27 Şubat 2016

Zeliha Yurdaer, Seni Filmlerde Sevmek Aşkların En Güzeli

ile izdihamdergi

Hadi bi film izleyip ağlayalım diyenlere.

Şair Orhan Veli bir şiir alır kaleme “Tahattur” diye.

Sait Faik bir öykü karalar “Menekşeli Vadi” diye.

Burhan Arpad şiirden ve öyküden esinlenerek bir roman yazar “Alnımdaki Bıçak Yarası” diye.

Ve bu şiir, öykü, romandan bir film çıkar ortaya.

Siyah beyaz Türk  filmi diyince ilk akla gelenlerden, melodram türünde gösterilmesine rağmen birçok ayrıntısıyla melodram filmlerinden ayrılan kült filmimiz “Vesikalı Yarim”.

Kocamustafapaşa’da babasıyla birlikte manavlık yapan Halil’in( İzzet Günay), Beyoğlu’nda Şen Saz’da konsomatrislik yapan Sabiha’ya(Türkan Şoray) olan aşkının yüzündeki “delikanlıca” izidir adeta o bıçak yarası. Romanın adına ilham veren şiirde şöyle der Orhan Veli;

“Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden

Tabakam senin yadigarın

İki elin kanda olsa gel diyor telgrafın

Nasıl unuturum seni ben vesikalı yarim?”

Burhan Arpad ve Ömer Lütfi Akad’a ilham veren bu şiirden doğan, 60’lı yılların Türkiye’si hakkında da önemli ipuçları veren, oyunculuğu, doğallığı ile birçok melodram filminden ayrılan 68 yapımı Vesikalı Yarim, toplumdaki ataerkil bakışa, kadının kendine ve aşka bakışına da ayna tutuyor.  Akad her ne kadar filminin Türk sinemasına diğer melodram filmlerinden farklı bir bakış açısı getirdiği fikrine katılmayıp, filmin başarısını oyunculukların samimiyetine ve duygusallığına bağlasa da filmde ayırt edici detaylar mevcut.

Halil’in arkadaşlarıyla eğlenmek için gittiği sazda, sarı saçları, delici bakışları, balık etli vücuduyla sigarasına ateş isteyen Sabiha’yı görmesi ve o günden sonra hayatını değiştirip aşkının peşinden gidişinin anlatıldığı filmin ana teması, arzulanan/ aşık olunan ve imkansız olan kadındır. Halil için alışık olduğu taşralı, itaatkar ve sadık kadınlardan çok farklı bir kadın olan, dişi, kentli, imkansız bir vesikalı kadın olan Sabiha.

Sabiha için ise Halil, aradığı, sahiplenici, kuşatıcı, kendisini saz hayatından çekecek bir kurtarıcıdır. Üstelik melodram klasiği olarak “düşmüş kadın”ın en yakın dostu rolünü canlandıran Müjgan ( Ayfer Feray) ‘a “darısı senin başına, senin de bi Halil’in olsun” diyecek kadar mutludur Halil’in varlığından.

Arzulanan, aşık olunan, ahlaki olarak imkansız görülen Sabiha’nın aşkı Halil için çözümsüz bir hale gelecek, Halil, sazda Sabiha’nın korumasını bıçaklayacaktır. Filmde gözümüze sokularak dile getirilmeden ağır ağır hissettirilen Halil’in evli ve çocuklu olduğu gerçeği, Sabiha’nın Halil’in cezaevi dönüşünde saza geri dönmesine sebep olacaktır. Ve Sabiha’nın bu umursamaz ve uzak tavrına, saza geri dönmesine tahammül edemeyen Halil, “alnındaki bıçak yarası”na yaraşır bir şekilde Sabiha’yı bıçaklayarak aşkından kurtulmaya çalışacaktır.

Sabiha’nın suçu üzerine alıp ben yaptım deyişi üzerine “işte şimdi yıktın beni” sözüyle içinde yaşanmamışlıklarla evine geri dönen Halil’i, aylarca eve gelmeyişi karşısında tek soru sormayan sadık “taşralı” eşi , aşina olduğu imajıyla itaat içinde karşılayacaktır. Sabiha’nın bunca aşkına rağmen “başka biri olsa mücadele ederdim ama ailesi var” dediği engel, toplumun gözünde bu aşka tek engel değildir. Halil’in evliliğinden daha da büyük engel, Sabiha’nın toplumsal konumu, vesikasıdır.

Halil’in tarafından bakan çevre, Halil’i haklı görecek, saza beraber gittiği ve evli olduğu halde yasak ilişkiler yaşayan arkadaşı “ geldik gidiyoruz işte” diyecek, babası bu ilişkiye sessiz kalıp oğlunun “oyuncağını” bırakıp evine dönmesini bekleyecektir. Sadece evliliği engel olarak gören Sabiha ise ne kendi çevresi ne de Halil’in çevresi tarafından bu aşka layık görülmeyecektir.

Burada ilginç olan sadece toplumsal cinsiyetçi bir ikiyüzlülük değildir.

Filmi izlerken Sabiha’nın cesaretini toplamasını, Halil’in yanına gitmesini isteyen, Müjgan’ın engellemelerine kızan, Halil’in suskunluğuna içerleyen, filmle adeta bütünleşen “kalbimi kıra kıra” şarkısı ile dalıp giden izleyiciler de kendi hayatlarında kabul etmeyecekleri aşka, filmde ağlamaktadır.

Filmi izleyip de Halil ve Sabiha’nın ayrılığına üzülmeyen, ah ne olurdu daha cesur olsaydınız demeyen yoktur. Karşı durulması güç bir sevginin engel tanımaması, Halil’in aşkına sahip çıkması gerektiğini düşünen izleyiciler, söz konusu kendi hayatları olduğunda aşkının peşinden giden kadını yerden yere vurmaktan, erkeği ise cılız bir eleştiri ile geçiştirmekten geri durmamaktadırlar.

“Kadının adı yok” edebiyatıyla feminist manifestolara girmeyeceğim elbette. Lakin edebiyata gelince desteklediğimiz şeyleri gerçek hayatta yadırgıyorsak, üzüldüğümüz şeylere üzülmemiş gibi yapıyorsak, güldüğümüz şeyleri tebessümle bile karşılayamıyorsak yalancı değil miyiz?

“Çarşaf çarşaf insanlar, yan yana, üst üste soğumuş, buz gibi olmuş insanlar” yalanların en çirkinini söyler duygusal ikiyüzlülüğüyle.

Zeliha Yurdaer

İZDİHAM