesarete daha fazla dayanamayan Dolores sevgilisin terk edecek fakat Ed Wood, cesaretinden ve azminden bir şey kaybetmeyecektir.

Tim Burton , birçok filminde olduğu gibi Ed Wood’da da modern hayatın, banliyö yaşamın içerisindeki insanların birbirlerine karşı sahteliklerini, hızla tükettikleri her şeyi eleştirmiştir. Kendi ifadesiyle “insanlar birbirine o kadar yakın görünmekte ama bir o kadar birbirlerine uzak durmaktadır”. Modern yaşamın zalim tüketiciliğinin sinema dünyasına da yansımasını şu sahnede oldukça dramatik bir şekilde dile getirir. Bela Lugosi, uyuşturucu ve alkol bağımlılığından kurtulmak için Ed Wood tarafından rehabilitasyon merkezine yatırılır. Bunu haber alan basın mensubu bu dramatik manzarayı daha da sulandırarak yayınlamak için Lugosi’nin başına üşüşürler. Gazetecileri kovan Ed Wood’a Lugosi’nin cevabı dikkate şayandır : “ Bırak bu parazitler sömürsünler beni. Böylece tekrar basında yer alıyorum. Kötü basın gibisi yoktur. Rehabilitasyon merkezine yatan ilk oyuncu!”

Ed Wood, dostunu beklediği hastane koridorlarında evleneceği kadını Kathy’i ( Patricia Arquette) bulur ve adından asıl söz ettirecek olan ve yine berbat bir film olarak sinema tarihine geçen “Dış uzaydan mezar soyguncuları” adlı filmi için beraber çalışmaya başlarlar.

Parası olmadığı için her filminde olduğu gibi bu filminde de kendisine sponsor olan kilisenin isteğiyle filmin adını “Plan 9 From Outer Space”  olarak değiştirir. Bela Lugosi’nin ölmeden önce son görüntüleri üzerine ona benzeyen başka bir karakterle filmini tamamlar.

Film, kilise görevlilerinin bile fark ettiği mantık hatalarıyla dolu olmasına rağmen Ed Wood , sahneleri tekrar çekmeye gerek görmeyecektir. Böylece bu filmini de saçma bir konu, birbirinden komik efektler ( araba jantlarından uzay mekiği ) ve özensiz çekimiyle “ kötü” yapabilmeyi başarmış ve hatta bu konuda ödüle layık görülmüştür.

Tim Burton Ed Wood filmiyle bize, Martin Landau’ya oscar kazandıran mükemmel oyunculuğu, Johnny Depp’in tüm Burton filmlerinde olduğu gibi karakteri içselleştirmesi ve bütün oyuncuların performansları ile, filmin başından sonuna oldukça yerinde ve başarılı bir şekilde yerleştirilmiş korku filmi mitleriyle, siyah beyaz çekimi ve müziğiyle bir biyografi filminden çok daha öte masalsı ve dramatik bir sinema keyfi sunuyor.

Tim Burton’u Ed Wood’a çeken sanatçı fedakarlığı mıdır? Sanatsal uğraş, sanatçıdan gerçek bir özveri talep eder. Bu yolda, mutlak gerçekliğin içinde,  sanat eserinde dünyanın bir görüntüsünü izleyiciye sunar. Gerçeği kavrayış nasıl ki sonu gelmeyen bir yolculuksa sanatsal kavrayış da insana, mükemmel ve bütünleşmiş sonu olmayan bir sistemi hatırlatır. Her iki yönetmende de bu sanatsal bakış açısı farklı biçimlerde mevcuttur. Tim Burton da kendi dünyasını, mizahla yoğurarak, kimselerin eleştirisinden çekinmeden sadece kendi istediği için beyazperdeye aktarır. Sanatçının iç dünyasının zenginliği ölçüsünde film tehlikeli bir hal almaya başlar. Fellini’nin sinemayı en büyük silahlardan daha tehlikeli bulmasının, Bunuel’in dünyaya tekrar geldiğinde 22 saatlik düşü iki saatlik gerçekliğe değişmemesi bundandır. Sanatçı ne kadar zengin düş dünyasına sahipse o kadar zengin bir alan bırakır izleyiciye. Dayatmaz. Tarkovsky bu özgürlüğün mutluluğuyla “ filmlerimde en büyük amacım, hiçbir zaman kendi bakış açımı başkasına zorla kabul ettirmeye çalışmadan olabildiğince dürüstlük ve tutarlılıkla kendimi anlatmaktı”.

Puşkin şairi peygamberlik yeteneğiyle donatır. Bir sanatçıya bu yetenek atfedilecekse, bu özelliği çağın en kapsamlı sanatı sinemanın yaratıcısı olan yönetmene vermek yerinde olacaktır.

“eğer insanların ve
Meleklerin dilleriyle konuşursam,
Ama sevgim olmazsa,
Ses çıkaran bir bakır ya da
Öten bir zil olmuş olurum.
Eğer peygamberlikte bulunabilirsem,

Bütün sırları bilir ve her türlü bilgiye sahip olursam,
Eğer dağları yerinden oynatacak kadar
Büyük bir imanım olursa
Ama sevgim olmazsa
Bir hiçim”

Gerçekleri güzellikle donatarak sinemaya aktarabilmektir belki de yönetmene bu eşsizliği veren. Sevgiyle bütünleşen bilgi, düşsel gerçeklik, sınırsız bir özgürlükle izleyiciye sunulur.  İçindeki bu zenginliği böylesine başarıyla filme aktarabilenler, sadece para kazanmak için film çekmeyen, gerçeğin arayıcısı olan , izleyiciye kendine ilham veren sesi duyurabilenlerdir.

 

Ed Wood bir yönetmen olarak her ne kadar başarı sağlayamasa da parasızlıktan, hakaretten ve yalnızlıktan yılmayan, her başarısızlıkta mizahını kaybetmeden büyüyen sinema aşkı birçok sinemacıya ilham kaynağı oldu. Onun bu esprili ve dramatik öyküsünü anlatan Ed Wood filminin yaratıcısı Tim Burton da bütün filmlerinde kendisine “kaçık” dedirtecek kadar özgün olmayı başardı.

Tim Burton ve Ed Wood’u başarısızlık ve başarı adına iki ayrı uca yerleştirsek de sinemaya kattıkları tutkuları, çılgınlıkları açısından aynı yere konumlandırabiliriz.

“Güzel, gerçeğin peşinden koşmayanlardan kendini gizler.”

Hasılı; Burton’un kamerasından bize yansıyan bu güzelliğin kaynağı kendinden olsa gerek.

 

 

Zeliha Yurdaer

İZDİHAM