19 Mart 2017

Yunus Meşe, Sonsuz Yahut Nokta

ile izdiham

Dışarıda rezil bir yağmur yağıyordu. Yer, gök çamur rengine bürünmüştü. İçinin bütün sıkıntısını yansıtan yüzünü yaklaştırdı pencereye. Cama birikip iz yapan yağmur damlaları görüşünü engelliyordu. İç sıkıntısına öfke eklendi. Ruhunu ıslatsın istiyordu yağmur. Ancak o zaman bunun bir mucize olduğuna inanacak ve mucizeye tanıklık etmek için yaşamaya devam edecekti. Bu ağır atmosferden sıyrılmak için koşu bandına çıktı. Orta tempoda koştu bir müddet. Yetmedi. Hızlandı. Yetmiyordu. Hazırlanıp çıktı evden. Yapay Sevgi Adası’nı karaya bağlayan asma köprünün üzerine çıktı. Rüzgâr köprünün direklerini sallıyordu. Yağmur damlaları yüzüne saplanıyordu sanki. Sokak lambasının loş ışığında görebildiği kadarıyla sular da çamur rengine bürünmüştü. “Şimdi buradan suyun karanlığına bıraksam kendimi kimsenin ruhu duymaz” diye düşündü. İntihar ederek cezalandırmak istedikleri onun varlığının farkında değildi. Yok olmanın bir anlam ifade edebilmesi için var olmanın anlamlı bir karşılığı olmalıdır. Varlığımla, yokluğumla bir karşılığım yok diye düşündü. Vazgeçti atlamaktan. Spor salonuna gitti.

Salon ter ve ego kokuyordu. Yaşam içerisinde ruhlarına bir kimlik oluşturamayanlar, o kimliği fizikleri ile kazanmaya çalışıyorlardı. Salonun duvarına monte edilmiş devasa aynalardan yansıyan yüzlerde okuyordu bunları. Etrafında olanlarla ilgilenmiyormuş gibi görünerek aslında tek bir ayrıntı dahi atlamadan programını uygulamaya başladı. Ağırlıklarını iki katına çıkardı. Setleri iki katına çıkardı. Programı bitirdiğinde kollarını kaldıracak dermanı kalmamıştı. Ağrılar içinde ayrıldı salondan. Eve döndü. Kıyafetlerini çıkarmadan uzandı yatağına. Tavana yapıştırdığı tek yıldız parlayıp duruyordu. Gözlerini ona dikip izlemeye koyuldu. Çok geçmeden uyudu. Rüyaya uyandı. Bilinci açıktı. Farkındaydı rüya gördüğünün. Vücuduna felç inmişti sanki. Parmaklarından birini hareket ettirebilse uyanacaktı Ettiremiyordu ama. Bir ses sardı karanlığı. Ses, önce huysuzdu sonra giderek daha sakin… İmgelerle konuşuyordu. Daha önce muhatap olmadığı sorular soruyordu. Tedirgin hissetti kendisini. Kurtulmak istedi. Ses konuşmaya devam ettikçe cümle aralarına serpiştirdiği ayrıntıları fark etmeye başladı. O andan sonra sonsuz bir hazza dönüştü rüya. Hiç bitmesin istedi. Rüya da olsa kendisinin farkında olan, onu bilen biri vardı karşısında. Yaşamının bu yaşına kadar yokluk işkencesi çekmişti. Şimdi ‘var’lığı tatma konusunda bir kapı açılmıştı karşısında.    “Lütfen, yüzünü göster. Seni görmek istiyorum” dedi. Ses, “Bunu hak ettiğini anladığımda sana geleceğim” diye cevap verdi.

Uyandı. Başucundaki çalar saat kendisini imha etmek ister gibi ötüyordu. Kendine gelmesi biraz zaman aldı. İlk kez işe heyecan içerisinde ve istekli bir şekilde gitti. Bir an önce akşam olsun istiyordu çünkü. Gün bitsin. Bitti. Eve döndü. Uyursa o sesin yeniden geleceğine inandırmıştı kendisini. Yatağa uzandı hemen. Uykuya zorladı bedenini. Uyuyamadı. Salona gitti yine. Kimseye dikkat etmeden, salonun ter kokusunu hissetmeden çalıştı programını. Yine iki katı olacak şekilde. Eve yorgun argın, ağrılar içinde döndü. Uyudu. Sesle buluştu. Sese bir yüz giydirdi kendince. Kuracağı cümleleri tahmin etme oyunu oynadı. Tahminleri tuttukça korkmaya başladı. “Ya bu da diğerleri gibiyse?” dedi kendi kendine.

Uyanık kalmak anlamsızlaşmıştı onun için. Günlerini daha çok uyuyabilmek için çabalayarak geçiriyordu. Uyuyunca geliyordu ses. Gelmediği uykular da oluyordu. Ama hissediyordu artık geleceği zamanları. Hazırlanıyordu o zamanlar için. Gerçekliğini döküyordu ortaya. Bütün çıplaklığıyla sergiliyordu kendisini. İlk kez bilinmeye bu kadar yaklaşmıştı çünkü. Tahmin etme oyununa devam etti. Tahminleri tuttu. Korkusu büyüdü. Artık bu konuşmanın rüya buluşmalarının geleceği yeri biliyordu.

Dayanamadı bu ihtimali Ses’e söyledi. Ses “nokta” dedi anında. Cevabından sonra keskin ve hızlı bir şekilde uyandı. Bir el tarafından uykunun dışına atılmış gibiydi. Bu ‘nokta’ cevabının ve rüyanın dışına itilmenin anlamını çözmek için tekrar uyuması gerekiyordu. Çözüm ancak Ses’in varlığıyla mümkün olacaktı. Uyumak için her yolu denedi. Vücudunu üç kat fazla yordu, ilaçlar aldı. Tütsüler yakıp gezdirdi evin içinde. Her bir köşesini çeşitli otlarla doldurdu. Yaktı, kokladı. Uyuyamıyordu. Hocaların kapılarını aşındırdı. Muskalar yaptırıp donattı evini. Değişen bir şey olmadı. Uyuyamıyordu. İş arkadaşının “Ne zaman kitap okumaya başlasam sayfayı yarılayamadan uyuya kalıyorum” cümlesini hatırladı. Kitaplığına koştu. Kalınca bir kitap aldı. Sıkıcı olur, uykusunu getirir diye. Rast gele bir sayfa açtı. Okumaya başladı. Bir cümle ona sonsuz uykunun kapılarını açtı. “Ölmek uyumak sadece” şimdiye kadar neden bunu düşünemediğine kızdı. Balkona çıktı. Aşağı baktı. Yükseklik yeterliydi. Aşağıda sırtında güğümü olan bir adam kapıları geziyordu. “Şimdi ölsem ne değişir onun hayatında?” dedi.  “Hiçbir şey değişmez” diye cevapladı kendisini. Olsa olsa akşam karısına anlatacak yeni bir hikâyesi olurdu. Şimdiye kadar yanından geçtiği binlerce insandan biri gibi, sırtında güğümü olan adam da onun farkına varmazdı belki. Güğümüyle kapıları gezmeye devam ederdi.

Aşağı baktı. Okuduğu cümleyi tekrar etti içinden “ ölmek uyumak sadece.” İntiharı anlamlıydı artık. Ağır bedenini boşluğa emanet etti. Gittikçe artan bir hızla zemine yaklaşıyordu.

Yunus Meşe

İZDİHAM